3 Mart 2024

Tenisi Psikolojik Kavramlarla Yorumlama Hastalığı

 Teniste ve genel olarak sporda zihinsel dayanıklılığın ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok. Gelgelelim son dönemlerde tenisteki her durum, alakalı olsun veya olmasın, bu kavram üzerinden açıklanmaya başladı. Üstelik bu yapılırken "mental" diye Türkçeye hiçbir zaman geçmemiş bir sözcük kullanılıyor. Zira Türk Dil Kurumu'nun internet sitesindeki Güncel Türkçe Sözlük'te arattığınız vakit bu kelimeyi bulamıyorsunuz.

 Geriden gelip kazandığı her maç sonrası Novak Djokovic'in zihinsel açıdan bir canavar olduğuna vurgu yapan genel bir anlayış, skor avantajına sahipken yenilenleri ise kafaca sorunlu ilan ediyor. Bir tenisçinin zihinsel gücünü yaptığı geri dönüşler veya öndeyken bitiremediği maçlar üzerinden ölçen bu ucube bakış açısı, özellikle 2019 yılında kaybettiği Wimbledon finalini örnek göstererek Roger Federer gibi bir efsanenin bile zihinsel açıdan kırılgan olduğunu söyleyebiliyor. Bu deli saçmalığını ciddiye almak bile abes ama gelinen noktada artık çürütmek gerekiyor.

 Federer, kariyeri boyunca 24 mücadeleyi maç puanı çevirerek kazanmış. 10 defa da iki set gerideyken galip gelmeyi başarmış ki bunların arasında Rafael Nadal'ı 0-2, 1-4 geriden gelip yendiği 2005 Miami Masters finali de var. Keramet maçı çevirmedeyse nerede kaldı Federer’in zihinsel zafiyeti? Federer bunları yaparken zihinsel olarak güçlüydü de 2019 Wimbledon finalinde mi bu gücünü yitirdi?

 Öndeyken yenilmek de gerideyken kazanmak da tenisin içinde var olan, gayet olağan senaryolar. Nitekim Nadal ve Djokovic’in de avuçlarının içindeyken kaybettikleri bir dolu maç bulabilirsiniz. Bunları korttaki oyundan tamamen bağımsız, salt psikolojik ögelerle açıklayamazsınız. Örneğin Nadal’ın 2015 Amerika Açık’ta Fabio Fognini’ye 2-0, 3-1 öndeyken yenilmesini zihinsel güçsüzlüğüne bağlamak komik bir varsayım olacaktır.

 Teniste aslolan, ortaya koyduğunuz performanstır. Tek başına zihinsel güç bir oyuncuya maç kazandıramaz. Şayet kazandırsaydı hiçbir oyuncunun saatlerce antrenman yapmasına gerek kalmazdı.  

2 Şubat 2024

WTA'nın Kucağındaki Bomba: Suudi Arabistan

 Sportswashing, yani sporla aklanma... Dünyada namı kötü olan ülkelerin spor endüstrisine yaptıkları yatırımlarla imajlarını düzeltmeye çalışması anlamına gelen bu kavram Suudi Arabistan sayesinde yeniden hayatımıza girdi. Küresel çaptaki futbol ikonlarını astronomik ücretler karşılığında transfer eden Suudlar, bir yandan da uluslararası spor organizasyonlarının ev sahipliğine soyunuyor. Bu bağlamda gözlerini diktikleri branşlardan biri de tenis.

 Next Gen Finalleri'yle geçtiğimiz yıldan itibaren ATP takvimine girmeyi başaran Suudi Arabistan'ın bir kadın turnuvası düzenleme ihtimali ise ülkedeki rejimin karakteristiği gereği daha büyük bir gürültü koparıyor. Nitekim Martina Navratilova ve Chris Evert gibi iki büyük efsane, bir süredir WTA Turu'nun bu ülkeye gitmemesi için aktif kampanya yürütüyor.

