17 Temmuz 2018

Yankı Erel ve Junior Tenisi


 İpek Soylu'nun 2014 Amerika Açık'ta elde ettiği çift kızlar zaferinin ardından Türk tenisi yeni bir Grand Slam şampiyonu daha kazandı. 2000 doğumlu milli tenisçimiz Yankı Erel, Wimbledon genç erkeklerde çiftler kupasını kaldırarak bu ülke ölçeğinde tarihi bir başarıya imza attı. Yankı'yı yürekten tebrik ederken bu vesileyle junior tenisi üzerine de birkaç kelam etmekte fayda var. Zira tenis dünyasının önemli bir bölümü, profesyonellikten önceki bu aşamaya son derece yanlış bir perspektiften bakıyor.

 Her şeyden evvel junior turnuvalarının birer amaç değil, araç olduklarının idrakine varmak lazım. Genç tenisçi adaylarının kariyerlerinin bu safhasında oyunlarını inşa etmek yerine skor tabelasına odaklanmaları ileride telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuruyor. Junior turunu bir rekabet alanı olarak gören oyuncular, farkında olmadan gelişimlerine en büyük baltayı vuruyor ve hünerlerini asıl sergilemeleri gereken yer olan profesyonel tura tükenmiş veya oyununu olgunlaştıramamış bir şekilde geliyor. Bu ve benzeri başka pek çok nedenden ötürü junior turu ile profesyonel turda elde edilen sonuçlar arasında çoğu zaman bir korelasyon bulunmuyor. Dolayısıyla salt junior kariyeri üzerinden bir tenisçinin geleceğine yönelik öngörülerde bulunmak ciddi bir hatadır. Ne var ki tenis kamuoyu bu yanılgıya sıklıkla düşüyor ve "genç yetenek" diye addedilen pek çok isim günün sonunda düş kırıklığı yaratıyor.

 İşte tam da bu noktada üzerinde durmamız gereken son derece zihin açıcı bir örnek mevcut. Uluslararası Tenis Federasyonu ITF'nin resmi sitesine girip junior oyuncu arama bölümünde Serena Williams ve Venus Williams isimlerini tarattığınızda karşınıza hiçbir sonucun çıkmadığını göreceksiniz. Çünkü tenisin son 20 yılına damgasını vuran Williams kardeşler, ITF Junior Turu'nda hiçbir turnuvaya katılmamışlardır. Bunun da nedeni, babaları Richard Williams'ın kızlarını bu arenadan çekmiş olmasıdır.

 Richard, neden böyle bir karar aldığı sorulduğunda iki gerekçeyi öne sürmüştü: Birincisi kızlarını çocuk yaşta baskıdan uzak tutmak, ikincisi ve en önemlisiyse zamanlarını lüzumsuz bir rekabet yerine onları gelecekte dünya 1 numarası yapacak oyunu inşa etmeye harcamalarını sağlamak. Gelinen noktada baba Williams'ın izlediği bu stratejinin ne kadar isabetli olduğunu söylemeye lüzum yok herhalde. Öyle ki Serena ve Venus, dünya 1 numarası olmakla kalmadı, tenis tarihine adlarını altın harflerle yazdırdı.

 Öte tarafta ise Williamslar ile taban tabana zıt bir kariyer öyküsüne sahip olan Gael Monfils duruyor. Junior kariyerine Avustralya Açık, Roland Garros ve Wimbledon şampiyonlukları sığdıran La Monf'un ATP Turu'ndaki en yüksek profilli kupasına ise 500 puanlık bir turnuvada ulaştığını görüyoruz. Peki bu ele avuca sığmaz Fransız'ın kort içinde ciddiyetten uzak ve tamamı ile şova dönük bir oyun sergilemesi tesadüf mü? Yoksa bunun da altında en başta altını çizdiğimiz "tükenmişlik sendromu" mu yatıyor?
 
 Velhasıl, antrenör ve oyuncuların günlük başarılar uğruna geleceği karartmamaları ve asıl hedefe giden yolda sabırlı davranmaları gerekiyor. Çünkü tenis tarihi Monfils'leri değil, Williams'ları yazıyor.

Hiç yorum yok: