İnsanların her şeyi çok çabuk tükettiği ve hiçbir şeyden memnun olamadıkları bir çağda yaşıyoruz. Konformizm batağına saplanmış bu yeni nesil, sahip olduklarından hep daha fazlasını talep ederken bazen insanlardan robot gibi davranmalarını da bekleyebiliyor. Öyle ki bir sezon boyunca rekabeti alt üst eden, kırılmadık rekor bırakmayan bir tenisçi bile aradan birkaç ay geçmeden aldığı kötü sonuçlar nedeniyle yerin dibine sokulup "sorunlu" muamelesi görmeye başlıyor.
Hâlihazırda devam etmekte olan Roland Garros'ta yeniden gündeme gelen zaman ihlalleri meselesinin özünde de yukarıda özetlemeye çalıştığım gayriinsani bakış açısı yatıyor aslında. Nadal ve Djokovic'in ziyadesiyle muzdarip oldukları ve iki puan arasında geçirilen süreye belli bir sınır getiren 20 saniye kuralı, bundan birkaç sene evvel tenisin hızlandırılması maksadıyla uygulamaya konuldu. Zira doğası gereği bir futbol akışkanlığında olamayan tenis, bu özelliğiyle doyumsuz yeni nesilleri hiç cezbetmiyordu. Hâl böyle olunca tenisi yönetenler de kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez mantığıyla bu kuralı peyda etti. Öyle ya, o konformist dediklerimiz olmasa nereden gelecekti bu değirmenin suyu?
"Peki bu kuralın neresi insanlık dışı?" diye soranlar varsa hemen izah edelim. Bir defa sizin düşlediğinizin aksine tenisçilerin hepsi birer insan ve birtakım ritüel ya da tiklere sahip olmak da bu türün en doğal özelliklerinden biri. Eğer Nadal, servisini kullanırken önce saçını düzeltip ardından da şortunun arkasını çekiştiriyorsa bunun yegane sebebi kendisini öyle rahat hissetmesidir. Nadal'ın bu ritüelleri belki hoşunuza gitmiyor olabilir fakat bunları engellemeye kalkışmanın sözlükteki karşılığı çok daha nahoş bir kelime maalesef.
Kaldı ki tenis gibi yoğun efor gerektiren bir sporda oldukça uzayan bir rallinin ardından oyunculara nefes alma imkanı bile tanımamanın ne kadar sadistçe olduğunu da söylemeye lüzum yok herhalde. Neyse ki hakemlerin büyük bir bölümü bu konuda -olması gerektiği gibi- son derece hoşgörülü davranıyor da maçlarda fazla hır gür çıkmıyor.
Son tahlilde spor, içinde insana ait ögeleri barındırdığı için güzeldir. O yüzden bırakalım da tenisçiler kendilerini nasıl rahat hissediyorlarsa öyle oynasın. Buna karşı çıkan doyumsuz tayfa ise bir zahmet konsol oyunlarıyla tatmin olmayı denesin. Zira orada hayallerindekine daha yakın bir insan profili var.
Hâlihazırda devam etmekte olan Roland Garros'ta yeniden gündeme gelen zaman ihlalleri meselesinin özünde de yukarıda özetlemeye çalıştığım gayriinsani bakış açısı yatıyor aslında. Nadal ve Djokovic'in ziyadesiyle muzdarip oldukları ve iki puan arasında geçirilen süreye belli bir sınır getiren 20 saniye kuralı, bundan birkaç sene evvel tenisin hızlandırılması maksadıyla uygulamaya konuldu. Zira doğası gereği bir futbol akışkanlığında olamayan tenis, bu özelliğiyle doyumsuz yeni nesilleri hiç cezbetmiyordu. Hâl böyle olunca tenisi yönetenler de kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez mantığıyla bu kuralı peyda etti. Öyle ya, o konformist dediklerimiz olmasa nereden gelecekti bu değirmenin suyu?
"Peki bu kuralın neresi insanlık dışı?" diye soranlar varsa hemen izah edelim. Bir defa sizin düşlediğinizin aksine tenisçilerin hepsi birer insan ve birtakım ritüel ya da tiklere sahip olmak da bu türün en doğal özelliklerinden biri. Eğer Nadal, servisini kullanırken önce saçını düzeltip ardından da şortunun arkasını çekiştiriyorsa bunun yegane sebebi kendisini öyle rahat hissetmesidir. Nadal'ın bu ritüelleri belki hoşunuza gitmiyor olabilir fakat bunları engellemeye kalkışmanın sözlükteki karşılığı çok daha nahoş bir kelime maalesef.
Kaldı ki tenis gibi yoğun efor gerektiren bir sporda oldukça uzayan bir rallinin ardından oyunculara nefes alma imkanı bile tanımamanın ne kadar sadistçe olduğunu da söylemeye lüzum yok herhalde. Neyse ki hakemlerin büyük bir bölümü bu konuda -olması gerektiği gibi- son derece hoşgörülü davranıyor da maçlarda fazla hır gür çıkmıyor.
Son tahlilde spor, içinde insana ait ögeleri barındırdığı için güzeldir. O yüzden bırakalım da tenisçiler kendilerini nasıl rahat hissediyorlarsa öyle oynasın. Buna karşı çıkan doyumsuz tayfa ise bir zahmet konsol oyunlarıyla tatmin olmayı denesin. Zira orada hayallerindekine daha yakın bir insan profili var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder