27 Kasım 2012

Roger Federer'in Çocukluk Yılları-2


 Roger kariyeri boyunca çok az sakatlandı. Hatta Nadal bununla ilgili olarak Federer'in ideal bir fiziğe sahip olduğunu söyledi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

 Nadal'ın süreklilik açısından Federer'den daha kötü olacağını hep söylüyordum. Rafa, vücudu aşırı zorlayan bir oyun stiline sahip. Zira hem vuruşları hem de oyun tarzı fiziğini oldukça hırpalıyor. Roger'a dönersek o, önceleri pek fiziksel antrenman yapmıyordu ve bu yüzden de profesyonel kariyerinin başlarında çok büyük başarılar elde edemedi. Fakat Peter Lundgren ile birlikte fiziksel çalışmalara ağırlık verdiler ve Roger'daki değişimi kısa sürede gördük.

 Kulüpte olduğu yıllarda antrenmanlardan sonra da çalışıyor muydu? Duvara karşı tenis oynuyor muydu?

 Evet, kulüpte kalıyordu. Antrenmanlardan sonra arkadaşlarıyla kart oynuyordu.

 Roger, bizlerde gerçek bir profesyonel yıldız izlenimi yaratıyor. Kendini koruyan, mesafeli ama aynı zamanda son derece içten, matrak ve kolay uyum sağlayan biri... Sanki büyük bir çocuk gibi...

 O, her zaman böyleydi. Sadece kulüpte değil, evde de aynı şekilde davranırdı. Fakat ben ondan hep kortta kendisine iyi davranmasını istemişimdir. Buna karşın o, maç içerisinde rakibinin çok iyi olduğunu veya güzel bir puan oynadığını kabul edemezdi, bilakis kendisine sövebilirdi. Kort içinde çok ciddi ama dışarıda çok şakacı biriydi. Bence bu, ona annesinden kalan bir miras. Bir keresinde saçını sarıya boyattığını hatırlıyorum. Orange Bowl turnuvasını kazandığı zamanlardı. Şampiyon olduktan sonra, onunla kulüpte karşılaşmıştım. Her zamanki gibi arkadaşlarıyla kart oynuyordu. Ondan başının üstündeki kasketi çıkarmasını istemiştim. Fakat o, bunu istemiyordu. Zira çok utanmıştı.


 Saçını neden boyatmıştı?

 Bir iddia yüzünden... İddialaşmayı çok severdi.

 Ailesi hakkında bize ne söylemek istersiniz?

 Babası Robert, her zaman geri planda kalmayı tercih etti. Oğlunu izlemeye nadiren geliyordu çünkü mesleği icabı çok seyahat etmesi gerekiyordu. Kız kardeşi Diana da yine bu kulüpte tenis oynuyordu ama kulübe üye değildi. Düşük profilli turnuvalara katılıyordu ama Roger'a oranla daha az yetenekliydi. Zaten daha sonra biniciliğe yöneldi.

 Peki Lynette?

 Evet, Lynette kötü bir oyuncu değildi. Senior A takımının üyelerindendi ve o ekiple İsviçre şampiyonu oldu.

 Roger, İsviçre için ne anlam ifade ediyor? Kendisi bir ulusal kahraman mı?

 Roger, İsviçre'de herkes tarafından takdir edilen bir isimdir. Lozan, Neuchatel ve Cenevre, bugüne dek birçok Davis Kupası maçına ev sahipliği yaptı. Roger'ın bir ya da iki eşleşmede takımda yer almaması beni rahatsız etmişti fakat kariyerinin başlarında Davis Kupası'nda hep oynamıştı. Bununla birlikte sanırım Roger, İsviçre'de kaldığı zamanlarda Amerika'daki kadar ilgi görmüyor. Örneğin Amerikan Davis Kupası Takımı oyuncuları, buraya geldiklerinde Roger'ın etrafında kimsenin olmayışına çok şaşırmıştı. Amerika'da bir Amerikalının maç kazanması normaldir ama İsviçre'de durum böyle değil. Burada bizden birinin bir şeyler başarabildiğini görmek inanılmaz bir olaydır fakat aşırılıktan hoşlanmayız.

