29 Temmuz 2015

Meğer Gerçek Tenissever Değilmişiz


 Evet, aynen başlıktaki gibi buyurmuş tenisimizin alimleri. Sadece büyük isimler geldiğinde turnuvaya giden bir milletmişiz ve bu şekilde gerçek tenissever olamazmışız. Eğer tenisi gerçekten sevseymişiz İstanbul Cup gibi organizasyonlara da gidermişiz. Çünkü asıl tenisseverlik o zaman belli oluyormuş üstatlarımıza göre.

 Öyleyse şimdi sıkı durun. Tenisi kendimi bildim bileli izliyor, amatör olarak oynuyor ve yedi yıldır da çeşitli internet siteleri ve dergiler aracılığıyla kendi çapımda yorumlamaya çalışıyorum. Tüm bunlara rağmen yukarıdaki kritere göre ben de tenissever değilim. Zira İstanbul Cup'ı kazanan Lesia Tsurenko'yu hayatımda bir kez dahi izlemedim.

 Madem tenissever olup olmadığımız düşük profilli turnuvalara olan ilgimizle ölçülüyor, o zaman şöyle bir soru yöneltelim bunu söyleyenlere: Gerçek müziksever olabilmek için de Ajdar mı dinlememiz lazım? Böylesine saçma bir mantık olabilir mi? İnsanların para vererek satın aldığı ürün ya da hizmette kalite aramaları en doğal haklarıdır. Sizinki ise küstahlıktan öte bir şey değildir.

 Her şey bir yana, organizasyonla ilgili bunca skandal kabak gibi ortada dururken bu dahiyane yorumu yapmadan önce hiç mi durup düşünmek aklınıza gelmedi bu tribünler neden dolmadı diye?

 Sen İstanbul'un en ücra yerine kort inşa edip hepsi ilk turda elenen sönük yıldızlar için 500 TL bilet fiyatı biçersen insanların o turnuvaya gelmemesi değil, gelmesi anormaldir. Bu da yetmezmiş gibi tribünün en güzel yerlerini önceden birilerine peşkeş çekip parasıyla bilet alanlara ikinci sınıf izleyici muamelesi yaparsan senin layığın da işte o boş tribünler olur. Siz herkesi kör, alemi sersem mi sanırsınız?

22 Temmuz 2015

Alkışlar Yerli Sharapova'ya!


 Aslında uzun bir süredir merak ediyordum İpek Soylu'nun nasıl bir oyun stiline sahip olduğunu ama gelin görün ki kendisini hiç izleme fırsatı bulamamıştım. Dün Tatishvili'yi yendiği maçta ilk kez seyrettim İpek'i ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki kendisi bugüne kadar gördüğüm en iyi Türk tenisçi.

 Allah vergisi güzelliğinden mütevellit kendisine sıklıkla "Yerli Sharapova" yakıştırması yapılıyor. Bana kalırsa da sadece güzelliği değil, oyun tarzıyla da bu yakıştırmayı sonuna kadar hak ediyor İpek Soylu. Öyle ki son derece agresif ve devamlı winner yapmayı düşünen stiliyle Rus yıldızı fazlasıyla andıran bir görüntüsü var kortta milli tenisçimizin.

 İpek'in şu anda en büyük handikapı ise fiziksel yetersizliği gibi görünüyor. Bugün Magdalena Rybarikova'ya oyun dahi alamadan yenilmesinin altında da bu yatıyor. Fiziksel gelişimini tamamlayıp bu seviyedeki turnuvaların temposunu kaldırabilecek düzeye geldiğinde bir başka gururumuz Çağla Büyükakçay'ın koyduğu çıtayı geçecek ve çok daha yukarılara çıkarabilecek kapasitede bir oyuncu bence İpek Soylu.

 İpek'in burada ilk turu geçmesi bize bir gerçeği daha hatırlattı ki o da bu tip turnuvaların bizim gibi ülkeler için ne kadar değerli olduğu. Oyuncularımız ev sahibi kontenjanından faydalanıp ana tabloda yer bularak kendilerinden daha üst seviyedeki isimlerle oynama fırsatını yakalıyor. Bu da tecrübe ve kendilerini geliştirebilmeleri açısından eşsiz bir fırsat. Dünkü gibi galibiyetler de pastanın üstündeki krema oluyor.

 Ülke tenisi adına oldukça önemli olduğunu söylediğimiz bu organizasyonun geleceği ise ne yazık ki pek parlak görünmüyor. Zira ekranlardan da gördüğümüz üzere maçlar boş tribünlere oynanıyor. Tabii ki bu durum seyircilerin kabahati değil. Toplu ulaşımın neredeyse hiç olmadığı dağ başı gibi bir yere kort yapıp fiyatları da bu kadar yükseltirseniz tribünleri doldurmak için yine Roger Federer'i getirmek zorunda kalırsınız.


