2 Kasım 2014

Sports TV'ye Gecikmiş Bir Teşekkür


 Sports TV için bir teşekkür yazısı kaleme almak uzun zamandır aklımdaydı. Mademki marifet iltifata tabi, o zaman biz de üzerimize düşen görevi biraz geç de olsa yerine getirmiş olalım.

 İçinde yaşadığımız vahşi kapitalizm çağında 
Sports TV'nin koskoca WTA Turu'nu şifresiz bir şekilde izleyicilerin beğenisine sunması Türk tenisi için olağanüstü bir hizmet. Açık kanaldan yayımlanan maçların bir ülkede tenisin gelişimi için ne kadar önemli olduğunu hâlâ kavrayamayan varsa bir zahmet Wikipedia'yı açıp bugün ağzı sulana sulana izlediği yıldızların tenisle tanışma hikayelerini okusun. Pek çoğunun televizyonda izlediği bir maç sayesinde bu spora merak sardığını görecektir.

 Sports TV'yi adının henüz D Spor olduğu ve şifreli yayın yaptığı zamanlardan hatırlıyorum. O vakitler bırakın erkekler ya da kadınlar turunu, sadece Wimbledon'ı izleyebilmek için paraya kıyıp kanalın yer aldığı dijital platforma üye olmak gerekiyordu. Demem o ki yıllar içinde tenis maçlarına erişimde katedilen mesafe çok büyük.

 Yayın kalitesi veya spiker performansı gibi tali konularda boğulmaya gerek yok. İsterlerse kekeme birine anlattırsınlar bütün maçları. Tenis yayınlayan açık kanal bulduk da spikerinden mi şikayet ediyoruz?

7 Eylül 2014

Federer'in Kaçırdığı Devasa Fırsat


 Rafael Nadal'ın sakatlık haberinin geldiği günden bu yana bu seneki Amerika Açık'ın Roger Federer'in 18. Grand Slam kupasını kaldırabilmesi adına çok büyük bir fırsat olduğunu söylüyordum. Dün de Novak Djokovic'in yarı finalde elenmesiyle şampiyonluk İsviçreli tenisçinin ayağına kadar geldi ama o, bu büyük ikramı Marin Cilic karşısında berbat bir maç çıkararak elinin tersiyle itti.

 Amerika Açık öncesindeki Masters turnuvalarından bir final, bir de şampiyonluk çıkarmıştı Federer. Fakat bu turnuvalardaki oyun seviyesinin hiç de iyi olduğu söylenemezdi. Şahsen Flushing Meadows'a en formda hâliyle geleceğini düşünüyordum fakat yanıldığımızı idrak etmemiz çok uzun sürmedi. İsviçreli; önce Marcel Granollers'e set kaybetti, sonrasında da Gael Monfils'i beş setlik bir maçın ardından ecel terleri dökerek eleyebildi. Dünse rakibinden tek set dahi alamayan bir Federer vardı.

 Cilic'in iyi servis attığı söyleniyor. Ne var ki istatistiklere baktığımızda ilk servisini oyuna %56 gibi düşük bir yüzdeyle sokabildiğini görüyoruz Hırvat tenisçinin. Ancak winner ve basit hata sayılarındaki fazlalık, toplara vuran tarafın kendisi olduğunu, Fedex'inse bir hayli pasif kaldığını gösteriyor.

 Federer bu yaştan sonra yeniden Grand Slam kazanmak istiyorsa bu turnuvalarda en iyi tenisini oynamak ve şartların da olgunlaşmasını beklemek zorunda. Şartlar burada şampiyonluk için gayet müsaitti ama Ekselansları, Avustralya Açık ve Wimbledon'daki oyun seviyesinin uzağında olunca bir çuval inciri berbat etti.

 İsviçreli efsanenin bir daha böyle bir şansı yakalayıp yakalayamayacağı hakkında bir fikrim yok. Bildiğim tek şey, topu boş kale yerine auta attığı.

5 Eylül 2014

Amerika Açık Mı, İstanbul Cup Mı?