 Bu yıl Roger'ın Wimbledon'ı kazanmasına şaşırdınız mı?

 Maçı burada, kulüpte seyrettim. Burada bir İsviçre televizyonu var ve Roger'ın Grand Slam finallerini hep burada izleriz. Wimbledon'ı kazanması muazzamdı. Ben ona hep inanıyordum ve maçın ardından da bir şişe şampanya patlattım. Gazeteciler sürekli onun tenisi bırakması gerektiğini söylüyordu. Bu beni öfkelendiriyordu çünkü Roger, geçtiğimiz sezonun sonu ve bu yılın başında hâlâ dünya 3 numarasıydı. Evet, bu yaz onun adına çok memnun oldum ve onun gazetecilerin haksız olduğunu kanıtlaması da beni çok memnun etti.

 Roger'ın tüm bu Grand Slam şampiyonlukları devasa.

 Aynı zamanda şaşırtıcı. Özellikle ilk Grand Slam'i... Ondan böyle bir şey beklemiyorduk.

 Önceleri yenilmez olarak görünen Federer'in Nadal gibi isimlere karşı kaybetmeye başladığı dönemlerde neler yaşadınız ?

 Turun diğer kaliteli oyuncularına da saygı duymak gerekiyor. Roger her zaman kazanan bir oyuncu olmaya devam edemezdi. Dünya sıralamasının zirvesinde böylesine büyük rekabetlerin olması tenis için daha iyi bir şey.

 Bu dönem, asla eskimeyen bir savaşçı olarak tasvir ettiğiniz Federer için oldukça karmaşık geçmiş olmalı.

 Evet ama evine döndüğünde gördüğü kişi Mirka'ydı. Bu, ona çok yardımcı oldu. Mirka, onun her maçında tribündeki yerini alırdı. Bir defasında Mirka gelmemiş, Roger da o maçı kaybetmişti.

 Roger bize kusursuzmuş gibi geliyor. Centilmen, nazik, büyük, bazıları içinse yakışıklı...

 Haklısınız. O, asla haksız değildir. Sürekli küfretmesi dışında onun bir kusurunu bulmak çok zor. İtiraf ediyorum ki küfretmesi beni öfkelendiriyor. Zaten annesi Lynette de oğlu aşırı küfrettiği zaman onu korttan çıkarmamı istiyordu.


 Çok kullandığı bir küfür var mıydı?

 Hayır, bunu söyleyemem. Bu, çok hoş bir şey değil.

 Annesini sıklıkla görüyor musunuz?

 Evet, her ay görüşüyoruz. Benden çok uzakta oturmuyor. Roger'dan ve daha çok da başka şeylerden konuşuyoruz.

 Gazeteci ziyaretçileriniz fazla mı? Sanırım burası bazen bir ibadet yerine dönüşüyor, değil mi ?

 Evet, bu doğru. Benimle ilgili birçok gazete kupürünün olması da bu yüzden. Genellikle bunları ya Lynette'ten alıyorum ya da arkadaşlarım aracılığıyla elde ediyorum. Bir gün bir yolcu otobüsü dolusu Japon gazetecinin buraya geldiğini hatırlıyorum. Sayısını bilmiyorum ama bugüne kadar birçok röportaj verdim. Bunların çoğu da Wimbledon sonrasındaydı. Yani bu turnuva herkeste iz bırakıyor. Şu sıralar talepler azaldı. Son röportajım bir İtalyan gazeteci ileydi. Kendisine Roger'ın futbol oynarken çekilmiş bir fotoğrafını ödünç verdim ama onu bana geri vermedi. 

 İsviçre, Guillaume Tell ve Roger Federer'e sahip. Son olarak Roger Federer bu ülkenin en büyük yıldızı, değil mi ?

 Evet, ben de böyle düşünüyorum.

24 Kasım 2012

Roger Federer'in Çocukluk Yılları-1


 Roger Federer'in 1989'dan 1995'e kadarki tenis eğitmeni Madeleine Bärlocher ile tenisin yaşayan efsanesi üzerine bir sohbet... Röportajın Fransızca versiyonu için tıklayınız.

