24 Kasım 2024

Şafak Hanım Geldi Ama Dertler Bitmedi

 Bilgin Gökberk üstadımızın sıklıkla söylediği gibi AKP'nin yeni Türkiye'sinde seçim yok, "seçin" var. Bunun bir örneğini de yakın zamanda Türkiye Tenis Federasyonu'nda gördük. İktidarın desteklediği Şafak Müderrisgil, tek aday olarak girdiği başkanlık seçiminin ardından Türk tenisinin yeni patronu oldu. Yani iktidar Şafak Hanım'ı seçin dedi, genel kurul da seçti. 

 Seçimden evvel son derece iddialı bir şekilde adaylıklarını duyuran Esat Tanık ve İsmail Geliç, tıpkı iktidar tarafından üstü çizilen bir önceki başkan Cengiz Durmuş gibi ilerleyen süreçte yarıştan çekildi. Bu da gösteriyor ki Türkiye, artık spor federasyonları düzeyinde bile demokrasi d'sinin olmadığı bir ülke hâline geldi.

 Devrik başkan Cengiz Bey, dokuz yılı aşkın görev süresi boyunca Türk tenisinin tüm paydaşlarına illallah ettirmişti. Milli sporcular da dahil olmak üzere kendisinden şikayet eden herkese kin güden kahramanımız, koltuğunu koruyabilmek adına aklınıza gelebilecek her yola başvurdu. Tenis kulüplerine oy karşılığında organizasyon yağdırdı, federasyonun sosyal medya hesaplarını kişisel reklamı için kullandı ve sürekli medyada boy gösterdi. Fakat hiçbiri kaçınılmaz sonu engelleyemedi. Talimatla oturduğu makamdan talimatla ayrıldı.

 Şafak Hanım, muhtemelen Cengiz Bey kadar kötü bir yönetim sergilemeyecektir. Kendisinin gelişi, tenis camiasına bir nebze de olsa nefes aldıracaktır. Ancak çiçeği burnunda başkandan ülke tenisini ihya etmesini beklemek hayalcilik olur. 

 Türkiye'deki mevcut güç ilişkileri içerisinde herhangi bir spor federasyonunun görevini layıkıyla yerine getirebilmesi mümkün değil. Çünkü federasyonları arpalık olarak kullanma anlayışı, şu anki iktidar döneminde şahikasına ermiş vaziyette. Hâl böyleyken Şafak Hanım'ın göbekten bağlı olduğu iktidarın izni olmadan tek bir adım atma şansı yok. Zaten kendisinin de böyle bir niyeti olduğunu düşünmüyorum. Her federasyon başkanı gibi o da şahsi ikbalinin peşinde.

 Son tahlilde federasyonlar aracılığıyla yandaş besleyen zihniyet yok olmadığı müddetçe Türk sporu bir milim ileri gidemez. Ahmet gider, Mehmet gelir fakat günün sonunda değişen hiçbir şey olmaz.

7 Eylül 2024

Bahisçiler Tenisçilerin Başını Ağrıtıyor

 Bahisçilerin tenisçilere yönelik sosyal medya tacizleri, Caroline Garcia'nın Amerika Açık ilk turunda elendiği maçın ardından yaptığı paylaşımla bir kez daha gündeme geldi. Kendisine gelen tehdit ve hakaret mesajlarından birkaç örnek sunan Fransız raket, 30 yaşında olmasına karşın bu tip mesajlardan hâlâ etkilendiğini belirtti. Tenisin bahis şirketleriyle arasına mesafe koyması gerektiğini savunan Garcia, bahisçi tacizi konusunda yetkilileri daha ciddi tedbirler almaya davet etti.

 Garcia'nın açıklamasına iliştirdiği taciz mesajlarında "Kendini silahla vurmalısın.", "Sirke ait bir palyaço.", "Umarım annen yakında ölür." ve "Sen bir b.k parçasısın." yazıyor. Bahis sektörünün büyümesiyle birlikte pek çok tenisçi sosyal medya üzerinden işte böylesi alçaklıklara maruz kalıyor. Bunları yazanlar, kumarda kaybettikleri paranın hırsını oyunculardan çıkarmaya çalışan ruh hastaları.