 Son zamanlarda hiç bu kadar kötü bir Grand Slam yarı finali izlememiştim. Hani göz açıp kapayıncaya kadar biten, tek taraflı bir karşılaşma olsa en azından kazanan tarafın üst düzey performansına tanıklık ederdik. Fakat Caroline Wozniacki ile Shuai Peng arasında oynanan ve İstanbul Cup eleme tablosundaki herhangi bir karşılaşmadan hiçbir farkı olmayan şu maçla ilgili ne demek gerektiğini inanın ben de bilmiyorum.

 Durduk yere yükselen toplar, farklı şekilde dışarı giden vuruşlar, iki raketin vuruş süratinin bu seviyeye göre son derece düşük olması nedeniyle bir türlü bitmeyen puanlar... Kısacası bu seviyedeki bir tenis maçında olabilecek her türlü rezalet vardı Caro ile Peng'in finale kalabilme mücadelesinde. Tüm bunların üstüne Peng'in sakatlanarak maçtan çekilmesi ise amiyane tabirle tüyün dikilmesiydi.

 Kadınlar tenisi herkesin malumu olduğu üzere uzun süredir berbat bir hâlde. Nitekim ilk Grand Slam'ini 30 yaşında kazananından tutun da henüz kazanamadan 67 hafta 1 numarada kalanına kadar pek çok tenis garabetine şahit olduk son yıllarda. Tüm bunlardan ötürü şaşırma duygumuzu yitirmiş olsak da bu durumun artık bir son bulması gerekiyor. Birilerinin çıkıp kadınlar turuna eski itibarını kazandırması lazım. Fakat ne acıdır ki bunu yapacak olan kaliteli ve istikrarlı oyuncuları bir türlü bulamıyoruz.

10 Haziran 2014

Roland Garros Artık Onun Turnuvasıdır


 "Daha önce biri bana Roland Garros'u diğer Grand Slam'lerden daha çok kazanacağımı söyleseydi ona sarhoş olduğunu söylerdim." diyordu Maria Sharapova 2014 Roland Garros'ta elde ettiği zaferin ardından düzenlediği basın toplantısında. Rus yıldızın bu ifadesi, kariyerinin ikinci bölümünde geçirdiği dönüşümün ne kadar büyük olduğunun kanıtı niteliğinde.

 Sharapova, 2008'de geçirdiği omuz sakatlığına kadar güçlü servis ve büyük vuruşlarla donatılmış agresif oyunuyla tam bir hızlı zemin oyuncusuydu ve topraktan hiç ama hiç hazzetmiyordu. Hatta bir keresinde toprakta oynarken kendisini buz üstündeki inek gibi hissettiğini söylemişti. Özellikle 2011'den sonra ise toprağa yönelik bu olumsuz yaklaşımını değiştirdi. Toprak zeminin oyunculara tanıdığı ekstra reaksiyon zamanı sayesinde hem savunma kalitesini yukarı çekti hem de daha isabetli hücum vuruşları üretmeye başladı. Bunun neticesinde son 13 şampiyonluğunun dokuzunu toprakta kazandı. Hatırlatmak gerekirse daha öncesindeki 19 turnuva zaferinin yalnızca biri topraktaydı. 

 Evet, Sharapova, kariyerinin ilk döneminde daha efektif bir oyuna sahipti. Fakat Rus tenisçinin sakatlık sonrası çizdiği grafik, eskisinden daha istikrarlı. Toprak sezonu öncesi kaleme aldığım bir yazıda kendisinin koruması gereken puanlardan ötürü ilk 10'un bile dışına çıkabileceğini belirtmiştim. Ne var ki o, sıralamada gerilemek şöyle dursun, 5 numaraya kadar yükseldi. 

 Son tahlilde bir zamanlar hiç sevmediği Roland Garros, bundan böyle Rus güzelinin turnuvasıdır. Paris'te üç senedir final oynayıp iki kere mutlu sona ulaşması bunun en büyük kanıtı.

17 Nisan 2014

Çölde Vaha Gibi: Çağla Büyükakçay

  
 Eğer düzensizliğin düzen olduğu ve kötünün iyiye her daim galebe çaldığı bir ülkede yaşıyorsanız nefes alabileceğiniz alanlar ararsınız. İşte Çağla Büyükakçay'ın son dönemde elde ettiği tarihi başarılar tam da bu ihtiyacı karşılıyor.