 Kendi vatandaşını gözümüzün önünde vahşice öldürüp cesedini de asitle eriten Suudi Arabistan'ın Orta Çağ artığı ve insanlık düşmanı bir rejimle yönetildiği su götürmez bir gerçek. Fakat kadın tenisçilerin burada oynamaması gerektiğini savunanların ne kadar tutarlı oldukları da tartışılır. Örneğin Navratilova ve Evert bu konuda gerçekten samimi olsalardı Suudi Hanedanı'nın 1 numaralı hamisi konumunda bulunan kendi ülkeleri ABD'ye de bir çift laf ederlerdi. 

 Dünyada insan hakları sicili açısından pirüpak bir ülke yok. Dolayısıyla spor organizasyonlarının ev sahipliklerini insan hakları filtresinden geçirerek vermeye kalkarsanız günün sonunda gidebileceğiniz yer kalmaz. Kaldı ki bu konu özelinde Suudi Arabistan'dan hiçbir farkı bulunmayan Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Çin gibi ülkelerde yıllardır kadın turnuvaları düzenleniyor.

 Şayet Suudi Arabistan yeterli imkan ve kabiliyete sahipse bir WTA turnuvasına ev sahipliği yapsın. Ancak WTA yönetimi, her ülke için geçerli olan standart prosedürünü bu ülkeye de titizlikle uygulasın. Sırf biraz daha fazla para kazanabilmek uğruna asla kendi kurallarından taviz vermesin. Aksi hâlde Suudi rejimine meşruiyet sağlamanın utancını yıllarca üstlerinde taşırlar.

19 Aralık 2023

Tenisi Bırak, Tenis Turizmine Bak!

 Normal bir ülkede bir spor federasyonunun esas gayesi, ilgili sporun o ülkede tabana yayılmasını ve gelişmesini sağlamaktır. Bunun da yolu kamucu politikaları uygulamaktan geçer. Söz gelimi bir tenis federasyonu; halkın kullanımına açık ücretsiz kortlar inşa etmeli, yetenekli çocukları keşfetmeli ve bünyesindeki sporculara azami desteği sağlamalıdır. 

 Anayasasındaki değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerden birinde sosyal devlet olduğu yazan fakat bu özelliği AKP iktidarı tarafından tamamen budanan Türkiye'de ise spor federasyonları birer arpalığa dönüştürülmüş durumda. Bu durumun en net gözlemlenebildiği yerlerden biri de hiç kuşkusuz Türkiye Tenis Federasyonu.

 Federasyonun medyada yer almayı çok seven ve bundan olacak ki bütün spor kanallarını kendisine bağlayan başkanı Cengiz Durmuş, Anadolu Ajansı'na verdiği son mülakatta her zamanki gibi astronomik sayıda turnuva düzenlemekle övünmüş. Cengiz Bey, Türkiye'nin 2023 yılı içerisinde tam 470 turnuvaya ev sahipliği yaptığını söylüyor. Tam da bu noktada kullandığı "Spor turizmine yaklaşık 14 milyon avro katkı sağladık." şeklindeki ifadeyse ise bir zihniyeti bütün çıplaklığıyla yansıtması açısından önemli.

 Türkiye Tenis Federasyonu'nun görev ve yetkilerinin sıralandığı tüzüğün altıncı maddesinin a bendinde "Spor dalının ülke düzeyinde yayılıp gelişmesini sağlamak, bu konularda her türlü düzenlemeyi yapmak, projeler üretmek, kararlar almak ve uygulamak" yazıyor. Ne var ki bugünkü federasyon, şekil A'da görüldüğü üzere ülkede tenisi geliştirmekle değil, tenis turizmini canlandırmakla ilgileniyor.

 Memleket dünyada eşi benzeri görülmemiş bir organizasyon manyaklığıyla turnuva cennetine dönerken turnuva düzenleyen otel sahiplerinin de cepleri doluyor. Beri yanda ise junior seviyesindeki en prestijli turnuvalardan biri olan Orange Bowl'u kazanan Melisa Ercan, Türkiye'de kendisine gelecek göremediği için Avustralya vatandaşlığına geçiyor. Düzen ne kadar tanıdık, değil mi? İşte size tenis üzerinden bir ülkenin fotoğrafı...