 Tenisin yönetim organları, şimdiye dek bu sorunun çözümüne ilişkin bazı adımlar attı. Örneğin Roland Garros, geçtiğimiz yıldan itibaren Bodyguard isimli bir yapay zeka teknolojisini oyuncuların kullanımına sundu. Bu teknoloji sayesinde isteyen oyuncular; Facebook, Instagram, X, Youtube, Tiktok ve Discord'daki küfür, hakaret ve tehdit içerikli yorumları otomatik olarak filtreleyebiliyor. Uygulama, aynı zamanda bu tip mesajları ilgili birimlere rapor ediyor. Roland Garros'un bu hamlesinin ardından ITF, WTA, Wimbledon ve Amerika Açık da geçtiğimiz yılın sonunda Threat Matrix isimli benzer bir uygulamayı hayata geçirdi.

 Sözünü ettiğimiz girişimler, kıymetli olmakla birlikte maalesef sorunu kökünden çözmüyor. Nitekim Garcia da yapay zeka uygulamalarını kullandığı hâlde taciz mesajlarından kurtulamadığını söylüyor. Sosyal medya ve bahis oyunları tüm dünyada yasaklanamayacağına göre bu sorunu tamamen ortadan kaldırmak da mümkün değil. Söylemesi belki üzücü ama tenisçilerin mevcut durumu kabullenerek sosyal medya zorbalıklarıyla yaşamayı öğrenmeleri gerekiyor. Bu, özellikle genç tenisçiler için zihinsel anlamda çok meşakkatli bir süreç olabilir. Bu noktada da oyunculara gerekli eğitimlerin ve psikolojik desteklerin sağlanması şart.

10 Ağustos 2024

Tenisçilere Robot Muamelesi Yapılmamalı

 Teniste saygısızlığın ve terbiyesizliğin elbette yeri olmamalı. Çirkin davranışlar sergileyen oyuncular mutlaka ama mutlaka cezalandırılmalı. Aksi hâlde Nick Kyrgios gibi canavarlar yaratırsınız. Bununla birlikte cezaların da işlenen suçlarla orantılı bir şekilde verilmesi gerekiyor. Ne var ki geçtiğimiz hafta düzenlenen Citi Açık'ta kantarın topuzunun tamamen kaçtığı bir karara imza atıldı. 

 Denis Shapovalov, turnuvanın çeyrek finalinde Ben Shelton ile kozlarını paylaşıyordu. İlk seti 7-6(5) kaybeden Kanadalı raket, ikinci setin tie-break'inde 5-3 gerideyken oynanan puanda backhand'ini fileye taktı. Yaptığı hataya sinirlenen 25 yaşındaki tenisçi, önce raketini yere fırlattı, ardından da tribündeki bir seyirciyle diyaloğa girdi. Ağzından f ile başlayan malum küfrün çıktığı anlaşılan Shapovalov, korta çağrılan süpervizör tarafından diskalifiye edildi. 

 ATP kurallarına göre turnuvadan ihraçla cezalandırılan bir tenisçi, ilgili turnuvadan kazandığı puan ve para ödülünün tamamını kaybediyor. Ancak ATP, Shapovalov'dan gelen itiraz üzerine cezayı hafifletti ve oyuncunun kazandığı ödüllerinin tamamının korunmasına hükmetti. Bununla birlikte Shapovalov'a 36 bin 400 dolarlık bir para cezası kesti.