 Bugüne kadar hep sıralamada yükselme haberlerini verdik Çağla'nın. Kendisine ait Türkiye rekorlarını neredeyse her pazartesi günü biraz daha geliştiren milli raket, bir süredir Grand Slam tenisçisi olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Artık WTA Turu'nda da rüştünü ispatlaması gerekiyordu ki bu hafta katıldığı Malezya Açık'ta bunu da başardı rekortmen tenisçimiz.

 Başkent Kuala Lumpur'un ev sahipliği yaptığı turnuvanın ilk turunda Japonların ünlü veteran tenisçisi Kimiko Date-Krumm'u ilk sette 5-3 öndeyken rakibinin maçtan çekilmesiyle dize getiren Çağla, bugün çıktığı ikinci tur mücadelesini de kazanarak çeyrek finale yükseldi ve bir Türk tenisçinin WTA turnuvalarında şimdiye dek elde ettiği en iyi dereceye ulaştı. Hatırlatmak gerekirse Türkiye'nin bu hafta başına kadar WTA Turu'nda yalnızca bir ana tablo galibiyeti vardı. O da 2009 İstanbul Cup'ta bir başka gurur kaynağımız Pemra Özgen'den gelmişti.

 Çağla'nın aldığı galibiyetler, kariyerinin bundan sonraki bölümü için de heyecan verici. Zaten bu turnuvadan cebine koyduğu 60 puan, kendisinin 
dünya sıralamasında ciddi bir sıçrama yapmasını sağlayacaktır. Fakat Çağla adına asıl büyük kazanımın iyice artan öz güveni olduğunu düşünüyorum.

 Yıllardır hep bu tip başarıların hayalini kurduk tenisseverler olarak. Benim internet medyasında çalışmaya başladığım dönemde oyuncularımızın şu anda ulaştıkları noktalar hayal bile edilemiyordu. Junior seviyesinde müthiş başarıların altına imza koyan İpek Soylu gibi alttan gelen nice genç oyuncuyla birlikte eminim ki bu çıta çok daha yükseklere taşınacaktır.

5 Nisan 2014

Sharapova'nın İç Karartan Falı

  
 Maria Sharapova hayranları olarak bir süredir mutsuz ve umutsuz olduğumuz doğrudur. Sezonun bu bölümüne kadar oynadığı maçları seyrettikten sonra artık kendisinden Serena Williams'ı yenmesini beklemiyorum. Çünkü yeni antrenörü Sven Groeneveld de Masha'nın tenisini bir adım ileri götüremedi. Şu andan itibaren Rus yıldız için tek dileğim kazanabildiği kadar turnuva kazanmasıdır. Bu turnuvaların birkaçı da Grand Slam olursa ne âlâ! Gelgelelim bu son yazdığımın gerçekleşme ihtimali şimdilik çok düşük. 

 Açıklanan son dünya klasmanında dokuz numaraya kadar geriledi Sharapova. Geçirdiği sakatlık sonrası yeniden form tutmaya çalışırken bir önceki sezon elde ettiği yüksek puanları koruyamadı. Önümüzdeki toprak kort sezonunda da puan kayıplarına yenileri eklenebilir. Zira bu süreçte de korunması gereken iki tur şampiyonluğu ve bir Grand Slam finali var.

 Masha'nın hâlihazırda kazanma ihtimalinin en yüksek olduğu Grand Slam, son iki yılda bir kez şampiyon olup bir kez de final oynadığı Roland Garros gibi görünüyor. Ancak sıralamada her an ilk 10'un dışına çıkma tehlikesiyle karşı karşıya olan Rus yıldızın Paris'te kötü bir kura çekmesi son derece olası. Kendisi, diğer üç büyük turnuva için de doğal favorilerden biri ama buralarda mutlu sona ulaşabilmek için hem en iyi tenisini oynamak hem de Serena'dan kaçınmak zorunda.

22 Şubat 2014

Tenis İçin TRT'ye İhtiyaç Var


 TRT'nin özellikle son birkaç yıldır izlediği yayın politikasıyla mevcut iktidarın borazanlığı yaptığı herkesin malumu. Bunun bir sonucu mudur, bilinmez ama TRT'de bir süredir hiç tenis izleyemez olduk. 90'lı yıllardan bu yana Fahri İkiler ve Tansu Polatkan gibi usta spikerleriyle bir nesle tenisi sevdiren kanal, hâlihazırda hiçbir Grand Slam'in yayın hakkına sahip değil. Ellerinde kalan son büyük turnuva olan Roland Garros'u da 2011'den sonra yayımlamayı bıraktılar.

