31 Ekim 2018

Gücünüz Tenisçilere Mi Yetiyor?


 Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'daki başkonsolosluk binasında vahşice katledilmesi, bir süredir spor dünyasının da en önemli gündem maddelerinden birine dönüştü. Kulağa oldukça tuhaf gelen bu durumun altında yatan nedense Novak Djokovic ve Rafael Nadal'ı 22 Aralık'ta Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde buluşturacak olan bir gösteri maçı. Oynanacağı bir yıl öncesinden belli olan bu karşılaşmanın tam da Kaşıkçı cinayetinin yankılarının sürdüğü bir tarihe rastlaması, pek duyarlı(!) dünya basınına eşsiz bir malzeme çıkardı.

 Fırsattan istifade eden birtakım kalemşorlar de Nadal ve Djokovic'in bu maçtan çekilmeleri gerektiğini buyuran pek çok yazı döşendi. Sadece bununla kalsalar iyi, işi haysiyet cellatlığına kadar götürdüler. İşte bu rezalet yazılardan biri de bugün Ada'nın sol maskeli liberal gazetesi The Guardian'da yayımlandı.

 Kevin Mitchell imzasını taşıyan söz konusu makalede üzerinde en çok durulması gereken ifade ise başlıkta yer alıyor. Mitchell, yazısında "Nadal ve Djokovic Suudların düzenlediği gösteri maçındaki büyük resmi görmeli." başlığını kullanıyor. Yazarın "büyük resim"den kastettiği, söz konusu maçın Suudi aşiretini paklamaya hizmet edeceği ve bunun da iki tenisçinin itibarını sıfırlayacağı tezi ki zaten konuyla ilgili yazılan tüm makaleler de koro hâlinde bu iddiayı haykırıyor.

 Yazara bu noktada şunu sormak icap ediyor: Büyük olduğu iddia edilen bu resimde Suudlara milyarlarca dolarlık silah sevkiyatı yapan, Yemen'de küçücük çocukların üzerine bombalar yağdırılmasına sebep olan ve yıllardır Orta Doğu'yu kan gölüne çeviren Amerika Birleşik Devletleri nerede? Sahi, her yıl tenisin dört büyük turnuvasından birini düzenleyen bu ülkeyle ilgili de Nadal ve Djokovic'e önerebileceğiniz bir tasarruf var mı?

 İşte Batı ikiyüzlülüğü tam olarak budur. Bir yandan terör örgütlerini finanse et, diğer yandan da insan hakları ve demokrasi havarisi kesil. Yalnızca işine gelenleri yaz, gücünün yettiklerine sesini çıkar. ABD'nin Suudlardan silah karşılığı aldığı milyarlarca doları eleştirmeye maçan yemesin ama Nadal ile Djokovic'e 1 milyon dolar kazanacaklar diye "ahlaksız paragözler" demekten de geri durma.

 Son tahlilde büyük sporculuklarının yanı sıra ne kadar düzgün insan oldukları da herkesin malumu olan Nadal ve Djokovic'in bu yüzsüzlerden icazet alacak hâli yok. O yüzden kimse bu adamları kirli siyasetin içine sokmaya çalışmasın.

18 Ekim 2018

Türk Tenisi Konkordato İlan Etti!


 Sporu içinde bulunduğu sosyo-politik konjonktürden bağımsız olarak ele alamazsınız. Bir ülkedeki hakim paradigma neyse aynısı o ülkenin sporu için de geçerlidir. En nihayetinde spor dediğiniz şey, bir mikrokozmostur, alt kümedir.

 Türkiye'de 1980'den bu yana süregelen ve mevcut iktidar döneminde de en vahşi hâline evrilen neoliberal düzen(sizliğ)in bugün nelere mâl olduğunu yaşayarak görüyoruz. Eldeki sıcak parayı üretmeye, katma değer yaratmaya değil de betona gömmek, amaçlandığı gibi bir yandaş burjuvazi yaratmış olabilir ama beraberinde de ülkeyi iflasa sürükledi.