 Shapovalov'un başına gelenler, tenis dünyasından ciddi bir tepki gördü. Konuyla ilgili olarak özellikle Daniil Medvedev'in yaptığı şu yorumlar son derece isabetliydi:

 "Bana göre Denis diskalifiye edilmemeliydi. Televizyondan duyduklarımıza bakılırsa uyarıyı, belki de para cezasını hak ederdi ama hepsi bu. Dolayısıyla çıkan karara gerçekten çok şaşırdım. Şu anda ATP'nin yaptığı bazı şeylerin iyi, bazılarının ise pek iyi olmadığını görüyorum. Ancak nereye gittiklerini bilmedikleri izlenimine kapılıyorum. Formula 1 ve futbol gibi olmak istiyorlar. Ancak etraflarında sirk ve gösteri varken oyunculardan robot gibi sakin olmalarını isteyemezsiniz. Oyuncular ve seyirciler için her şeyin daha net olması gerekiyor."

 Tenisi gerçekten sevenler, kortların sirke dönüşmesine de oyunculara robot muamelesi yapılmasına da sonuna kadar karşı çıkmalı. Basit bir küfür hadisesinden dolayı bir tenisçiyi turnuvadan ihraç etmek asla adil olmadığı gibi son derece gayriinsani bir uygulama. Üstelik ATP'nin kural kitapçığında sözlü taciz durumunda doğrudan ihracı öngören bir madde de yok. Bu noktada takdir, tamamen süpervizörlere bırakılmış. Onların da bu yetkiyi kullanırken tenisçilerin birer insan olduğu gerçeğini unutmamaları gerekiyor.

2 Temmuz 2024

Çim Tenisin Asli Zeminidir

 "Çim, tenis değil, inekler içindir." Bu sözü, ilk defa İspanyol tenis efsanesi merhum Manolo Santana sarf etmişti. Daha sonrasında Ivan Lendl, Marcelo Rios ve Marat Safin gibi önemli oyuncular tarafından tekrarlanan bu aforizma, doğrudan doğruya çim kort karşıtı bir söylem olsa da aslında bu oyuncuların çimde arzuladıkları başarılara ulaşamamalarının yarattığı hayal kırıklığının dışavurumuydu. 

 Tenisçilerin çim korttan şikayet etmeleri bir yere kadar anlaşılabilir. Zira topun alçak sektiği, yüksek hızlı ve kaygan çim zeminlere uyum sağlamak gerçekten kolay değil. Hele ki taban tabana zıt özelliklere sahip toprak zeminden çok kısa bir süre içinde çime geçmek zorunda olmaları oyuncuların işini daha da güçleştiriyor. Tüm bunlara karşın çimde tenis oynanmaması gerektiğini savunmaksa bu oyunun tarihine dair derin bir cehalete tekabül ediyor. 

 Araştırmacılar, tenisin bugünkü formuyla ilk kez 19. yüzyılın sonlarında İngiltere'nin Birmingham şehrinde "lawn tennis", yani çim tenisi adıyla oynandığını düşünüyor. Nitekim ulusal ve uluslararası düzeyde kurulan ilk tenis federasyonlarında da bu ismin geçtiğini görüyoruz. Bugün USTA olarak bildiğimiz Birleşik Devletler Tenis Birliği'nin ilk adı USLTA'dır. Aynı şekilde Uluslararası Tenis Federasyonu da ITF değil, ILTF adıyla kurulmuştur. Bu iki kurumun daha sonrasında adlarından çıkardığı lawn (çim) ifadesini Büyük Britanya tenisinin en büyük yönetim organı olan Lawn Tennis Association ise hâlen koruyor. 

 Oyunun isminin çim tenisi olduğu dönemde dört Grand Slam'in üçü çim zeminde düzenleniyordu. Wimbledon'ın yanında Amerika Açık 1975'e, Avustralya Açık da 1988'e dek çim kortlarda oynanmıştı. Daha sonrasında Amerika Açık üç yıl toprak kort aktarmalı olarak, Avustralya Açık ise doğrudan sert zemine geçiş yaptı. 