 Roger neden Old Boys Tenis Kulübü'nü seçti? 
  
 Roger, buraya sekiz yaşındayken annesi Lynette'in sayesinde geldi. Zaten annesi de bu kulüpte tenis oynuyor ve takım maçlarına katılıyordu. Bir gün yanıma geldi ve oğlunun kulübe katılıp katılamayacağını sordu. Küçük yaş gruplarının çalışma programından etkilenmişe benziyordu. Roger, bize gelmeden önce ailesinin iş yerine ait kortlarda tenis oynuyordu.

 Lynette'in Roger'ı buraya kaydettirme nedeninin oğlunun çok iyi bir kariyer yapacağına inanması olduğunu söyleyebilir miyiz?

 Hayır, ailesi ondan böyle bir beklenti içinde değildi. O her zaman Roger'dı. Sadece profesyonel tenisçi olmak isteyen Roger... Sekiz yaşına geldiğinde bize ve arkadaşlarına 1 numara olmaktan bahsediyordu. Bense buna inanmıyordum. Zaten İsviçre'de de o zamanlar çok çok büyük bir tenisçi yoktu. 80'li yılların sonlarıydı. Belki Marc Rosset ve Jakob Hlasek... Ama hepsi bu. Evet, o zamanlar Roger'ın bu kadar ileri gideceğini öngörememiştik. Eğer bunu tahmin edebilmiş olsaydım onu daha yakından izlerdim. Fakat ondan daha iyi olan başka gençler de vardı.

 Wimbledon'ı küçükken de hayal ediyor muydu?

 Wimbledon'ı kazanmak her zaman onun olayıydı. Gençken de bu böyleydi. Aklıma gelmişken bir anekdot anlatayım onun Wimbledon aşkıyla ilgili. Bir gün antrenmanda onu izliyordum ve kazandığı bir puan bende büyük bir iz bırakmıştı. Rakibi aşırtma bir vuruş yollamıştı ve bunu karşılamak zorundaydı. Geri çekildi ve puanı smaçla tamamladı. Kazandığı puandan son derece memnundu ve bana "Ben bir gün bu smacım sayesinde Wimbledon'ı kazanacağım." dedi. Londra'da oynadığı finallerden birinde benzer bir şeyi maç puanında yapmıştı. Beni güldürmüştü, inanılmazdı.

 Peki kaprisli bir çocuk muydu ?

 Hayır, sadece bana değil, hiç kimseye bu şekilde davranmaya cesaret edemezdi. Buna karşın ergenlik çağına geldiğinde sürekli ağlayan kaprisli bir çocuğa dönüşmüştü. Basel'de kendisini çok çabuk geliştirdi. Burada olmaktan memnundu. Daha sonra önemli turnuvalarda oynamaya başladığında aynı hızda gelişemedi. Bir anda kortta siniri bozulan ve sürekli raket fırlatan bir çocuğa dönüştü. Gençlikte hep böyle olur zaten.

 Onu karakter olarak nasıl tanımlarsınız?

 Güler yüzlü ve atak... Şaka yapmaktan çok hoşlanan bir yapıya sahipti. Yaptığı şakalardan biri hâlâ aklımdadır. Kulüplerarası bir müsabakaya çıkmıştık ve oynama sırası ona gelmişti. Bir anda gözden kaybolmuştu. Her yeri aradık ama onu bulmak imkansızdı. Daha sonradan bir ağacın içine saklandığını anladık. Bu tip şakalara ve eğlenmeye bayılırdı. 13-14 yaşlarındayken Ecublens'a gitti. Başlarda çok zorluk çekti. Zira yeni bir hayata, yeni bir çevreye ve Fransızca konuşmaya alışması gerekiyordu. Annesi bana ilk aylarda onun sürekli ağladığını söylemişti. Psikolojik olarak çok karmaşık bir durumdu ve bizim açımızdan da onun kulüpten ayrıldığını görmek çok üzücüydü. Çok sevimliydi ve herkes tarafından takdir edilen bir çocuktu.

 Teknik olarak o yaşlarda da aynı oyuna mı sahipti?

