23 Nisan 2018

Yerli Sharapova ve Gayrimilli Yöneticiler


 Teniste uluslararası bir turnuvanın ev sahipliği alınırken hedeflenen en önemli unsurlardan biri de hiç kuşkusuz turnuvayı düzenleyecek olan ülkenin tenisçilerine daha çok maç oynama fırsatı sunmaktır. Bu da ITF, ATP ya da WTA'in organizatörlere tanıdığı wild card (özel davet) kontenjanıyla sağlanır. Ana tablo veya eleme oynamak için yeterli sıralamaya sahip olmayan tenisçilerin turnuvaya doğrudan katılmasına imkan veren wild card'larda her ülke önceliği kendi oyuncusuna tanır.

 Örneğin bu hafta İstanbul Cup'la eş zamanlı olarak düzenlenen WTA Stuttgart'ta eleme tablosundaki 4 wild card'ın tamamı Alman oyunculara verildi. Üstelik bu organizasyon, İstanbul Cup'tan çok daha prestijli. Yani o 4 kontenjan için başvuran oyuncular arasında kim bilir hangi ünlü isimler vardı? Ama organizatörler, buradaki takdir haklarını daha çok popülarite sağlayacak oyuncular yerine tamamı ile kendi vatandaşlarından yana kullandılar.

 Çok değil, geçtiğimiz sezonun sonlarında Kremlin Kupası'nda yaşanan hadiseyi hatırlayalım. Turnuva yönetimi, o dönem Singapur'daki WTA Finalleri'ne katılma mücadelesi veren Caroline Garcia'nın özel davet başvurusunu reddetmiş ve tercihini kendi vatandaşları olan Maria Sharapova'dan yana kullanmıştı. Bu kararı verirken nasıl bir tutum sergilediklerini de gayet net ifade etmişlerdi: "Rusya Tenis Federasyonu, kendi oyuncularını tercih eder ve bu nedenle Caroline Garcia'ya wild card veremez."

 Uluslararası çaptaki tenis turnuvalarında organizatörlerin takındığı milliyetçi duruş, sadece wild card meselesinde değil, maç saatleri ve mücadelelerin oynanacağı kortların seçiminde dahi zuhur etmektedir. Koskoca Grand Slam turnuvaları bile kendilerine yöneltilen sayısız eleştirilere rağmen dünya 1 numarasının yerine kendi vatandaşlarının oynayacağı sıradan bir maçı merkez korta almakta hiçbir beis görmez.

 Dünyada genel vaziyet bu iken yerli ve milli laflarını ağzından düşürmeyen tenis efradımız ise İstanbul Cup'taki 4 eleme wild card'ının 3'ünü yabancı tenisçilere vermiş. Bu turnuvada daha önce çiftler şampiyonluğu yaşayarak tarihi bir başarıya imza atan ve hâlihazırda ülke tarihinin en önemli tenisçilerinden biri olan İpek Soylu'ya ve Berfu Cengiz gibi genç ve başarıya aç bir isme reva görülmeyen wild card'lar Avustralyalı ve Hırvat raketlere peşkeş çekilmiş. Bunun adı, Türk tenisine köstek olmaktan başka bir şey değildir.

 Altyapıyı boş verip ülkeyi turnuva ve tesise boğmanın memleket sporuna hiçbir katkı sağlamayacağı aklı başında herkesin malumu ki bunu bu sütunlarda defalarca yazdık. Peki bunun tersini iddia eden mugalatacı korosu, şekil A'da görüldüğü üzere o turnuva ve tesislerin Türk oyunculara kapatılmasını nasıl savunacak? İşte asıl sorulması gereken budur.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

yunus bey hatırlayacak mısınız bilmiyorum ama
şayet federer indian wells i alıp 1000 puanı korusaydı
(miami de yine ilk turda elensin)
roland garros a kadar 1 numara kalacak mıydı?
eğer böyleyse 40-15'ten kupa verdiği için bir kez daha köpüreceğim..

Yunus Dilber dedi ki...

Roland Garros değil ama Roma Masters'a kadar kalacaktı. :)
RG için 1 şampiyonluk, 1 final gerekiyordu. :)