 Tüm bunlardan da anlaşılacağı üzere çim, tenisin ilk ve geleneksel zeminidir. Tenisin adını aldığı zeminde oynanmamasını isteyenler bu sporun tarihini hiçe saymaktadır. Kaldı ki çim, tenisle olan varoluşsal ilişkisine rağmen profesyonel turda en az turnuvaya sahip zemin konumunda. Süresi bir ayı ancak geçen çim sezonunda ATP'nin dokuz Masters turnuvasından hiçbiri oynanmıyor. Hâl böyleyken çim tenisini lağvetmek, günümüz tenisinde zaten asgari düzeyde olan çeşitliliği ve seyir zevkini tamamen ortadan kaldıracaktır. 

19 Haziran 2024

Olimpik Tenise Doğru Şekilde Yaklaşmak

 Aryna Sabalenka ve Ons Jabeur gibi kadınlar tenisinin iki ağır topu, bu yıl Paris'te düzenlenecek olan Olimpiyat Oyunları'nda yer almayacaklarını duyurdu. Emma Raducanu da oyunlar için kendisine teklif edilen wild card'ı geri çevirdi. Organizasyonun başlamasına bir aydan fazla bir süre varken peş peşe gelen bu çekilme haberlerinde Paris 2024'teki tenis maçlarının toprak kortta oynanacak olmasının ciddi bir payı bulunuyor. Zira çim kort sezonunun bittiği, sert kort sezonunun sırada beklediği bir dönemde toprağa geri dönmek tenisçiler açısından oldukça riskli. Ancak en az bunun kadar üzerinde durulması gereken bir neden daha var ki o da Olimpiyat Oyunları'nın yaygın kanının aksine tenis nezdinde pek bir kıymetinin bulunmaması. 

 Olimpiyat Oyunları ile olan ilişkisi öteden beri çalkantılı olan tenis, 1924'ten sonra kaybettiği olimpik spor statüsünü ancak 1988'de geri alabildi. Rio 2016'dan bu yana ise Olimpiyat Oyunları tenisçilere sıralama puanı kazandırmıyor. ATP ve WTA'nın son kez puan verdiği Londra 2012'de tek erkeklerin altın madalyalı ismi 750, tek kadınlarınki de 685 puanı hanesine yazdırıyordu. En değerli hâliyle bile Masters'lar ile 500'lük turnuvalar arasında bir önem derecesine sahip olan Olimpiyat Oyunları'nın gerek geçmişte gerekse de bugün elit tenisçiler açısından bir hedef turnuva olduğunu söylemek çok güç.

 Tenisin son derece yoğun olan sezonluk takviminde oyuncular, form durumlarını Grand Slam'lerde en yüksek seviyeye çıkacak şekilde ayarlamaya çalışırlar. Çünkü tenisin zirvesi, bu dört büyük turnuvadır. Hâl böyleyken hiçbir elit tenisçiden Olimpiyat Oyunları'nı merkezine alan bir sezon planlaması bekleyemezsiniz. Böyle bir durum, ancak Novak Djokovic gibi olimpiyat altını hariç her şeyi kazanmış ve kariyerinin sonuna gelmiş biri için mantıklı olabilir. 

 Velhasıl, Olimpiyat Oyunları'nın kimi sporlar için taşıdığı anlam ve önem tenis özelinde geçerli değildir. Küçük tenisçi adayları, gelecekteki hedefleri sorulduğunda Grand Slam kazanmak ya da dünya 1 numarası olmak istediklerini söylerler. Hiçbirinden Olimpiyat lafını duyamazsınız.

