28 Haziran 2019

Gül Mü Dökelim Yollarına Ey Rafa?


 Wimbledon'ın seri başı tenisçileri belirlemede 2002 yılından bu yana uyguladığı kendine özgü yöntem, günlerdir yeni bir icatmış gibi hararetli bir şekilde tartışılıyor. Kopan kıyametin nedeniyse dünya 2 numarası Rafael Nadal'ın turnuvada 3 numaralı seri başı olarak yarışacak olması. İspanyol tenisçi, ana tabloda Novak Djokovic ve Roger Federer'den biriyle aynı yarıya düşmesini kesinleştiren bu durumdan kanımca çok ucuz bir mağduriyet yarattı. Bu şikayetin yakışıksızlığına yazının sonunda değineceğiz ama öncelikle Nadal ve bazı hayranlarının Wimbledon'ın seri başı belirleme sistemine ilişkin itirazlarında hiçbir haklılık payı bulunmadığını nedenleriyle birlikte açıklamamız gerekiyor.

 Her şeyden evvel Wimbledon'ın seri başlarını numaralandırırken diğer üç Grand Slam turnuvasından farklı bir yol izlemesinin gayet makul iki gerekçesi var. Bunlardan birincisi, çim kortun yıllık turnuva takvimindeki payının sert ve toprak kortla kıyaslanmayacak kadar az olması. İkincisi ise bundan beş yıl öncesine kadar ATP 500 seviyesinde bile kendisine yer bulamayan çim zeminin dokuz Masters turnuvasının hiçbirinde tercih edilmemesi. Hâl böyleyken çim kortta düzenlenen bir Grand Slam'in kendisiyle aynı zemine sahip sınırlı sayıdaki turnuvanın önem derecesini arttırmak istemesinden daha doğal bir şey olamaz.

 Nadal ve fikirdaşları, bu noktada ATP sıralamasına saygısızlık yapıldığını öne sürse de bu yorum hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyor. Turnuvanın böylesine tepeden inmeci bir tavrı olsaydı oyuncuların yıl boyunca elde ettikleri puanların bir kısmı ya da tamamını göz ardı etmesi gerekirdi. Halbuki Wimbledon, seri başlarını numaralandırmak için yaptığı hesaplamada tenisçilerin mevcut ATP puanlarını olduğu gibi koruyup bunların üstüne çim kort turnuvalarından son bir yıl içinde kazanılmış puanların tamamını ve ondan önceki bir yıllık periyotta elde edilmiş en yüksek puanın %75'ini ekliyor. Yani Wimbledon'ın kullandığı formül de yalnızca ATP puanlarından müteşekkil.

 Seri başlarını erkeklerde özel bir metotla belirleyen Wimbledon'ın kadınlarda tamamı ile dünya sıralamasına sadık kalması gibi bir durumsa söz konusu değil. Turnuva yönetimi, daha dengeli bir ana tablo oluşturabilmek adına kadınlar kategorisinde de bazı takdir haklarına sahip. Örneğin 2009'da Maria Sharapova dünya 59 numarasıyken 24, geçtiğimiz yıl da Serena Williams dünya 183 numarasıyken 25 no.lu seri başı olarak gösterilmişti. Evet, kadınlarda erkeklerdeki gibi sabit bir seri başı belirleme yöntemi yok. Ancak bunun yegane sebebi, turnuvanın ATP ve WTA ile yaptığı anlaşmaların farklılığı.

 Tüm bunlar bir yana, Nadal gibi büyük bir sporcunun
bir Grand Slam yarı finalinde Federer veya Djokovic'le eşleşecek olmaktan dert yanması, teniste hiç alışık olmadığımız türden bir mızıkçılık. Sanırım Rafa, turnuva o raddeye geldiğinde Mikhail Kukushkin ile oynamayı düşünüyordu. E oldu olacak gül dökelim yollarına.

3 Haziran 2019

Safi Kötüsün Serena Williams


 Tenis alemi, iki gün evvel odağında yine Serena Williams'ın bulunduğu, eşi benzeri görülmemiş bir hadiseye tanıklık etti. Roland Garros üçüncü turunda Sofia Kenin'e elenen Birleşik Amerikalı raket, maç sonrası medya merkezine vaktinden önce gelip kendisiyle aynı salonu paylaşan Dominic Thiem'in basın toplantısının bitmesini beklemek istemeyince büyük bir skandal patlak verdi.

 
Fransızların saygın gazetesi L'Equipe'in aktardığına göre toplantı için önce başka salona geçmek isteyen Serena, bu talebi kabul görmeyince sinirlenerek medya merkezini terk etmek üzere merdivenlere yöneldi. Bu esnada devreye giren yetkililer, ani bir kararla ana salonda bulunan Thiem ve gazetecileri 2 numaralı salona kaydırarak yerine Serena'yı aldı. Durumun idrakına sonradan varan Thiem ise "Bu nasıl bir saçmalık? Şaka yapıyor olmalısınız. Ben artık junior oyuncusu değilim." diyerek toplantıyı devam ettirmeme kararı aldı.

 Hiç kuşku yok ki yaşanan bu rezalette organizatörlerin sorumluluğu büyük. Serena'nın kaprislerine boyun eğerek Thiem'i bu şekilde küçük düşürmeleri asla kabul edilebilecek bir hata değil. Hele ki basın toplantısına katılmaktan vazgeçen birinin kolundan tutulup kararından döndürülmeye çalışılması, güce ve güçlüye biat etme sendromunun çok bariz bir yansımasıdır. Peki ya madalyonun diğer yüzünü n'apacağız? Meşhur fıkradaki gibi ev sahibi suçlu da hırsızın hiç mi suçu yok?

 Destekçileri kabul etmekte zorlansa da Serena, Thiem'in de söylediği gibi kötü bir kişilik. Zira güç ve şöhretlerini istedikleri her şeyi zorla yaptırmak veya başkalarını ezmek için kullananlar yalnızca kötü insanlardır. Tabii Serena'nın melaneti, yalnızca güç zehirlenmesinden ileri gelmiyor. Yıllardır hem kadınlığı hem de ten rengi üzerinden kendisine sanal bir mağduriyet devşiren 37 yaşındaki tenisçi, kendisini eleştiren herkesin cinsiyetçi ya da ırkçı olarak yaftalanmasına bakılırsa bunda da bir hayli başarılı olmuş gibi görünüyor.