30 Ekim 2017

Dön De Aynaya Bak Özkök!


 Güzel memleketimizin son zamanlarda sıkı sıkıya sarıldığı hasletlerden biri de pişkinlik oldu ne yazık ki. Siyaset kurumundan ziyadesiyle alışık olduğumuz bu ruh hâli, ülkedeki hemen her alana sirayet etmiş gibi gözüküyor. Ev sahibini bastıran yavuz hırsız misali hiçbir suçun ya da günahın üzerine yapışmadığı bu insanlar, bu da yetmezmiş gibi bir de kendi yedikleri nanelerin hesabını başkalarından sorar hâle geliyor.

 Bu pişkinlik hâlinin spor medyası sathında ses getiren son örneği ise Ertuğrul Özkök'ün sırça köşkünden kaleme aldığı bir yazı oldu. Zat-ı muhterem, söz konusu yazısında spor medyasında hiç ODTÜ'lü ya da Boğaziçili görememesinden şikayet etti. Kendisine gerekli cevaplar bizzat kendi gazetesi aracılığıyla da verildi lakin ben de bu mesele üzerine birkaç kelam etme ihtiyacı hissettim.

 Özkök'ün gazetecilik hayatı boyunca kamuoyunun takdirinde olan pek çok pespayeliğini bir kenara bırakarak soruyorum: Taraftarı olduğu kulübün kanalında ezeli rakibine küfreden bir sanatçıyı(!) damat kontenjanından kendi gazetenizin spor servisinin başına getiren siz değil miydiniz? Peki bu vasatlığı bilerek ve isteyerek kendiniz yarattığınız hâlde şimdi neden şikayet ediyorsunuz?

 Sakın bana "Halk bunu istiyor." argümanıyla gelmeyin. O halk, zamanında TRT kamu televizyonculuğu görevini layıkıyla yerine getirirken her sporu huşu içinde izliyordu. Nitekim o TRT'yle yetişen nesil de 2011-2013 yıllarındaki tenis maçlarında seyirci rekorlarını alt üst etti. Kısacası bu toprağın insanları esaslı yapılan her işi sahipleniyor. 

 Öte yandan bu spor medyasının iflahı için illa ki ODTÜ ve Boğaziçili arkadaşlara gerek yok. Siz farkında olmayabilirsiniz ama bugün envai çeşit Twitter ve Facebook grubunda insanlar tenis konuşuyor, tartışıyor ve çok kaliteli içerikler üretiyor. Belki çok azının eğitim seviyesi yüksek olan o gençler bile sizin ahbap çavuş ilişkileriyle işe aldıklarınızı solda sıfır bırakır.

 Son tahlilde bu ülkenin gençleri, sizin gibi vasat seviciler yüzünden geleceklerini kuramıyor. Bari şu pişkinliklerinizi etrafa saçmayın da yaraları daha fazla kanamasın.

12 Ekim 2017

Sharapova'lar Ancak Para İçin Gelir


 Maria Sharapova'nın önümüzdeki ayın sonunda İstanbul'a Çağla Büyükakçay'la gösteri maçı yapmak için gelecek olması, hiç de yabancı olmadığımız bir kavramı yeniden gündeme getirdi. İngilizcesi "appearance fee", Türkçede de en yaygın karşılığı ayakbastı parası olan ve davet edilen yıldız sporculara ödenen yüklü meblağlar, öteden beri kimilerinin büyük tepkisini çekiyor. Ne var ki bu tepkilerde haklılık payının olduğunu söylemek pek mümkün değil.

 Evvela geçmişte ülkemize gelen pek çok yıldız sporcuya olduğu gibi Sharapova'ya ödenen para da özel sektörün kasasından çıkıyor. Bu yatırımı yapanlar, karşılığını alamayacaklarını düşünseler zaten böyle bir işe girişmezler. Nitekim hâlihazırda pazarlanabilirliği en yüksek kadın sporcu olan Sharapova'nın aldığı paradan daha fazlasını üretebilmesi de son derece olası. Yani ortada her iki tarafın da kazandığı bir "win-win" durumu söz konusu.

 Peki Maria'ya ödenen para ülke tenisine harcanamaz mıydı? Elbette böyle bir ihtimal var fakat amentüsü kâr olan özel sektörün böyle bir şeye tenezzül edeceğini düşünmek saflık olur. Dolayısıyla bu, onların değil, devasa bütçesini ülke tenisi yerine yandaşlara akıtmakla meşgul olan federasyonun işi.

 Tüm bunlarla birlikte Sharapova gibi büyük bir yıldızı ölü sezonda Florida'daki malikanesinden kaldırıp saatler süren uçak yolculuğunun ardından
İstanbul'a getirebilmeniz için para ödemekten başka şansınız yok. Bu, sadece gösteri maçları için değil, katılım zorunluluğunun olmadığı düşük profilli resmi turnuvalar için de geçerli. Söz gelimi yıldız oyuncular, oynamakla yükümlü olmamalarını bir koz olarak kullanıp gayet profesyonel bir şekilde paraya tahvil ediyor. Nitekim Roger Federer'in ATP 250 ve 500 seviyesindeki bazı turnuvalarla uzun süreli kontratlar yapması boşuna değil.

 Son tahlilde ayakbastı parası, tamamı ile oyuncu kaynaklı bir mevzu. Erkekler tenisinde öteden beri yasal olan bu uygulama, kadınlar turunda ise 2010 yılına kadar el altından yürütülüyordu. WTA da bu nedenle aynı yıl yasağı kaldırarak fiili durumu resmiyete döktü. 


 Velhasıl, bir Grand Slam ya da katılım zorunluluğu olan başka bir
prestijli turnuva düzenlemiyorsanız Sharapova ayarındaki yıldız isimleri ülkenize getirebilmek için kesenin ağzını açmak zorundasınız. Bu parayı da özel sektör ödediğine göre bizim gibi züğürtlerin çene yorması anlamsız.