 Tüm bu gerçeklere rağmen Türkiye'de Olimpiyat Oyunları'na öncelik veren bir tenis yönetimi mevcut. Nitekim Türkiye Tenis Federasyonu'nun mevcut başkanı, basına verdiği hemen her demeçte Olimpiyat Oyunları'na vurgu yapıyor. Üstelik yine kendisinin beyanlarından "Olimpiyat Oyunları'na hazırlık" kapsamında desteklenen tenisçiler olduğunu öğreniyoruz. Dünyada kendi oyuncularını Olimpiyat Oyunları'na hazırlayan ya da Olimpiyat Oyunları için destekleyen başka bir tenis federasyonu herhalde yoktur. Muhtemelen yalnızca Türkiye'ye özgü olan bu saçmalık, tenis federasyonumuzun göbeğinden bağlı bulunduğu siyasi iktidarın olimpik başarıları önemli bir propaganda malzemesi olarak görmesinden ileri geliyor. Bu kokuşmuş zihniyetin Türk olsalar Sabalenka, Jabeur ve Raducanu'ya neler yapacağını ise varın siz düşünün.

31 Mayıs 2024

Patolojik Bir Vaka: Fransız Tenis Seyircisi

 Roland Garros ve Paris Masters'taki Fransız seyirciler, tenis aleminin en büyük yüz karalarından biri. Kortta kazanmasını istemediği oyuncuyu durduk yere yuhalayan bir topluluktan söz ediyoruz. Tenisçilerin hakemle konuşmak, raket değiştirmek, topun izini incelemek veya tuvalet molası kullanmak gibi en doğal eylemleri bile bu patolojik kitle nezdinde birer yuhalanma sebebi olarak görülüyor.

 Münferit bazı çıkışlar dışında tenis dünyası, onlarca yıldır bu sporu dinamitleyen Fransız seyircilere hep göz yumdu. Sürekli halının altına süpürülen bu sorun, bu seneki Roland Garros'ta ise eşyanın tabiatı gereği büyük bir belaya dönüştü. 

 Turnuvanın ilk turunda Mpetshi Perricard'ı beş set sonunda geçen David Goffin, maç esnasında ev sahibi ülkeden bir rakiple karşılaşan her oyuncu gibi tribünlerin gazabına uğradı. Seyircilerin yuhalamalarına galibiyet sonrası elini kulağına götürerek cevap veren Belçikalı raket, düzenlediği basın toplantısında ise maç sırasında bir izleyicinin ağzındaki sakızı kendisine doğru tükürdüğünü söyleyecekti. Bu tip taşkınlıkların yalnızca Fransa'ya özgü olduğunu savunan Goffin, "Tenis futbola dönüşüyor. Yakında sis bombaları, holiganlar ve tribün kavgaları da görürüz." şeklindeki sözleriyle de eşikteki tehlikeye işaret ediyordu. 

 Goffin ile aynı gün korta çıkan Iga Swiatek ise Naomi Osaka'yı maç puanı çevirerek elediği erken finalin hemen ardından verdiği röportajda yalvaran bir ses tonuyla Fransız seyircilerden puan esnasında ses çıkarmamalarını rica ediyordu.

 Peş peşe yaşanan seyirci krizlerinin ardından Roland Garros yönetimi nihayet olaya el koydu. Turnuva direktörü Amelie Mauresmo, tribünlerde alkol tüketimini yasakladıklarını, uygunsuz davranışlar sergileyen seyircilerle ilgili hakemlerin yetkilerini genişlettiklerini ve bundan böyle çizgiyi aşanların stadyumlardan atılacağını duyurdu. 

 Tenis gibi sessizliğin talep edildiği bir spor dalında alkol tüketimine şimdiye dek izin verilmiş olması başlı başına bir aymazlık. Ancak Fransız seyircilerle ilgili esas problem, sarhoş olmalarından değil, tenis terbiyesine sahip olmamalarından ileri geliyor. Bu noktada Mauresmo'nun hayata geçirdiği tedbirlere ise yetmez ama evet diyorum. Sadece puan esnasında konuşanlar değil, ortada hiçbir gerekçe yokken tenisçileri yuhalayanlar da sayıları kaç olursa olsun stadyumlardan uzaklaştırılmalı. Tenisin bu tip küstahlıklara katlanmak gibi bir lüksü yok. 

