27 Aralık 2024

Capriati Skandalı ve Kadın Tenisine Getirdikleri

 Jennifer Capriati, 2004 yılında emekliye ayrıldığında üç kez Grand Slam şampiyonu ve eski dünya 1 numarasıydı. Ancak onun bu başarılar dışında tenis dünyasına bıraktığı önemli bir miras daha var.

 Henüz 13 yıl 11 aylıkken profesyonelliğe adımını atan Capriati, WTA Turu'na sansasyonel bir giriş yapmış ve katıldığı ilk üç turnuvanın ikisinde final oynamıştı. Kariyerinin ilk senesinde dünya sıralamasının ilk 10'una girmeyi başaran bu harika çocuk, CV'sine Roland Garros, Wimbledon ve Amerika Açık yarı finallerini eklediğinde 16 yaşını bile doldurmamıştı. 1992 Barselona Olimpiyatı'nda da altın madalyayı boynuna takan Birleşik Amerikalının ilerleyen yıllarda kadın tenisinin efsaneleri arasına girmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Ne var ki kahramanımızın düşüşü de yükselişi gibi ani oldu.

 Dirseğindeki sakatlık nedeniyle 1993 sezonunu Amerika Açık'taki ilk tur yenilgisinin ardından kapatan Capriati, aynı yılın son günlerindeyse utanç verici bir haberle gündeme geldi. Genç raket, alışveriş için girdiği bir mağazadan 15 dolar değerindeki bir yüzüğü çalmakla suçlanıyordu. Adı bir anda hırsıza çıkan başarılı tenisçi, olaydan birkaç hafta sonra yaptığı açıklamada lise eğitimini tamamlamak için tenise ara verdiğini duyurdu. Oysa gerçek sebep çok farklıydı ve kısa süre içinde ortaya çıkacaktı.

 1994'ün Mayıs ayında Florida'daki bir otel odasına giren polisler 18 yaşındaki Capriati'yi uyuşturucuyla yakaladı. Yaşanan bu büyük skandal, yıldız ismin zihinsel sağlığının yerinde olmadığını gösteriyordu. Nitekim kendisi de aylar sonra New York Times'a verdiği röportajda depresyona girdiğini ve intihar etmeyi düşündüğünü söyleyecekti. Erken gelen başarı ve şöhretin omuzlarına bindirdiği ağır yükü kaldıramamıştı. 

 Bir süre madde bağımlılığı tedavisi gören Capriati, 1994'ten 1996'ya kadarki iki yıllık süreçte yalnızca bir maç oynayabildi ve dünya sıralamasının dışına çıktı. Onun bu ibretlik düşüşü, WTA yönetimini küçük yaşlarda profesyonel olan sporcularla ilgili bir dizi önlem almaya sevk etti. Kamuoyunda "Capriati Kuralı" adıyla bilinen ve 1995 yılında yürürlüğe giren kararlar, 14 yaşını doldurmayanlara profesyonelliği yasaklarken 18 yaşından küçüklere de turnuva kotası getirdi. Ayrıca 18 yaş ve altındaki oyuncular için bir eğitim programı hazırlandı.

 Yapılan son düzenlemelerle birlikte 15, 16 ve 17 yaşındaki kızlar, sırasıyla 10, 12 ve 16 WTA turnuvasına katılabiliyor. Ancak başarı ve eğitim programını tamamlama durumlarına göre maksimum beş turnuva daha oynayabiliyorlar. 14 yaşındakilerse ancak özel davet aldıkları takdirde WTA Turu'nda yarışabiliyor. Yakın dönemde bu kısıtlamalara tabi olan tenisçiler arasında Coco Gauff ve Mirra Andreeva gibi önemli isimler de bulunuyor.

14 Aralık 2024

Vurun Dopingliye!

 Maria Sharapova'nın pozitif çıkan doping testini kamuoyuna duyurmasının ardından nasıl çarmıha gerildiği hepinizin hafızasındadır. Tenisin tüm aktörleri, o dönemde Rus tenisçiye nefret kusmak için sıraya girmiş gibiydi. Hatta iş öyle bir noktaya varmıştı ki bir zamanlar uyuşturucu bağımlısı olan Jennifer Capriati bile hiç utanmadan Sharapova'ya dil uzatmıştı. 

