Her İstanbul Cup ve İstanbul Açık zamanı tartıştığımız mesele aynı: Acaba bu turnuvalar neden seyirci çekemiyor? Bense bunu soranlara karşı bir soruyla cevap veriyorum: Bu turnuvalara insanlar niye para verip gitsin ki?
Öncelikle tenis turnuvalarını bir konserden ya da bir futbol maçından daha farklı bir yerde konumlandırmamak lazım. Neticede bunların tamamı birer kültürel etkinliktir ve insanlar bu tip etkinliklere belli bir para ödeyerek katılırlar. Bu paranın karşılığında ise arzuladıkları tek şey vardır, o da eğlenmek, hoş vakit geçirmektir. Peki İstanbul Cup ya da İstanbul Açık bu bağlamda insanlara neler sunuyor? Yanıt, hiçbir şey. Zaten bir şeyler sunabiliyor olsalar en azından tatil günlerinde o tribünler dolardı.
Aynı şeyleri tekrar etmekten bıktık ama bazıları anlamamakta ısrar ediyor. En az üç-dört saatinizi yolda harcayarak dağ başından hâllice bir yere tenis izlemeye gitmeniz için ya söz konusu turnuvanın çok yüksek profilli olması ya da sizin son derece cefakar bir tenis aşığı olmanız lazım. Fakat bahsettiğimiz turnuvalar, ATP ve WTA'nın görece en düşük seviyeli organizasyonları olduğundan ilk ihtimal zaten devre dışı kalıyor. E her sene de Roger Federer gibi fenomen bir ismi getiremeyeceğinizden sizin de payınıza "Tenis olsun da çamurdan olsun." düşüncesindeki insanlar düşüyor.
Organizasyonel çarpıklıklar bu kadar ortadayken kimi kerameti menkullerin derdi ise basmakalıp havalı ifadelerle faturayı Türk toplumuna kesmek. Sıklıkla Türkiye'de spor kültürünün olmadığından dem vuran bu arkadaşlar, az evvel belirttiğim görüşü paylaşmayan seçici insanları da gerçek sporsever olmamakla suçluyor. Spor kültürü elbette çok önemli bir kavram ancak tribünlerdeki boşluğu tamamen bunun eksikliğine yormak en hafif ifadeyle gerçekleri saptırmaktır. İnsanların tenis sevgisini sorgulamak ve yarıştırmak ise kibir ve hadsizlikten başka bir şey değildir.
Öncelikle tenis turnuvalarını bir konserden ya da bir futbol maçından daha farklı bir yerde konumlandırmamak lazım. Neticede bunların tamamı birer kültürel etkinliktir ve insanlar bu tip etkinliklere belli bir para ödeyerek katılırlar. Bu paranın karşılığında ise arzuladıkları tek şey vardır, o da eğlenmek, hoş vakit geçirmektir. Peki İstanbul Cup ya da İstanbul Açık bu bağlamda insanlara neler sunuyor? Yanıt, hiçbir şey. Zaten bir şeyler sunabiliyor olsalar en azından tatil günlerinde o tribünler dolardı.
Aynı şeyleri tekrar etmekten bıktık ama bazıları anlamamakta ısrar ediyor. En az üç-dört saatinizi yolda harcayarak dağ başından hâllice bir yere tenis izlemeye gitmeniz için ya söz konusu turnuvanın çok yüksek profilli olması ya da sizin son derece cefakar bir tenis aşığı olmanız lazım. Fakat bahsettiğimiz turnuvalar, ATP ve WTA'nın görece en düşük seviyeli organizasyonları olduğundan ilk ihtimal zaten devre dışı kalıyor. E her sene de Roger Federer gibi fenomen bir ismi getiremeyeceğinizden sizin de payınıza "Tenis olsun da çamurdan olsun." düşüncesindeki insanlar düşüyor.
Organizasyonel çarpıklıklar bu kadar ortadayken kimi kerameti menkullerin derdi ise basmakalıp havalı ifadelerle faturayı Türk toplumuna kesmek. Sıklıkla Türkiye'de spor kültürünün olmadığından dem vuran bu arkadaşlar, az evvel belirttiğim görüşü paylaşmayan seçici insanları da gerçek sporsever olmamakla suçluyor. Spor kültürü elbette çok önemli bir kavram ancak tribünlerdeki boşluğu tamamen bunun eksikliğine yormak en hafif ifadeyle gerçekleri saptırmaktır. İnsanların tenis sevgisini sorgulamak ve yarıştırmak ise kibir ve hadsizlikten başka bir şey değildir.