7 Mayıs 2024

Türk Ekonomisiyle Beraber Çöken İstanbul Cup

 Türkiye Tenis Federasyonu, geçtiğimiz yıl resmi internet sitesinden yaptığı açıklamada İstanbul Cup'ın 6 Şubat Depremleri'nin yarattığı olumsuz koşulların etkisiyle sponsor bulunamadığı için iptal edildiğini ancak 2024'ten itibaren düzenlenmeye devam edeceğini duyurmuştu. Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymadı ve turnuva, WTA Turu'nun bu seneki takviminde de kendisine yer bulamadı.

 İlk kez 2005'te oynanan İstanbul Cup, İstanbul'un WTA Finalleri'ne ev sahipliği yapmasından ötürü turnuvaya verilen üç yıllık zorunlu arayı saymazsak 2022'ye kadar kesintisiz olarak düzenlenmişti. Turnuvanın lisansörü ise 2018'e dek Garanti Koza isimli bir inşaat şirketiydi. Şirketin 2018'den sonra turnuvayla ilişiğini kesmesi, muhtemelen aynı sene yaşanan kur şokunun bir sonucuydu. Nitekim birkaç yıl sonra da iflas bayrağını çektiler. Kalan yıllarda turnuva, bizzat devlet eliyle organize edildi. Ancak bugün gelinen noktada artık devletin de bu işin maliyetini yüklenmek istemediğini anlıyoruz. Velhasıl, İstanbul Cup'ın yok oluşu, Türk ekonomisinin çöküşüyle eş zamanlı olarak gelişen bir süreç.

 15 edisyonluk geçmişine baktığımız zaman İstanbul Cup'ın çok sık lokasyon ve zemin değiştirdiğini görüyoruz. Nitekim turnuvaya sırasıyla Ataköy, Tekstilkent, İstinye, Esenyurt ve son olarak tekrar İstinye ev sahipliği yaptı. İlk dört yıl toprak kortlarda oynanan turnuva, sonrasında sert zemine geçiş yapsa da 2016'dan itibaren toprağa geri döndü. Zemin konusundaki bu oynaklık, turnuvanın WTA takvimindeki yerinin de defaatle değişmesine sebebiyet verdi. Bunlara bir de seyirci kıtlığını eklersek İstanbul Cup'ın organizasyonel anlamda tam bir felakete tekabül ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

 Anlaşılan o ki bu işe hiçbir fizibilite çalışması yapılmadan, amiyane tabirle paldır küldür girişilmiş. Bunun neticesinde de sabit bir zemin, lokasyon ve takvime sahip olan ve kendisini finanse edebilen bir turnuva yaratılamamış. Şayet takvime dönerse İstanbul Cup'ın bundan sonraki aşaması ve önümüzdeki yıllarda düzenlenebilecek başka turnuvalar için bu hatalardan ders çıkarılması ve işin planlama boyutunun titizlikle ele alınması gerekiyor. Günübirlik kararlarla yönetilen bir WTA turnuvası, şekil A'da görüldüğü üzere kalıcı olamıyor. 

14 Nisan 2024

Alcaraz ve Nadal'ın Kader Ortaklığı

 Carlos Alcaraz'ı oyun stili açısından belli bir kalıba sokmak mümkün değil. Kendisi; kısa top ve vole yeteneğiyle Roger Federer'e, atletik özellikleriyle de Rafael Nadal'a benziyor. Zaman zaman da tenisçilikten çıkıp bir sirk cambazına dönüşüyor genç İspanyol. Bu anlarda ise erkekler tenisinin bir başka şovmeni Gael Monfils'i andırıyor.

 Beceri yelpazesinin genişliğiyle son derece garip bir oyuncu tiplemesi olarak karşımızda duran Alcaraz'ın fazlasıyla fiziksel güce dayalı bir tenis oynadığı ise hemen herkesin ortak kanaati. Genç İspanyol, tıpkı vatandaşı ve selefi Nadal gibi vücudunun limitlerini sonuna kadar zorluyor, yetişmesinin mümkün olmadığı toplar için bile kendisini parçalıyor. Bu durumun ortaya çıkardığı kaçınılmaz sonuç da Nadal'dakiyle aynı: çok sık sakatlık geçirmek.