 Evet, tamamı ile aynı oyunu oynuyordu. Hızlı öğrenen bir çocuktu. İlk antrenörü olan Seppli Kacovski'nin öğrettiği vuruşları hemen uygulamaya başlıyordu. Diğer çocuklar ise ancak iki hafta sonra bunu yapabiliyordu.

 Seppli onun müthiş yetenekli bir çocuk olduğunu söylüyordu. Sanki ellerinin arasında raketle doğmuş gibi bir izlenime sahipti Roger hakkında.


 Bu açıkça görülebilen bir durum. Fakat Roger'ın geleceğini veya ileride 1 numara olup olamayacağını o günlerden göremezdik. Kendini gösteremeyen birçok genç yetenek vardı. Üstelik o zamanlar Roger'ın hayatında sadece tenis yoktu. Toplu sporların hepsine büyük ilgi duyuyordu. Tenis dışında futbol ve basketbol da oynuyordu. Birçok gence tenis dışındaki sporlarla da ilgilenmelerini söylüyordum.


 Teniste yükselmeye başladığı yıllarda da onunla olan iletişiminiz devam etti mi?

 Evet. Fakat daha çok ailesi, özellikle de annesiyle olan irtibatımızı korudum. Küçük yaş grupları için turnuvalar düzenlediğimizde annesi bize çocukların giymesi için tişörtler ve tenis aksesuarları gönderiyordu.

 Roger ile özel bir ilişkiniz var mıydı?

 Hayır, onunla olan diyaloğumuz sadece bu anlattıklarımdan ibaret. Gençlerle olan ilişkilerinizde dikkatli olmanız ve her çocuğa eşit davranmanız gerekiyor. Buna karşın o, diğer çocuklardan ayrılıyordu. Kaybetmekten nefret ediyordu. Hırslı olduğunu hissedebiliyorduk. Takım maçları sırasında birçok defa kortta ağladığını hatırlıyorum. Herkes başka bir şey düşünürken onu teselli etmek imkansızdı.

 Onu televizyonda izlerken özel şeyler hissettiğiniz anlar oldu mu?

 Evet, Wimbledon'da oynarken... Gençler kariyerim sırasında ben de Wimbledon'da oynamıştım.

 Küçükken bu kadar değişken karaktere sahip birinin profesyonel kariyerinde kortta son derece sakin görünmesini nasıl açıklarsınız?

 Bu, Mirka sayesindedir.

 Mirka'yı yakından mı tanıyorsunuz? Biz tenisseverler için biraz gizemli birisi.

 Kulübe gelip turnuvalara katılıyor ya da arkadaşlarıyla tenis oynuyordu. Aslında Roger'la Sidney Olimpiyatı'ndan önce tanıştılar.

 Mirka'yı o zamanlarda da izliyor muydu?

 Evet ama onlar bunu reddediyor. Roger, o dönemde kendini tamamı ile tenise vermişti. Bugünse her şeyini Mirka yönetiyor.

 Peki onu daha sakin birine dönüştüren kişi Mirka mıydı?

 Evet. O dönemde sadece Peter Carter (Federer'in 2004'te trafik kazası sonucunda yitirdiği antrenörü) onu sakinleştirebiliyordu. Roger ve Peter birbirleriyle çok iyi anlaşıyorlardı. Carter, ona çok yardım etti ve onun teknik seviyesini yükseltti. Tenisteki tecrübelerini ona çok iyi aktardı. Peter, ona sakinlik veriyordu. Zaten bu konuda tüm gençleri eğitmeyi başarmıştı. Aynı zamanda turnuvalarda Roger'a eşlik eden kişiydi ve Roger bu sayede ondan çok şey öğrendi. Daha sonra Bienne şehrine gidip çalışmalarına orada devam ettiler. Küçük yaş gruplarındaki büyük turnuvalar ve Challenger turnuvalarıyla gelişimlerini sürdürdüler.

 Devamı yakında.

4 Kasım 2012

Tenisin Grand Slam Bahtsızları


 2010 Fransa Açık'ı kazanarak 30 yaşında kariyerinin ilk Grand Slam kupasını kaldıran Francesca Schiavone'nin teklerde yalnızca beş kupa kaldırabildiğini biliyor muydunuz? Peki ya uzak kıtanın prensesi Samantha Stosur'a ne demeli? 2011 Amerika Açık'ta mutlu sona ulaşan Avustralyalıda ise bu sayı sadece üç. 