 Tenisseverler olarak TRT tarafından mağdur edilmeye fazlasıyla alışığız. TRT GAP, TRT 3 ve TBMM TV'nin aynı kanal üzerinden dönüşümlü olarak yayın yaptığı dönemde Roland Garros yayınlarının kesilmesine az öfkelenmedik. Bereket ki kurum, şimdilerde ayrı bir spor kanalına sahip. Ancak yayıncılık anlayışları, ellerindeki büyük imkanlara rağmen geçmişe rahmet okutuyor.

 TRT, varlığını Türk halkının cebinden çıkan vergilere borçlu olan bir kurum. Fakat biz, bu kuruma özel televizyonlarla reyting yarışına girsin diye vergi ödemiyoruz. Söz gelimi TRT'nin önceliği futbola değil, özel televizyonların kâr etmediği için yayımlamadığı sporlara vermesi gerekiyor.

 Bugün hayranlıkla izlediğimiz pek çok tenisçi, icra ettikleri sporla televizyonda seyrettikleri maçlar sayesinde tanışmıştır. Türkiye gibi nüfusunun büyük bir bölümünün ekonomik sıkıntı çektiği bir ülkede ise televizyon yayınlarının tenisçi yetiştirme noktasındaki önemi daha da fazla. Dolayısıyla TRT'nin tenis yayımlaması, ülke tenisinin gelişimi açısından bir zorunluluk.

26 Ocak 2014

Nadal Hatayı Kendisinde Aramalı


 Stanislas Wawrinka ile Rafael Nadal arasındaki Avustralya Açık finaline korttaki oyundan çok Nadal'ın nükseden sakatlığı damgasını vurdu. Rakibinin içinde bulunduğu durum doğal olarak Wawrinka'yı da etkileyince son iki sette kör dövüşü seyrettik. Nadal'ın hem sağlık molası hem de kupa seremonisinde seyirci tarafından yuhalanmasıysa kendisinin sakatlıklarına dair tartışmaları yeniden alevlendirdi.

 Yaşananlarla ilgili yapılan yorumların ekseriyeti, Rafa'nın çok centilmen bir tenisçi olduğu ve dolayısıyla seyircilerin kendisine haksızlık ettiği yönünde. Fakat buradaki esas meselenin centilmenlik değil, sportmenlik olduğunu hatırlatmak lazım. Söz gelimi İspanyol raketin kariyeri boyunca aldığı yenilgilerin önemli bir bölümünün geçirdiği birtakım sakatlıklara bağlanması spor ahlakıyla bağdaşmayan bir durum. Bunun da altında Nadal'ın sakatlıklarını sürekli medyatize etmesi yatıyor. Öte yandan kendisinin sağlık molalarıyla ilgili sicili de pek temiz sayılmaz.

 Hatırlatmak gerekirse Nadal, 2010 Wimbledon'da Philipp Petzschner'e karşı elenmenin kıyısından döndüğü üçüncü tur maçında aldığı bir tıbbi mola esnasında antrenörü ve aynı zamanda amcası olan Toni'nin kendisine taktik vermesi nedeniyle para cezasına çarptırılmıştı. Üstelik suçlamalar karşısında önce esip gürlemiş, yaptırıma uğradıktan sonra da "Kurallar kurallardır." demekle yetinmişti.

 Demem o ki dünya 1 numarası, eğer bugün kortu dolduran seyircilere gönül koyduysa hatayı kendisinde aramalı.

25 Ocak 2014

Li Na'nın Geciken Düğünü


 Avustralya Açık 2014'ün bugünkü tek kadınlar finalinde gönlüm Li Na'dan yanaydı. Mülayim karakterinden ötürü çok sevdiğim Çinli tenisçinin iki kez finalde kaybettiği bu turnuvayı artık kazanmasını istiyordum. Ne mutlu ki öyle de oldu.

 Üç yıl evvel Melbourne'de tenis tarihinin ilk Asyalı Grand Slam finalisti olmayı başaran Li Na, tıpkı o sene kupayı kaptırdığı Kim Clijsters gibi çok iyi bir "shotmaker". Kısa boyu ve ayaklarının çabukluğuyla her vuruş öncesi çok iyi pozisyon alan Çinli raket, bu sayede raketinden son derece temiz winner'lar çıkarıyor.