 L'Equipe gazetesi, son olarak Monte Carlo Masters'tan sakatlığı nedeniyle çekilmek zorunda kalan Alcaraz ile ilgili geçtiğimiz günlerde yandaki görseli yayımladı. Yıllarca Nadal için çıkarılan ve vücudun kaç farklı bölgesinden sakatlık geçirildiğini gösteren röntgenlere henüz 20 yaşındaki bir oyuncunun özne olması son derece vahim bir durum. Bu kadar çok sakatlık, Alcaraz'ın yalnızca kariyer ömrünü kısaltmayacak, aynı zamanda sağlıklı bir emeklilik hayatı geçirmesini de güçleştirecek. Bu gayriinsani tabloyu yaratan en önemli faktörlerden biri ise genç yıldızın doğup büyüdüğü ülkedeki tenis anlayışı.

 İspanyollar, ekseriyeti toprak kort uzmanı olan çok iyi atletler çıkararak tenis dünyasında nam saldılar. Oyuna dair becerilerden ziyade fiziksel güç, zihinsel dayanıklılık ve mücadele azmini önceleyen bir zihniyete sahipler. Bu durumu eski Rus tenisçi Nikolay Davydenko, Championat'a verdiği röportajda şu sözlerle anlatıyor:

 "Alcaraz, çok tuhaf bir oyuncu. Peki niçin bu kadar çok sakatlanıyor? Çünkü İspanyol tenis ekolünde çok ciddi bir fiziksel aktivite mevcut. Doğaüstü bir fiziksel kondisyona sahipler. Tenisten çok buna odaklanıyorlar. Onlar için tenis geri planda. Önce koşmanız, yorulmanız, sonra da kortun diğer tarafında oynamanız gerektiğini söylüyorlar. Vücut bu aşırı yüklemelere dayanamaz. 20 yaş, ilk sakatlıkları yaşamak için elbette çok erken. İleride başka sakatlıklar ortaya çıkacak ve bu bir zincir hâlinde devam edecek."

 Davydenko ve bendenizin Alcaraz hakkındaki kaygılarının haklı olup olmadığını zaman gösterecek. Ancak başarı için insan sağlığını hiçe sayan bir tenis ekolünün her halükarda sorgulanması gerekiyor.

3 Mart 2024

Tenisi Psikolojik Kavramlarla Yorumlama Hastalığı

 Teniste ve genel olarak sporda zihinsel dayanıklılığın ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok. Gelgelelim son dönemlerde tenisteki her durum, alakalı olsun veya olmasın, bu kavram üzerinden açıklanmaya başladı. Üstelik bu yapılırken "mental" diye Türkçeye hiçbir zaman geçmemiş bir sözcük kullanılıyor. Zira Türk Dil Kurumu'nun internet sitesindeki Güncel Türkçe Sözlük'te arattığınız vakit bu kelimeyi bulamıyorsunuz.

 Geriden gelip kazandığı her maç sonrası Novak Djokovic'in zihinsel açıdan bir canavar olduğuna vurgu yapan genel bir anlayış, skor avantajına sahipken yenilenleri ise kafaca sorunlu ilan ediyor. Bir tenisçinin zihinsel gücünü yaptığı geri dönüşler veya öndeyken bitiremediği maçlar üzerinden ölçen bu ucube bakış açısı, özellikle 2019 yılında kaybettiği Wimbledon finalini örnek göstererek Roger Federer gibi bir efsanenin bile zihinsel açıdan kırılgan olduğunu söyleyebiliyor. Bu deli saçmalığını ciddiye almak bile abes ama gelinen noktada artık çürütmek gerekiyor.