10 Eylül 2023

Sharapova Emekli Ama Tenisi Zirvede

 12 Eylül Amerikancı faşist darbesini takip eden yıllarda MHP'li Agah Oktay Güner'e atfedilen "Biz hapisteyiz ama fikirlerimiz iktidarda." diye bir laf vardır. Cunta yönetimi ile ülkücülerin zihniyet ortaklığının en net ifadesi olan bu veciz sözden esinlenerek attığım başlığın ardından ben de kadınlar tenisinin çiçeği burnunda 1 numarası Aryna Sabalenka ile Maria Sharapova arasında kurduğum benzerlikten söz edeceğim.

 Sharapova, tenis kariyeri boyunca ofansif bir geri çizgi oyuncusu olarak hafızalara kazındı. Özellikle 2008'de geçirdiği omuz sakatlığının ardından son derece tekdüze bir tenis oynamaya başlamıştı. İstisnasız her topa hücum ediyor, devamlı winner kovalıyor ve büyük vuruşlarıyla rakibini dövüyordu. İşte bugün Sabalenka'yı izlediğimizde de bire bir aynı şeyleri görüyoruz. 

 Kahramanlarımızın oyun tarzları gibi zayıf noktaları da kesişiyor. Sharapova'nın servislerinin omuz sakatlığı sonrasında nasıl tarumar olduğu malum. Bir ara maç başına 15-20 çift hata ortalamasıyla oynayan Rus yıldız, ilerleyen süreçte bu sayıyı makul bir seviyeye çektiyse de servislerindeki eski istikrarı bir daha asla yakalayamamıştı. Geçtiğimiz sezonu WTA'nın çift hata şampiyonu olarak tamamlayan Sabalenka da tam olarak aynı dertten muzdarip. Belaruslu raket, bu yıl ise çift hata sıralamasında beşinci, ace sıralamasında üçüncü.

 Tüm bunların üstüne iki tenisçinin de yüksek desibelli çığlıklar attığını ve aynı ırktan (Slav) geldiğini eklersek herhalde Sabalenka'ya yeni Sharapova demekte hiçbir mahsur olmayacaktır. Tabii bu benzetme yalnızca kort içi için geçerli. Yoksa Sharapova gibi bir ikon, tenis dünyasına kim bilir bir daha ne zaman gelir?

19 Ağustos 2023

Tenisçiler De Türkiye'den Kaçıyor

  AKP iktidarının bilinçli bir şekilde yarattığı vasat egemen düzen, nitelikli insanların ülkeden kaçmasına sebebiyet veriyor bir süredir. Bunun bir tezahürünü de şu an teniste görüyoruz. Üst üste kazandığı dört ITF turnuvasıyla bir anda bütün dikkatleri üzerine çeken milli tenisçi Melisa Ercan, bundan böyle Türkiye yerine Avustralya için yarışacak. Nitekim oyuncunun ITF profili incelendiğinde Türk bayrağının yerini Avustralya bayrağının aldığı fark ediliyor.

 17 yaşındaki raketin niçin böyle bir karar aldığını sormaya gerek yok. Elbette kendisine daha iyi imkanlar sunduğu için Avustralya'yı tercih etmiştir. Bu ülkedeki mevcut düzenin kendisini öğüteceğini öngörebilmesi için müneccim olmasına gerekmiyor. 

 Türkiye'deki mevcut iktidar, spor federasyonlarını birer arpalığa çevirdi. Göbekten bağlı bulundukları AKP'den izin almadan tek bir adım dahi atamayan federasyon başkanları, ellerindeki kaynakları sporcuları desteklemeye değil, rant odaklarına akıtıyor. Örneğin şu anki tenis federasyonu, birkaç yıl evvel kendi sporcusunu katılım hakkı elde ettiği iki Grand Slam'e göndermemişti. Hâl böyle olunca memlekette profesyonel tenisçilik, ancak imkanı olan ailelerin maddi ve manevi fedakarlıklarıyla mümkün olabiliyor. Çünkü bu işler suyla dönmüyor. 

 Hasbelkader bir yerlere gelebilen oyuncuların karşılaştıkları muamele ise ayrı bir trajedi. Ülkenin spor kültüründen nasiplenmemiş cahil yığınları, dünya klasmanında ilk 100'e giren ve bütün Grand Slam'lerde maç kazanan Marsel İlhan'la Allah'ın her günü sosyal medyada dalga geçiyor. Yani ülke tarihinin en başarılı tenisçisi olmak bile bu topraklarda değer görmeye yetmiyor.