 Bu kadar hatırlatmadan sonra Türkiye Tenis Federasyonu'nun 16 Ekim tarihinde attığı "Bu hafta sonu İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere ülke genelinde Türk tenisi adına rekor sayı olan 20 ulusal turnuva düzenlenecek. Organizasyonlarda korta çıkacak toplam sporcu sayısı ise 1536 olacak." şeklindeki tweet artık size bir yerlerden tanıdık geliyor olmalı.

 Evet, tenisimizi yönetenler de tıpkı müteahhitler gibi inşaat, pardon, "Turnuva Ya Resulallah" şiarıyla hareket ediyor. Birileri tekeline aldığı turnuvalarla ceplerini doldururken onlara "Yürü ya kulum!" diyenler de bunu bir güzel oya tahvil ediyor. Oyuncu yetiştirmek noktasında hiçbir katkısı olmayan bu turnuva çılgınlığını halka büyük bir işmiş gibi sunmak da zaten en kolayı. Zira buna tav olacak yığınlar ülkemizde fazlasıyla mevcut. Yani günün sonunda herkes hâlinden memnun.

 Ha ülke tenisi mi demiştiniz? Onun da vaziyeti, ekonomiyle aynı. Erkek ve kadınlara bütün olarak baktığımızda dünya klasmanının ilk 200 basamağında tek oyuncuyla temsil ediliyoruz. Bu gidişle milli tenisçilerimizden de konkordato haberleri gelmeye başlarsa şaşırmayın!

13 Ekim 2018

Sen Harcını Sür, Taşlar Oturur


 Fotoğraf 2014 Madrid Masters'tan. O sıralar Atletico Madrid forması giyen Arda Turan, tribünden canlı izlediği Rafael Nadal'la maç sonu fotoğraf çektiriyor. Kaderin cilvesine bakın ki bu ikili, yıllar sonra eş zamanlı olarak spor dünyasının gündemine oturdu. Biri doğduğu şehir için yaptığı insanlıkla, öbürü ise tabancasından çıkan mermiyle...

 Arda'nın yeni bir skandalla manşetleri süslediği sırada Nadal'ın süpürgeyi eline alıp sel sonrası temizlik çalışmalarına katılmasının anlamı da ayrı oldu tabii. Nitekim sosyal medyada elalem ve biz temalı
bolca yorum okuduk. "Rafa'nın bu yaptığını bizim sporcular yapar mı?" diyerek cevabı belli olan bir soruyla ülke sporuna lanet okuduk. Fakat bir Allah'ın kulu da Nadal'ın kariyerine sahip olsak aynı şeyi biz yapar mıydık diye sormadı. Çünkü bunun da cevabı ilkiyle aynı: Yapmazdınız.

 Yapmazdınız çünkü siz; para, güç, mevki, makam, unvan gibi hayat içerisinde elde edilen kazanımlara tapılan bir ülkede büyüdünüz. Sizi yetiştirenler, size sosyal statünüz ne olursa olsun herkesin en başta insan olduğu için değer görmesi gerektiğini öğretmediler. Bu yüzden de hayatın size kazandırdığı her şeyi, insan olmanın önüne koydunuz.

 Nadal ise böyle bir kültürsüzlükten gelmiyor. O, herkesin kendi haklarına sımsıkı bağlı olduğu bir toplumda yetişti. Böyle bir ortamda da şöhretinin ona bir ayrıcalık sağlaması zaten düşünülemez. Buradaki hakim kanının aksine hiçbir yurttaşı da ona eline süpürge aldı diye budala gözüyle bakmaz.

 Velhasıl Nadal ile Arda arasındaki, eğitimliyle eğitimsizin farkı. Bu da kişisel değil, toplumsal bir mesele.