 Federer, kariyeri boyunca 24 mücadeleyi maç puanı çevirerek kazanmış. 10 defa da iki set gerideyken galip gelmeyi başarmış ki bunların arasında Rafael Nadal'ı 0-2, 1-4 geriden gelip yendiği 2005 Miami Masters finali de var. Keramet maçı çevirmedeyse nerede kaldı Federer’in zihinsel zafiyeti? Federer bunları yaparken zihinsel olarak güçlüydü de 2019 Wimbledon finalinde mi bu gücünü yitirdi?

 Öndeyken yenilmek de gerideyken kazanmak da tenisin içinde var olan, gayet olağan senaryolar. Nitekim Nadal ve Djokovic’in de avuçlarının içindeyken kaybettikleri bir dolu maç bulabilirsiniz. Bunları korttaki oyundan tamamen bağımsız, salt psikolojik ögelerle açıklayamazsınız. Örneğin Nadal’ın 2015 Amerika Açık’ta Fabio Fognini’ye 2-0, 3-1 öndeyken yenilmesini zihinsel güçsüzlüğüne bağlamak komik bir varsayım olacaktır.

 Teniste aslolan, ortaya koyduğunuz performanstır. Tek başına zihinsel güç bir oyuncuya maç kazandıramaz. Şayet kazandırsaydı hiçbir oyuncunun saatlerce antrenman yapmasına gerek kalmazdı.  

2 Şubat 2024

WTA'nın Kucağındaki Bomba: Suudi Arabistan

 Sportswashing, yani sporla aklanma... Dünyada namı kötü olan ülkelerin spor endüstrisine yaptıkları yatırımlarla imajlarını düzeltmeye çalışması anlamına gelen bu kavram Suudi Arabistan sayesinde yeniden hayatımıza girdi. Küresel çaptaki futbol ikonlarını astronomik ücretler karşılığında transfer eden Suudlar, bir yandan da uluslararası spor organizasyonlarının ev sahipliğine soyunuyor. Bu bağlamda gözlerini diktikleri branşlardan biri de tenis.

 Next Gen Finalleri'yle geçtiğimiz yıldan itibaren ATP takvimine girmeyi başaran Suudi Arabistan'ın bir kadın turnuvası düzenleme ihtimali ise ülkedeki rejimin karakteristiği gereği daha büyük bir gürültü koparıyor. Nitekim Martina Navratilova ve Chris Evert gibi iki büyük efsane, bir süredir WTA Turu'nun bu ülkeye gitmemesi için aktif kampanya yürütüyor.

 Kendi vatandaşını gözümüzün önünde vahşice öldürüp cesedini de asitle eriten Suudi Arabistan'ın Orta Çağ artığı ve insanlık düşmanı bir rejimle yönetildiği su götürmez bir gerçek. Fakat kadın tenisçilerin burada oynamaması gerektiğini savunanların ne kadar tutarlı oldukları da tartışılır. Örneğin Navratilova ve Evert bu konuda gerçekten samimi olsalardı Suudi Hanedanı'nın 1 numaralı hamisi konumunda bulunan kendi ülkeleri ABD'ye de bir çift laf ederlerdi. 

 Dünyada insan hakları sicili açısından pirüpak bir ülke yok. Dolayısıyla spor organizasyonlarının ev sahipliklerini insan hakları filtresinden geçirerek vermeye kalkarsanız günün sonunda gidebileceğiniz yer kalmaz. Kaldı ki bu konu özelinde Suudi Arabistan'dan hiçbir farkı bulunmayan Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Çin gibi ülkelerde yıllardır kadın turnuvaları düzenleniyor.

 Şayet Suudi Arabistan yeterli imkan ve kabiliyete sahipse bir WTA turnuvasına ev sahipliği yapsın. Ancak WTA yönetimi, her ülke için geçerli olan standart prosedürünü bu ülkeye de titizlikle uygulasın. Sırf biraz daha fazla para kazanabilmek uğruna asla kendi kurallarından taviz vermesin. Aksi hâlde Suudi rejimine meşruiyet sağlamanın utancını yıllarca üstlerinde taşırlar.