 Peki Melisa böylesine toksik bir ortamda kalarak geleceğini niye mahvetsin? Buna verecek makul bir cevabı olmayanlar bir zahmet hamasi nutuklarla kafa ütülemesin. 

26 Haziran 2023

Tenisi Deccalıyla Tanıtmak

 ATP Turu'nun resmi Twitter hesabı, bu sene başında gösterime giren Break Point adlı diziden bir kesit paylaşmış. 15 saniyelik videoyu izlediğimizde Nick Kyrgios'un korta tükürdüğü, hakemle tartıştığı ve raketini hışımla savurduğu sahneleri görüyoruz. Yani erkekler tenisinin yönetim organı, Avustralyalının sergilediği bütün çirkinleri bir dijital platformla yaptığı iş birliği çerçevesinde alenen onaylıyor. Bu durum, aslında büyük bir skandal olsa da maalesef şaşırtıcı değil. Zira Kyrgios denen canavar, bizzat ATP tarafından yaratıldı.

 Kyrgios, tenis kortlarında yaşattığı ilk rezaletten bu yana gerekli tepkiyle karşılaşmadı. Kadın meslektaşı Donna Vekic hakkında bel altı ifade kullandığı gün aforoz edilmesi gereken bu adam; oyuna renk kattığı, çok yetenekli olduğu ve insan olarak kazanılabileceği gibi uyduruk gerekçelerle tenis dünyasından hep destek gördü. Sırtı sıvazlandıkça iyice çığırından çıktı ve bir Frankeştayn'a dönüştü. Bu noktada Stefanos Tsitsipas'ın Kyrgios hakkında yaptığı "Tenise basketboldaki davranışları taşıdı. Bunu eğitimsiz bir yaklaşım olarak tanımlıyorum. Tenis, centilmen sporudur." şeklindeki yorum, biraz hafif kaçsa da işaret ettiği tehlike açısından oldukça isabetli. 

 Her sporun kendine özgü genetik kodları vardır. Tenis de saygı kavramının diğer sporlara oranla çok daha ön planda olduğu bir branş. Bu ifadeden dışlayıcılık ya da elitizm çıkarılmamalı. Bilakis her spor kendi kültürüyle güzeldir. Öte yandan kimse tenisçilerden robotik davranışlar beklememeli. Söz gelimi, başkalarına zarar vermediği müddetçe agresiflik veya hırçınlığın benim nazarımda bir mahsuru yok. Ne var ki Kyrgios'un yaptıkları bu şekilde geçiştirilebilecek cinsten değil. Kendisi, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde doğrudan doğruya tenis sporuna kastediyor. Rakiplerine, hakemlere, seyircilere, kısacası tenise dair her şeye saldırıyor. Tsitsipas'ın söylediği gibi basketbol olsa gene iyi, tenisi boks ve kafes dövüşü kültürüyle kirletiyor. Tüm bunlara rağmen bu raketli serseriye hoşgörüyle yaklaşılması ise gayet bilinçli bir ekopolitik bir tercih.

 Görünen o ki ATP, Break Point gibi partneri olduğu dizi projelerinde Kyrgios'u öne çıkararak tenisin tanıtımını bu adam üzerinden yapmayı hedefliyor. Tenisi deccalıyla kitleselleştirmeye çalışmak, spor kapitalizminin çürümüşlüğünü gösterdiği gibi oyunun geleceği açısından son derece tehlikeli. ATP'nin açtığı bu yol, yarın kortlarda kimsenin aklına gelmeyecek hadiselerin yaşanmasına sebebiyet verebilir. İşte o zaman üzerinden rant devşirilebilecek bir spor da kalmayabilir. 

26 Mayıs 2023

Bir Hakem Hatasının Yarattığı Trajedi

 1999 Roland Garros tek kadınlar finali, tenis tarihinin hiç kuşkusuz en dramatik maçlarından biri. Pek çokları o gün kortta yaşananların bütün sorumluluğunu Martina Hingis'in şımarıklığına yüklüyor ama ortada kolektif bir yanlışlar zinciri mevcut. Bunu daha iyi anlamak için maçta neler olduğunu yeniden hatırlamakta fayda var.

 Her şey, skor 6-4, 2-0 Hingis'in lehineyken Steffi Graf'ın servis attığı oyundaki ilk puanda başladı. Hingis'in derin return'üne çizgi hakemi tarafından dışarıda kararı verildi. İsviçreli tenisçinin itirazı üzerine sandalye hakemi topun izini incelemeye gitti fakat bulamadı. Daha sonrasında Hingis'in yanına gelen hakem, izi göremediği için verilen ilk karara uymak zorunda kalacağını söyledi. Ne var ki top, televizyondaki tekrardan da görüldüğü üzere açık bir şekilde içerideydi. Hingis de bundan emin olacak ki kurallara aykırı bir şekilde karşı korta geçti ve topun düştüğü yeri gösterdi. Puanın tekrarlanması gerektiğini savunan İsviçreli, maça devam etmeyi reddederek sandalyesine oturdu. Diskalifiye olmanın eşiğine kadar gelen genç raketi korta inen turnuva başhakemi ve WTA süpervizörü ikna etti. 

 Tüm bu yaşananlar, zaten sicili bozuk olan Fransız seyircisinin Hingis'e cephe almasına sebebiyet verdi. Hingis, özünde haklı olsa da meseleyi gereksiz bir şekilde uzatmış ve çok fevri davranmıştı. Yine de bunlar, bir oyuncunun maç sonuna kadar yuhalanması ve ıslıklanmasına haklı gerekçe oluşturmaz. Fransızların o gün Hingis'e yaptıkları; net bir zorbalık, küstahlık ve terbiyesizliktir. Bununla birlikte Hingis'in şampiyonluktan üç puan uzaktayken aldığı yenilgiyi yalnızca seyircinin yarattığı atmosfere bağlamak da doğru değildir. Bunu diyebilmek için İsviçrelinin performansının tartışmalı puandan itibaren büyük bir düşüşe geçmesi gerekirdi ama böyle bir şey olmadı. Bilakis kaybettiği break avantajını yeniden eline geçirdi ve 5-4'te kupa için servis attı. İşte asıl kopuş da bu oyunun ve ardından setin kaybedilmesiyle başladı. 

 Graf'ın 6-2 ile kazanıp mutlu sona ulaştığı final setinde kontrolünü tamamen kaybeden Hingis, son oyunda iki kez kol altı servis kullandı ve seyirciler tarafından bir kez daha yuhalandı. İnsanlıktan tamamen çıkan tribünler, Hingis'i kupa töreni öncesi soyunma odasına giderken de yuhaladı. 18 yaşındaki raket, öyle bir psikolojik tacize maruz kalmıştı ki korta annesinin omzunda ağlayarak dönebildi. 

 Demem o ki büyük bir trajediye dönüşen finalde kibriti çakan hakemler, yangını körükleyen Hingis, işleri çığırından çıkaransa Fransız seyircisi olmuştur. Öte yandan bu maçın Hingis için sonun başlangıcı olduğuna yönelik tezler de yanlıştır. Zira İsviçreli yıldız, kariyerinin devamında her ne kadar hepsini kaybetmiş olsa da dört Grand Slam finali daha oynamış ve kupalar kazanmaya devam etmiştir. Genç yaşlarda yarattığı sansasyonu sürdürememesinin nedenini başka yerlerde aramak gerekir.

23 Mayıs 2023

Halep Cici De Sharapova Kaka Mıydı?

 Maria Sharapova, Mart 2016'da kanında yasaklı maddeye rastlandığını bizzat açıkladıktan sonra tenis dünyası tarafından çarmıha gerilmişti. Oyuncusundan yorumcusuna, izleyicisinden antrenörüne kadar herkes, Rus tenisçiye olan nefretini kusmak için adeta sıraya girmişti. Sanki yıllardır bu anın gelmesini beklemişlerdi.

 Gel zaman git zaman ITF'nin atadığı hakimlerden oluşan mahkeme, oy birliğiyle Sharapova'nın doping kurallarını kasıtsız olarak ihlal ettiğine hükmetti. Verilen iki yıllık ceza da CAS tarafından fazla bulunarak 15 aya indirildi. Ancak bu kararlar bile Maria'ya yönelik linçin bitmesine yetmedi. Bu defa da turnuva organizatörlerinin kendisine verdiği özel davetler üzerinden gürültü koparıldı. Yargı süreci bitmiş, ceza da çekilmişti. Buna rağmen hıncını alamayan bir kesim, koro hâlinde "Dopingçiyi ödüllendiriyorlar." diye bağırıyordu.

 Aradan yıllar geçti, Sharapova tenisi bırakıp çoluğa çocuğa karıştı ve şimdi de eski dünya 1 numarası Simona Halep benzer bir doping suçlamasıyla karşı karşıya. Geçtiğimiz ekim ayında testi pozitif çıkan ve davası garip bir şekilde aylardır görülmeyen Rumen tenisçi birkaç gün evvel ikinci büyük şoku yaşadı. Uluslararası Tenis Dürüstlük Ajansı, 31 yaşındaki raketin biyolojik pasaportunda dengesizlik tespit edildiğini duyurdu. Yani Halep hakkındaki doping şüphesi birken ikiye çıktı.

 Söz konusu Sharapova olduğunda mangalda kül bırakmayan tenis alemi, Halep'i ise iki farklı suçlamadan yargılandığı hâlde şefkatli kolları arasına almış durumda. Öyle ki kendisine her yerden destek mesajı yağıyor. Yanlış anlaşılmasın, bunda bir sakınca görmüyorum. Bilakis ben de Halep'in masum olduğuna inanmak istiyorum. Kaldı ki linç kültürüne isimlerden bağımsız olarak karşı çıkmak gerekiyor. Ancak şekil-A'daki ikiyüzlülük de görmezden gelinebilecek gibi değil. Demek ki tenis kamuoyu, doping gibi ahlaki bir meseleyi bile ilkesellikten uzak bir şekilde ve işine geldiği gibi yorumluyor.

30 Nisan 2023

Ya Monica Seles Bıçaklanmasaydı?

 Tarihsel olaylar varsayımlar üzerinden değerlendirilmez. Çünkü şartlı geçmiş zaman kipini kullandıktan sonra söylediğiniz her şey yalnızca bir olasılık belirtir. Ancak bazen "Ya şöyle olsaydı?" dendiğinde verilecek cevap aklı başında herkes için tektir. Tıpkı Monica Seles bıçaklanmasaydı n'olurdu sorusunun yanıtı gibi.

 30 yıl önce bugün Günter Parche adındaki fanatik bir Steffi Graf hayranı, Hamburg'da düzenlenen Citizen Cup'ta oynanan çeyrek final maçı esnasında Seles'i sırtından bıçakladığında kadın tenis tarihini değiştiren bir vahşete imza atıyordu. Elindeki bıçağı ikinci kez saplamaya yeltenirken güvenlik güçlerince yakalanan bu ruh hastası, verdiği ifadede amacının Yugoslav raketi öldürmek değil, tenis oynayamayacak duruma getirmek olduğunu söylüyordu. Böylece hayranı olduğu Graf yeniden 1 numaraya yükselecekti. Mahkeme akli dengesinin bozuk olduğuna hükmedince denetimli serbestlikten faydalandı ve tutuklu kaldığı altı ayı saymazsak bir gün bile hapis yatmadı.

 Parche'nin saldırısı, doğurduğu sonuçlar itibarı ile asıl hedefine ulaştı. Olayın ardından depresyon ve yeme bozukluğu gibi birçok travmatik hastalıkla mücadele eden Seles, iki sene sonra kortlara geri döndüğünde artık eskisi gibi değildi. Yaşadığı büyük trajediye kadarki son 12 Grand Slam'in sekizini kazanmıştı ve WTA Turu'nun tek hakimiydi. Sonrasında ise ancak bir slam daha kazanabildi ve meydan tamamı ile Graf'a kaldı.

 Yazının başlığındaki soruya geri dönersek bugün rekor kitaplarında Graf'ın değil, Seles'in ismi yazmalıydı. Ne var ki bir delinin gazabı senaryoyu tersine çevirdi.