Avustralya Açık ve Roland Garros’la birlikte bu yıl nur topu gibi
iki slam şampiyonumuz daha oldu. 2010 yılından günümüze kadarki süreci
incelediğimiz zaman Grand Slam şampiyonları listesine kadınlardan dokuz
ismin daha eklendiğini ve bu isimlerin sadece üçünün bu başarıyı tekrar
edebildiğini görüyoruz. Bu manzara da aslında bize yıllardır tartışılan
kadın tenisinin hâl-i pür melâlini yansıtıyor. Son zamanlarda kalite ve
istikrarı neredeyse hiç bir arada göremediğimiz WTA Turu'nda artık
amiyane tabirle önüne gelenin majör turnuva kazandığına şahit oluyoruz.
Kadınlar
tenisindeki bu içler acısı hâlin daha çok göze batmasında önemli bir
etken de hiç kuşkusuz erkek meslektaşlarının olağanüstü başarısı. Ancak
tarihte eşi benzeri görülmemiş ve bir daha da görülmesi zor olan bu ATP
neslini WTA Turu'yla karşılaştırmak da pek adil gelmiyor bana. Bu yüzden
kadın tenisini daha ziyade kendi içinde değerlendirmekten yanayım.
Son
yıllarda kadınlar turunda yaşanan istikrarlı istikrarsızlıkların
temelinde ilk paragrafın sonunda yazdığım gerekçeler yatıyor. Hem
kaliteli hem de istikrarlı tenis oynayabilen oyuncu sayısı o kadar az ki
her büyük turnuvanın yeni bir şampiyon çıkarması artık vakayıadiyeden
oldu. 30. yaş gününe birkaç hafta kala Roland Garros'ta kariyerinin ilk
Grand Slam'ini elde eden Francesca Schiavone, 28 yaşında aynı başarıyı
Wimbledon'da elde edip hemen ardından emekliliğini açıklayan Marion
Bartoli ve 33'ündeyken giderayak Amerika Açık'ı kazanıp bu isimlere
katılan Flavia Pennetta bu durumun en çarpıcı örnekleri olarak
karşımızda duruyor.
Halbuki çok değil, 10 yıl öncesine gittiğimiz
zaman kalite ve istikrar anlamında erkek turunu bile kıskandıran bir
WTA Turu vardı karşımızda. Williams kardeşler, Justine Henin, Kim
Clijsters, Martina Hingis, Maria Sharapova, Lindsay Davenport ve Amelie
Mauresmo bir çırpıda sayabileceğim isimler. Elena Dementieva gibi her ne
kadar slam kupası kaldıramamış olsa da kalitesi asla tartışılmayacak
oyuncular da cabası. Peki şu anki WTA, bu kalibrede kaç kadın tenisçiye
sahip? Serena, meldonyum yüzünden kariyeri berbat olmayana kadar
Sharapova, e hadi bir de geçtiğimiz haftalarda hamileliğini açıklayan
Victoria Azarenka olsun. Gördüğünüz gibi ancak üç…
Oyuncu
kadrosunun çok daha vasıflı olduğu o yıllarda dahi sürpriz slam
şampiyonları çıkabiliyordu kadın tenisinde. Mesela 2004 Fransa Açık
galibi Anastasia Myskina bunun bir örneğidir. Olaya bu açıdan
yaklaştığınız vakit şu an yaşanan enflasyon hiç de garip gelmiyor. Bu noktadaki asıl sorunsa bayrağı çoktan devralmış olmaları gereken ama ortam son derece
müsait olduğu hâlde bir türlü beklenen çıkışı yapamayan genç oyuncularda aslında.
Yıllardır
kadın tenisinin geleceği olarak bir sürü isim atıldı ortaya ama ne var
ki bunlardan bir tanesi bile kayda değer bir başarının altına imzasını koyamadı
şimdiye dek. Bunun da nedeni, sözü edilen oyuncuların hiçbirinin
kendileri için yaratılan beklentileri karşılayabilecek donanıma sahip
olmaması.
Tenis dünyasının düştüğü temel bir yanılgı
var son dönemde: hasbelkader parlayan bir tenisçiye hemen
"geleceğin yıldızı" etiketini yapıştırmak. Oysa yıldızlık, çok
zor ulaşılabilecek bir seviye. Kariyerinin emekleme dönemindeki bir
isme böyle yakıştırmalar yapmak, hem işbu oyuncuya yapılmış büyük bir
haksızlık hem de çalışıp didinerek gerçekten yıldız olmayı başarabilmiş
tenisçilerin yaptıkları işleri çok hafife almaktır.
Son tahlilde
bugünün kadınlar tenisindeki en temel problem alttan hakiki yıldız
adaylarının çıkmıyor olmasıdır. Genç yıldızlar bayrağı devralmadıkça da
sanırım daha uzun yıllar boyunca kadın tenisindeki istikrarsızlığı
konuşmaya devam edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder