20 Şubat 2017

Hayaller Grand Slam, Hayatlar Sokak Tenisi


 Profesyonel tenis yıllar süren, meşakkatli bir yolculuktur. Oyuncular, korta adım attıkları ilk andan itibaren emekli olana dek pek çok aşamadan geçerler. Bu aşamaların en zorlusu ise hiç kuşkusuz profesyonelliğe geçiş sürecidir. Zira rekabetin hat safhada olduğu profesyonel tur, adeta bir kurtlar sofrasıdır ve bu sofradan mümkün olan en büyük payı alabilmek için de fiziksel, zihinsel ve teknik yeterlilik şarttır. Bu parametrelerden birinin bile eksik olduğu durumlarda ise çok geçmeden yem olursunuz.

 Bu noktada oyuncuları profesyonel hayata hazırlayan antrenörlere büyük görev düşüyor elbette. Fakat siz antrenör olarak her şeyi ne kadar doğru yaparsanız yapın, başarısızlık da hep bir ihtimal olarak önünüzde duracaktır. Neticede işin dönüp dolaşıp biteceği yer oyuncunun kendisidir ve bu yüzden de bir ülkeden Grand Slam şampiyonu çıkması çoğu zaman uzun bekleyişleri gerektirir. Majör turnuvalara ev sahipliği yapan dört büyük tenis ülkesinin bile bu konuda dönem dönem büyük sıkıntılar yaşamaları, aslında elit tenisçi yetiştirmenin ne kadar zor bir iş olduğunun en açık ispatı.

 
 Örneğin söz konusu dört ülkeden Fransa'nın erkeklerdeki son Grand Slam şampiyonunu görmek için ta 1983 yılına dönmek gerekiyor. Aynı şekilde Britanyalılar da Andy Murray gelene dek tam 76 yıl beklemek zorunda kalmışlardı ve kadınlarda hâlâ da bekliyorlar. Amerika'da Andy Roddick'ten, Avustralya'da ise Lleyton Hewitt'ten sonrasının ne zaman geleceği meçhul. Yani gördüğünüz üzere hiçbir ülke para misali elit tenisçi basmıyor.

 Peki hâl böyleyken Türk tenisiyle alakalı ütopik hedefler ortaya koyan arkadaşlara ne diyeceğiz? Sahi bizim yapamadığımız her şeyi en mükemmel şekilde icra eden koskoca tenis ülkeleri bile elit tenisçi kıtlığı yaşayabiliyorken biz nasıl Grand Slam şampiyonu çıkarma hülyalarına dalabiliyoruz? Geçtim bu ülkelerle yarışmayı, acaba bir tenisçinin yetiştirilmesi sürecinde doğru yapabildiğimiz tek bir şey var mı?

 Çalışıp çabalamadan sonuç elde etmeyi çok seven bir millet olduğumuz aşikar. Bu yüzden de her meseleye yüzeysel yaklaşımlar getiriyor, sorunların temeline inmekten imtina ediyoruz. Öyle ki koskoca Britanya 20 bin çocuğa bir buçuk ay ücretsiz tenis eğitimi verirken biz ise sokak tenisi diye bir garabet icat edip bundan medet umuyoruz. Hoş, kimsenin bir şey umduğu da yok aslında. Maksat tamamen göz boyamak ve sağ olsun memleketimiz de hâlâ bu tip boş işlere prim veriyor.

7 Şubat 2017

Tenisin Açmazı: Bahis Şikesi


 Şike, günümüz tenisinin yüzleşmekte olduğu en büyük problem. Özellikle bahis endüstrisinin önü alınamaz bir şekilde büyümesi, şikeyi bu spor için dopingden bile daha büyük bir tehlike hâline getirdi. Nitekim geçtiğimiz yılki Avustralya Açık sırasında İngilizlerin dünyaca ünlü medya kuruluşu BBC tarafından servis edilen bilgiler, tenisin en prestijli turnuvası olan Wimbledon'ın dahi şüpheli turnuvalar arasında yer aldığını ortaya koydu.

 Son dönemlerde ortaya çıkan şike vakalarının istisnasız hepsinin bahisle doğrudan bağlantısı var. Bu da bizleri teniste şikeye bulaşan isimlerin genellikle geçim sıkıntısını iliklerine kadar hisseden alt seviye oyuncular olduğu sonucuna götürüyor. Zira hâli vakti fazlasıyla yerinde olan elit tenisçilerin böylesi kirli işlere tevessül etmeleri akıl kârı değil.

 Daha mütevazı kariyerlere sahip raket emekçilerinin muzdarip oldukları geçim sıkıntısının temelinde ise sponsor bulamamaları yatıyor. Bizzat kendi sporcularımızdan da sıklıkla işittiğimiz bu problem, özellikle dünya sıralamasında ilk 100'ün dışında yer alan oyuncular için ciddi bir mali külfete sebebiyet veriyor. Çünkü bu skaladaki raketlerin yıllık turnuva programlarının çok büyük bir bölümünü ITF turnuvaları oluşturuyor ve buralarda dağıtılan para ödülleri de çoğu zaman otel, uçak ve ekipman masraflarının karşılanmasına yetmiyor. Hele arkanızda federasyon desteği de yoksa tenisi ancak hobi olarak icra edebiliyorsunuz. Bu durumda da bazı oyuncular amiyane tabirle yollarını bulabilmek adına şeytana uyuyor ve kendilerini bir anda yasa dışı bahis şebekelerinin içinde buluyor.

 Geçtiğimiz sezon 51 hafta boyunca ITF turnuvalarına ev sahipliği yapan Türkiye hâliyle şike vakalarının en çok cereyan ettiği ülkelerden biri. Ancak şikeyle olan münasebetimiz işin mekan boyutuyla sınırlı değil. Öyle ki henüz birkaç ay evvel iki uluslararası hakemimiz ömür boyu men cezası aldı bu suçtan. 

 Oyunun ruhuna kasteden şike belasından kısmen de olsa kurtulabilmek içinse düşük profilli turnuvaların para ödülünü arttırmak gerekiyor. Peki kimsenin ilgisini çekmeyen ve dolayısıyla televizyon faktörünün devre dışı kaldığı bu organizasyonlara nasıl mali kaynak yaratılabilir? İşte alın size 100 puanlık bir sınav sorusu!