 Son bir yorumum da turnuva öncesindeki malum gösteri maçını organize edemeyenlerle ilgili olacak. İstanbul gibi pek çok tarihi ve doğal güzellikleri olan bir şehirde her gösteriyi Boğaz Köprüsü'nde yapmaya çalışmak, trafiği iyice keşmekeşe döndürmekten ve burada yaşayan insanlara cehennem azabı çektirmekten başka hiçbir işe yaramıyor. Muhtemelen bundan kaçınmak için maçın yan yola alınması ise ayrı bir rezalet.

13 Temmuz 2015

Aldırma Roger Aldırma


 Tenis kariyerinin en olgun dönemini yaşayan bir oyuncuyla 34 yaşında mücadele ediyorsunuz. Roger Federer'in dünkü yenilgisinin tek sebebiydi bence bu. Zira hangi yorumu yaparsanız yapın en nihayetinde varacağınız nokta burası.

 Federer dün 58 kez gelmiş fileye ve 42 puan çıkarmış. Oransal olarak değerlendirdiğinizde %72'ye tekabül ediyor ki gerçekten çok iyi bir yüzde bu. Ancak dip çizgideki hakimiyet eşyanın tabiatı gereği Novak Djokovic'te olunca file önündeki bu parlak performans da maçı kazanmanıza yetmiyor.

 Djokovic 28 yaşında ve 2011'den beri -2013'ü dışarıda tutarsak- erkekler tenisinin baş aktörü konumunda. Bu yıl oynadığı tüm Grand Slam'lerde final görmüş ve ikisini kazanmış. Sıralamada kendisinden sonra gelen isimle arasında 4 bin puandan fazla fark var. Kısacası ATP Turu'nun mutlak hakimi.

 Böyle bir isme Wimbledon finalinde yenilmek her oyuncu için gayet normal bir durum. Anormal olan bir şey varsa o da 34 yaşındayken bile hâlâ bu adamın karşısına bir Grand Slam finalinde çıkabiliyor olmak.

3 Temmuz 2015

Federer'in 2013'ü Eşittir Nadal'ın 2015'i


 Dün Rafael Nadal'ı dört setlik bir mücadelenin ardından Wimbledon'ın dışına iten Dustin Brown'ı tek kelimeyle sıra dışı bir tenisçi olarak tanımlayabiliriz. O da tıpkı Mansour Bahrami ve Gael Monfils gibi tenis dünyasının en renkli ve en eğlenceli figürlerinden biri. Bu tip isimleri izleyebilmek tenisseverler açısından her zaman büyük bir zevk olmuştur. O yüzden Dustin Brown gibi oyuncular teniste hep olmalılar.

 Dünkü maça gelirsek Nadal'ın mağlubiyetinin altında yatan temel neden de aslında rakibinin bu atipikliğiydi. Kortun her bölgesini kullanabilen oyuncuları bir kenara bırakırsak teniste her oyuncunun "comfort zone"u, yani kortta kendisini en rahat hissettiği bir alanı vardır. Rafa içinse bu bölge hiç kuşkusuz geri çizgidir. İşte dünkü mücadelede Dustin Brown neredeyse her puanı filede oynayarak Nadal'ın oyunu 
geri çizgiden yönlendirmesine müsaade etmedi.

 Nadal'ın dünkü maçta yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri de rakibinin ne yapacağını öngörememesi oldu. Drop shot, drop vole ve slice vuruşlarıyla oyununu çeşitlendiren Dustin Brown, sürekli farklı vuruşlar deneyip başarılı oldu ve İspanyol rakibinin kafasını karıştırdı. Bunun sonuncunda da Nadal, maç boyunca bir türlü dümene geçemedi ve istediği oyunu korta yansıtamadı.

 Bu yenilgiye en az Dustin Brown'un iyi oyunu kadar Rafa'nın kötü performansının da neden olduğunu söylemek lazım. Zira bizim bildiğimiz Nadal, önceden olsa böyle bir rakibi amansız passing shot'larıyla yıldırmayı başarır ve pek de zorlanmadan sonuca giderdi. Bu da gösteriyor ki İspanyol raketin oyun seviyesinde ciddi bir düşüş söz konusu. Nadal'ın bu seneki düşüşü, Roger Federer'in 2013'te yaşadığına fazlasıyla benziyor. Peki kendisi, ezeli rakibinin yaptığı gibi toparlanmanın yolunu bulabilecek mi? İşte burası ciddi bir soru işareti.