 Belki Sharapova kadar büyük bir lince maruz kalmadılar ama Jannik Sinner ve Iga Swiatek de geçirdikleri doping süreci nedeniyle bir süredir eleştiri oklarının hedefinde. Hatırlayacağınız üzere bu iki isim, yasaklı maddenin vücutlarına bulaşı sonucu girmiş olmasından ötürü sembolik cezalara çarptırılmışlardı. Sinner'in men cezası almadan, Swiatek'inse yalnızca bir aylık uzaklaştırmayla paçayı kurtarması, tenis dünyasında bir çifte standart tartışmasının fitilini ateşledi. Daha önce yine doping nedeniyle kortlardan uzun süre ayrı kalan Simona Halep ve Tara Moore, meslektaşlarının kayrıldığını, kendilerininse mağdur edildiğini öne sürerek tenisin yönetim organlarına sitem ettiler.

 Öncelikle Halep ve Moore'un ciddi birer mağduriyet yaşadıkları doğru. Dava süreçlerinin çok uzamasından ötürü ikisi de dönmeleri gereken zamandan çok sonra kortlara dönebildi. Ancak bu iki vakayı Sinner ve Swiatek vakalarıyla bir tutmak mümkün değil. Zira hem Sinner hem de Swiatek, yasaklı maddenin kendilerine nasıl bulaştığını kısa süre içerisinde ve çok net bulgularla ispatladı. Oysa Halep ve Moore bunu yapamadı. Üstelik Halep, yasaklı madde kullanımının yanı sıra biyolojik pasaportundaki dengesizlikten de yargılandı. Dolayısıyla ortada herhangi bir kayırma ya da çifte standart yok. 

 Doping süreci geçiren meslektaşları hakkında atıp tutan veya onlar üzerinden prim yapmaya çalışan tenisçilerse son derece çiğ bir davranış sergiliyor. Bu kişilere her insanın hata yapabileceğini ve aynı şeyin yarın kendi başlarına da gelebileceğini hatırlatmak gerekiyor. Kaldı ki hiçbir hatanız olmasa bile elde olmayan sebeplerden ötürü de pekala dopingli çıkabilirsiniz. Ne var ki bazıları, salt menfaat odaklı bir yaklaşımla düşene bir tekme de kendileri vurmak istiyor. Tabii bunlar arasında Nick Kyrgios adında yarı zamanlı tenisçi, tam zamanlı sosyal medya trolü olan bir arkadaş da var. Ancak böylelerini ciddiye alıp konuşmak bile zül. 

7 Aralık 2024

Mansour Bahrami 6-0 Molla Rejimi

 Mansour Bahrami, internette viral olan videoları sayesinde tenisle hiç ilgilenmeyenlerin bile tanıdığı bir kişi. Tenis topu ve raketle yaptığı cambazlıklarla kortların neşe kaynağı olan bu adamın hayat hikayesi ise hem trajik hem de ilham verici.

 1956'da İran'da dünyaya gelen Bahrami, tenisle babasının bahçıvanlık yaptığı bir spor kulübünde tanıştı. Kulüp yönetimi, o yıllarda yalnızca zenginlere özgü bir spor olan tenisi onun gibi yoksul çocuklarının oynamasına müsaade etmiyordu. Bunun yerine zenginlerin maçlarında top toplayıcılık yapan minik Mansour, bir yandan da eline geçirdiği tava, faraş ve benzeri aletlerle boş bir yüzme havuzunda toplara vuruyordu. İlk raketine 12 yaşındayken kavuşan bu fakir ama yetenekli çocuk, bundan bir yıl sonra da İran Tenis Federasyonu tarafından fark ediliyor ve tam teşekküllü bir tenisçiye dönüşüyordu.

 Bahrami'nin 1970'li yıllarda başlayan ve son derece mütevazı olan profesyonel tenis kariyeri ise İran'da gerçekleşen İslam Devrimi'nin ardından bitme noktasına geldi. Bu noktada devrimin öncesi ve sonrasında yaşananları ana hatlarıyla anlatmakta fayda var.