 Bir tarafta kendilerinden hiç beklenmediği hâlde Grand Slam kazanan isimler dururken diğer tarafta bu şerefe nail olamayan çok büyük kariyerler mevcut. İşte Grand Slam'lerde bir türlü muradına eremeyen en değerli beş tenisçi:

 1) Nikolay Davydenko (21 ATP Turu şampiyonluğu): Grand Slam'ler dışındaki her seviyede şampiyonluğu bulunan Davydenko'nun müzesinde biri ATP Turu Finalleri, üçü de Masters Serisi olmak üzere toplamda 21 kupa bulunuyor. Rus tenisçi, majör turnuvalarda ise dört kez yarı finale yükselmesine rağmen bunların hiçbirinden final çıkaramadı. Üç kez Roger Federer'e takılan Kolya, 2005 Roland Garros yarı finalinde de setlerde 2-1 önde olduğu maçı Mariano Puerta'ya kaybetti. Deneyimli raketin bir diğer önemli özelliği ise Rafael Nadal'a karşı pozitif maç kaydına sahip ender isimlerden biri olması.

 2) Caroline Wozniacki (20 WTA Turu şampiyonluğu): Beğenin ya da beğenmeyin, istatistikler genç Danimarkalıyı bu listeye rahatlıkla dahil edebileceğimizi söylüyor. Grand Slam ve WTA Championships seviyesindeki en iyi derecesi final olan Wozniacki, diğer tüm kategorilerde ise kupa kaldırmayı başardı. 2009 yılında yükseldiği Amerika Açık finaliyle tenis dünyasına adını duyuran Caro, daha sonrasında tam 67 hafta boyunca 1 numaralı koltuğun sefasını sürdü. Son derece defansif bir oyun tarzına sahip olan güzel raket, Grand Slam kazanamadan 1 numaraya yükselmesinden ötürü Jelena Jankovic ve Dinara Safina gibi eleştirileri oklarının hedefi oldu.

 3) David Ferrer (18 ATP Turu şampiyonluğu): Büyük Dörtlü'nün gölgesinde kalmış olsa da uzun yıllardır üst seviyede tenis oynamayı sürdüren David Ferrer, erkekler tenisinde istikrar dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri. Kariyer rekoru dördüncülük olan İspanyol raket, Grand Slam turnuvalarında ise dört kez son dört raket arasına kaldı. Mücadeleci ve savaşçı kimliğiyle ön plana çıkan "Gölge Adam", bu yıl Paris Masters'ı kazanarak bu seviyedeki ilk kupasını kaldırdı.

 4) Elena Dementieva (16 WTA Turu şampiyonluğu): Gerek tenisçiliği gerekse de mütevazı kişiliğiyle taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanan Elena Dementieva, Olimpiyat altını dahil her türlü başarıyı elde ettiği kariyerinde bir tek Grand Slam kazanamadı. Kortlarda Rus rüzgarının esmeye başladığı 2004 yılında Roland Garros'ta finale yükselen fakat vatandaşı Anastasia Myskina önünde ağır bir mağlubiyet alan Elena, aynı sezonun Amerika Açık finalinde de Svetlana Kuznetsova'ya boyun eğmekten kurtulamamıştı. 

 5) David Nalbandian (11 ATP Turu şampiyonluğu): 2002'de oynadığı Wimbledon finaliyle adını duyuran David Nalbandian, o maçı Lleyton Hewitt karşısında tarumar olarak kaybettiyse de sonrasında pek çok önemli başarıya imza attı. Özellikle backhand kanadındaki etkinliğiyle bir dönem Federer-Nadal ikilisinin de başını ağrıtan Nalby, kariyerinin en önemli zaferini 2005 yılında ATP Turu Finalleri'ni kazanarak elde etti. Dünya klasmanında 3 numaraya kadar yükselen Arjantinli, dört Grand Slam'de de
 yarı final görmeyi başaran ender oyunculardan biri.