 Li Na tarzındaki oyunculara yeterince etkili ve derin toplar gönderemezsiniz kaderinizi rakibin ellerine teslim edersiniz. İşte Dominika Cibulkova'nın bugünkü mağlubiyetinin esas gerekçesi de bu. Rallilerde edilgen kalan Domi'yi ilk sette ayakta tutan, Li Na'nin basit hatalarından başka bir şey değildi. Çinlinin basit hataları ürettiği doğrudan puanları dengeleyince açılış setinin galibini tie-break belirledi. Tie-break'i kaybetmesiyle Domi'nin oyundan düşmesi de bir oldu. Slovak güzel, vuruş ritmini yakalayan ve basit hata sayısını beşe çeken rakibi karşısında ikinci sette hiçbir varlık gösteremedi ve ikinci servise düştüğü puanların tamamını kaybetti.

 Sonuç olarak 7-6(3) ve 6-0'lık setler, Avustralya Açık'ın şampiyonlar listesine bu kupayı en çok hak eden isimlerden birini daha ekledi.

24 Ocak 2014

Federer Nadal'ı Niçin Yenemiyor?

  
 Daha önce pek çokları tarafından dillendirildiği gibi Rafael Nadal, ezeli rakibi Roger Federer'e fazlasıyla ters gelen bir oyuncu profili. Yabancıların "mismatch" olarak isimlendirdiği bu durum, ikili arasında oynanan maçlarda İspanyol'un ezici bir üstünlüğe sahip olmasının temel nedeni olarak göze çarpıyor. Şimdi bu gerçekliği detaylarıyla anlatmaya çalışacağım.

 Rafa, her şeyden evvel forehand kanadında olağanüstü bir topspine sahip. Bilhassa toprak kortta yerden sektikten sonra oldukça yükseğe sıçrayan olan bu forehand'ler Federer'in tek elli backhand'inde büyük bir tahribata yol açıyor. Backhand'ine gelen yüksek topları genellikle kesme vuruşlarla karşılayan Federer, böylece puanın hakimiyetini de rakibine teslim etmiş oluyor. Bu noktada İsviçrelinin bu yıla kadar turdaki kafa boyu en düşük ve dolayısıyla kontrolü en zor raketlerden biriyle oynadığını da hatırlatmak lazım.

 Nadal'a Federer ile olan düellolarında avantaj sağlayan bir başka faktörse aşılmaz savunması. Hızlı ayakları ve bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle her topa giden İspanyol tenisçi, sürekli ekstra vuruşlara zorladığı rakibini kortun hemen her noktasından ürettiği passing-shot'lar ile zihinsel anlamda çökertiyor. Hele ki bir de skor dezavantajı varsa Federer'in öz güveni tamamen yok oluyor ve saç baş yolduran basit hatalar birbiri ardına gelmeye başlıyor.

 Peki Federer tarihin en iyi tenisçisi olduğu hâlde neden Nadal'a karşı çözüm üretemiyor? Çünkü kendisinin bu saatten sonra oyun tarzını değiştirmesine ve çift el backhand kullanmasına imkan yok. Kaldı ki sözünü ettiğimiz isim, sadece başarılarıyla değil, oynadığı tenisin güzelliğiyle de şu anki mertebesine ulaştı.

  Gelelim bugünkü maça.

 Teniste bir karşılaşmayla ilgili tahmin yürütürken dikkate alınacak en önemli kıstas oyuncuların form durumudur. Eğer iki tenisçi arasında ciddi bir form farkı varsa teknik-taktik detaylar ikinci planda kalır. İşte bu nedenle Federer'in kazanma şansı maç öncesinde bir hayli yüksek görünüyordu. Çünkü Nadal, elindeki problemden mütevellit son iki turda hiç iyi sinyaller vermemişti.

 Ne var ki bugün izlediğimiz Rafa, Kei Nishikori ve Grigor Dimitrov maçlarındakiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir performansla karşımızdaydı. Başa baş giden ilk setin tie-break ile onun hanesine yazılması mücadelenin dönüm noktasıydı. Bu noktadan itibaren Federer teslim bayrağını çekti ve kaderine razı oldu.