 Devrimden evvel monarşiyle yönetilen İran'ın başında Pehlevi Hanedanı'ndan Şah Muhammed Rıza bulunuyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkeyi işgal eden Müttefik Devletler tarafından babasının yerine tahta çıkarılan bu adam tam bir Batı kuklasıydı. Hükümdarlığı döneminde yaşanan en önemli olaylardan biri, İran petrollerini millileştiren Başbakan Muhammed Musaddık'ın Ajax Operasyonu adı verilen, İngiliz-Amerikan yapımı bir darbe sonucu devrilmesiydi. Darbeden evvel Musaddık'ı başbakanlıktan almayı deneyen Şah, bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca yurt dışına kaçmış, darbeden sonra ise yeniden tahta geçerek tüm yetkileri eline almıştı. Kendisinin emperyalizm iş birlikçiliği işte bu kadar korkunç bir boyuttaydı.

 Şah'ın baskıcı yönetimi ve derinleşen ekonomik sorunlar, 70'lerin sonunda kendisine yönelik kitlesel protestoların giderek tırmanmasına sebep oldu. En nihayetinde yolun sonuna geldiğini anlayan Şah, ülkesinden 16 Ocak 1979'da temelli ayrıldı. Sürgünde bulunduğu Fransa'dan İran'daki İslamcı muhalefeti yöneten Ayetullah Humeyni ise 1 Şubat 1979'da vatanına geri döndü ve aynı yıl İran İslam Cumhuriyeti'ni ilan etti. Yeni kurulan insanlık düşmanı molla rejimi, Batı kültürüne ait olduğunu düşündüğü her şeyi yasakladı. Bunlar arasında pek tabii ki tenis de vardı.

 Devrimle biten süreç, Bahrami'yi zorlu bir ikilemde bıraktı: Ya ülkesini terk edecek ya da raketini asacaktı. Her şeye rağmen İran'da kalmayı tercih eden Bahrami, 1978'den 1981'e kadar hiçbir profesyonel turnuvaya katılamadı ve zamanını tavla oynayarak geçirdi. 1980'de yasakların bir nebze hafifletilmesi sayesinde başkent Tahran'da özel bir tenis turnuvası düzenlendi. Şampiyonluk ödülü ise Atina'ya uçuş biletiydi. Turnuvayı kazanan Bahrami, aldığı bileti kız arkadaşına hediye etmek istedi. Ancak o, bunu reddetti ve kendisine tenis kariyerini sürdürebilmesi için Fransa'ya gitmesini tavsiye etti. Dış işlerinde çalışan bir arkadaşının yardımıyla biletini değiştiren İranlı raket, Fransa'nın Nice şehrine uçtu ve hayatının en çileli dönemine geçiş yaptı.

 Fransa'ya gittikten sonra cebindeki tüm parayı kumarda kaybeden Bahrami, kalacak yeri de olmadığı için sokaklarda uyumak zorunda kaldı. Vize süresinin dolmasının ardından kaçak statüsüne düşmüştü ve ne zaman polis görse yolunu değiştiriyordu. 1981 yılındaki Roland Garros ise onun için bir dönüm noktası oldu. Wild card ile katıldığı turnuvada üç eleme turunu geçtikten sonra ana tablodaki ilk tur maçını da kazanmayı başardı. Basının büyük ilgisini çeken bu başarı, vizesinin yenilenmesini sağladı. 1986'dan itibaren Fransa dışına çıkmasına da izin verilen kahramanımız, 30 yaşındayken yeniden tam zamanlı bir ATP oyuncusu oldu. Roland Garros'ta çiftler finali oynayarak kariyerinin en büyük başarısına imza attığı 1989 yılında Fransa'dan vatandaşlık aldı.

 Hikayenin geri kalan kısmını hepinizin malumu. Akrobatik vuruşları ve sempatik karakteriyle pek çok gösteri maçına davet edilen Bahrami, yıllar içinde tenis dünyasının en büyük şovmenine dönüştü. Hayatında hiç tenis dersi almamış olan bu adam, tenisi kazanmak için değil, insanları eğlendirmek için oynadı ve oynamaya devam ediyor.