10 Ekim 2018

Erkek Tenisinin Kayıp Kuşağı


 Geçtiğimiz günlerde tenis portallarına düşen bir haber, modern tenisin yüzleşmekte olduğu en büyük sorunlardan birini tekrar gün yüzüne çıkardı. İçinde bulunduğumuz an itibarı ile aktif erkek tenisçiler arasında teklerde Grand Slam kazanma başarısı gösteren oyuncuların tamamı 30 yaşın üstünde. 141 yıllık Grand Slam tarihinde ilk kez rastlanan bu durumun manası şu: Erkek tenisi Roger Federer, Rafael Nadal ve Novak Djokovic'ten sonra bayrağı devralacak bir jenerasyona yıllardır sahip olamamış.

 Tenis dünyasının fenomen isimlerinden Marat Safin, yukarıda aktardığım vaziyeti her fırsatta "utanç" olarak nitelendiriyor ve Federer ve Nadal gibi oyuncuların hâlâ Grand Slam kazanabiliyor olmalarını genç tenisçilerin yetersizliğine bağlıyor. Elbette sözü edilen isimler, tenis tarihinin gördüğü en istisnai sporcular ve bu yüzden hangi yaşta olurlarsa olsunlar, bir büyük turnuva kazanmaları asla sürpriz sayılmaz. Ancak Safin'in yeni nesil tenisçilere yönelik eleştirilerinde ciddi bir haklılık payı olduğunu da söylemek lazım.

 Şimdiye dek gerek erkek gerekse de kadın tenisinde "geleceğin 1 numarası" etiketiyle pek çok oyuncu pazarlandı. Erkekler turu özelinde konuşacak olursak Grigor Dimitrov, Alexander Zverev ve Dominic Thiem, son dönemde bu oyuncular içerisinde en öne çıkanları. Fakat üçünün de ortak noktası, fiziksel manada çok iyi birer atlet olmalarına rağmen oyuna dair becerilerinin kendilerine atfedilen beklentiler ölçeğinde son derece eksik kalması. Tabii bir de kusursuz bir yeteneğe sahip olmasına karşın oyuna olan bakışından ötürü bunu bir türlü başarıya tahvil edemeyen Nick Kyrgiosgiller var.

 Peki bütüne bakıldığında ortaya çıkan tüm bu yetersizliklerin sebebi ne? Söz gelimi, bu gençler neden bir türlü olmuyor? İşte bu noktada Roger Federer'in babası Robert Federer'in çok çarpıcı tespitleri var. Basına nadiren demeç veren Baba Federer bakın genç raketlerin yetiştirilme tarzıyla ilgili neler söylüyor:

 "[...] Bir çocuk sevdiği şeyi yapmalı, para için korta sürülmemeli. Tenis dünyasında çocuğunun ilerideki muhtemel başarısızlığını asla kabul etmeyecek kadar hırslı aileler var. Oysa hem kendileri hem de çocuklarına karşı dürüst olmak zorundalar. 12 yaşındaki bir çocuk haftada 14 saat tenis oynamaya zorlanıyor. Bundan keyif almaları imkansız çünkü bu, bir tür emir. Pazartesiden cumaya kadar antrenman ve hafta sonu turnuva... Bu, bana aşırı geliyor. Örneğin Roger 12 yaşındayken tenisin yanı sıra futbol da oynuyordu. 16 yaşında Avrupa beşincisiydi. Peki neden başarılı oldu? Çünkü yetenekliydi."

 Robert Federer, bu sözleriyle aslında daha evvel bizim de vurguladığımız bir gerçeğin altını çiziyor. O da şu ki henüz gelişim çağındaki bir tenisçi adayını at misali yarıştırmaya kalktığınız vakit ona en büyük kötülüğü yapıyorsunuz. Velilerin ve antrenörlerin bazen cehalet bazen de işgüzarlıklarından kaynaklanan bu tutumu nedeniyle dünyada pek çok tenisçinin geleceği göz göre göre ipotek ettiriliyor. İşte bugün yaşadığımız genç yetenek kıtlığının altında yatan en önemli nedenlerden biri de bu.