Teniste ve genel olarak sporda zihinsel dayanıklılığın ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok. Gelgelelim son dönemlerde tenisteki her durum, alakalı olsun veya olmasın, bu kavram üzerinden açıklanmaya başladı. Üstelik bu yapılırken "mental" diye Türkçeye hiçbir zaman geçmemiş bir sözcük kullanılıyor. Zira Türk Dil Kurumu'nun internet sitesindeki Güncel Türkçe Sözlük'te arattığınız vakit bu kelimeyi bulamıyorsunuz.
Geriden gelip
kazandığı her maç sonrası Novak Djokovic'in zihinsel açıdan bir canavar olduğuna vurgu yapan genel bir anlayış, skor avantajına sahipken yenilenleri ise kafaca
sorunlu ilan ediyor. Bir tenisçinin zihinsel gücünü yaptığı geri dönüşler veya
öndeyken bitiremediği maçlar üzerinden ölçen bu ucube bakış açısı, özellikle
2019 yılında kaybettiği Wimbledon finalini örnek göstererek Roger Federer gibi
bir efsanenin bile zihinsel açıdan kırılgan olduğunu söyleyebiliyor. Bu deli
saçmalığını ciddiye almak bile abes ama gelinen noktada artık çürütmek
gerekiyor.
Federer, kariyeri
boyunca 24 mücadeleyi maç puanı çevirerek kazanmış. 10 defa da iki set gerideyken
galip gelmeyi başarmış ki bunların arasında Rafael Nadal'ı 0-2, 1-4 geriden
gelip yendiği 2005 Miami Masters finali de var. Keramet maçı çevirmedeyse
nerede kaldı Federer’in zihinsel zafiyeti? Federer bunları yaparken zihinsel
olarak güçlüydü de 2019 Wimbledon finalinde mi bu gücünü yitirdi?
Öndeyken yenilmek de
gerideyken kazanmak da tenisin içinde var olan, gayet olağan senaryolar. Nitekim
Nadal ve Djokovic’in de avuçlarının içindeyken kaybettikleri bir dolu maç bulabilirsiniz.
Bunları korttaki oyundan tamamen bağımsız, salt psikolojik ögelerle
açıklayamazsınız. Örneğin Nadal’ın 2015 Amerika Açık’ta Fabio Fognini’ye 2-0,
3-1 öndeyken yenilmesini zihinsel güçsüzlüğüne bağlamak komik bir varsayım
olacaktır.
Teniste aslolan, ortaya
koyduğunuz performanstır. Tek başına zihinsel güç bir oyuncuya maç
kazandıramaz. Şayet kazandırsaydı hiçbir oyuncunun saatlerce antrenman yapmasına
gerek kalmazdı.