23 Aralık 2014

Türk Tenisini Kimler Yönetiyor?


 Türkiye Tenis Federasyonu'nun tarihindeki en şahsına münhasır başkanı da sonunda istifasını sundu. Osman Tural, o koltuğa oturmadan önce PTT Müdürü'ydü. İşin garibi PTT'deki görevi, o koltuğa oturunca da sürdü. Cengaverliği kendinden menkul başkanımız, bir demecinde tenis ile posta işlerini birlikte yürütmenin kendisini hiç yormadığından bahsediyordu. Geçtiğimiz hafta bu vazifelerine bir de Danıştay üyeliğini ekledi. Tarihte üç işi aynı anda yürütebilen belki de tek insan evladı olmaya çok yaklaşmıştı ki lütfedip diğer iki görevinden istifa etti.

 Göreve ilk geldiğinde Osman Tural'ın siyasi bir atamanın ürünü olduğunu söyleyenler yanılmadı. Zira başkan, amacının Türk tenisine değil de başka şeylere hizmet etmek olduğunu göstermekte hiç de gecikmedi. Birilerinin gözüne girmek için alınan rezalet ötesi bir karar sonucunda bu ülkenin en başarılı tenisçisi olan Marsel İlhan'ı tenisin zirvesi olarak tanımlanan Wimbledon'dan feragat ettirip aynı tarihlerdeki Akdeniz Oyunları'nda yarıştırması akılda kalan en önemli icraatıydı.

 Tabii TTF'de bu tip fiyaskoların sadece Osman Tural döneminde yaşandığını söylersek haksızlık etmiş oluruz. Nitekim kendisinden önceki başkan Ayda Uluç da Maria Sharapova ile röportaj yapması için dünyada adam kalmamış gibi bir pavyon işletmecisini uygun görmüştü. Adı lazım olmayan beyefendinin dünyanın en ünlü kadın sporcusuna cinsel yaşamıyla ilgili soru yönelterek neden olduğu skandal da hafızalardaki tazeliğini koruyor.

 Alın size üç paragrafta Türk tenisinin trajik hâli. PTT Müdürü'nün başkanı olabildiği ve tenisle uzaktan yakından alakası olmayan magazinel figürlerin bünyesinde cirit atabildiği bir federasyon tarafından yönetilemiyor tenisimiz. Biz de böyle bir yapıdan bu ülkeyi Grand Slam seviyesinde temsil edebilecek oyuncu çıkmasını bekliyoruz. Bu gidişle daha çok bekleriz.

2 Kasım 2014

Sports TV'ye Gecikmiş Bir Teşekkür


 Ne zamandan beri aklımdaydı aslında Sports TV için bir teşekkür yazısı kaleme almak. Mademki marifet iltifata tabi, o zaman biz de üzerimize düşeni biraz geç de olsa bu yazıyla yerine getirmiş olalım.

 Sports TV'nin yaptığı işin güzelliğini kelimelerle anlatmak zor. Zira içinde yaşadığımız neoliberalizm çağında koskoca WTA Turu'nu şifresiz bir şekilde izleyicilerin beğenisine sunmak hakikaten olağanüstü bir iş ve ülke tenisi için inanılmaz büyük bir hizmet.

 Bu kanalı adının henüz D Spor olduğu ve şifreli yayın yaptığı zamanlardan hatırlıyorum. O vakitler bırakın erkekler ya da kadınlar turunu, sadece Wimbledon'ı izleyebilmek için el mecbur paraya kıyıp kanalın yer aldığı dijital platforma üye olmuştum. Demem o ki yıllar içinde tenis maçlarına erişimde katedilen mesafe çok büyük.

 Açık kanaldan tenis yayımlamanın ne kadar önemli olduğunu hâlâ anlamayan varsa bir zahmet Wikipedia'yı açıp bugün ağzı sulana sulana izlediği yıldızların bu sporla nasıl tanıştığını okusun. Pratik etmenin zaten çok maliyetli olduğu bir sporu bir de insanların izleme hakkını elinden alarak nasıl tabana yayabileceğinizi düşünüyorsunuz?

 Son tahlilde Sports TV ve yaptığı şu yayınlar Türk tenisi için çok büyük bir nimettir. Spikeriymiş, yayın kalitesiymiş, şuymuş, buymuş... İsterlerse kekeme birine sundursunlar bütün maçları. Tenis yayınlayan açık kanal bulduk da spikerinden mi şikayet ediyoruz?

7 Eylül 2014

Bu Da Kaçmaz Be Federer!


 Rafael Nadal'ın sakatlığının ortaya çıktığı günden bu yana hep aynı şeyi söyledim. Bu seneki Amerika Açık, Roger Federer'in 18. Grand Slam kupasını kaldırabilmesi adına çok büyük bir fırsattı. Üstüne üstlük dün de Novak Djokovic'in yarı finalde elenmesiyle şampiyonluk İsviçreli tenisçinin ayağına kadar gelmişti ama o, bu devasa fırsatı Marin Cilic karşısında berbat bir maç çıkararak elinin tersiyle itmiş oldu.

 Amerika Açık öncesindeki Masters turnuvalarından bir final, bir de şampiyonluk çıkarmıştı Federer. Fakat bu turnuvalardaki oyun seviyesinin hiç de iyi olduğu söylenemezdi. Şahsen Flushing Meadows'a en iyi hâliyle çıkacağını düşünüyordum ama öyle olmadığını idrak etmemiz çok uzun sürmedi. İsviçreli; önce Marcel Granollers'e set kaybetti, sonrasında da Gael Monfils'i beş setlik bir maçın ardından ecel terleri dökerek eleyebildi. Dünse rakibinden tek set dahi alamayan bir Federer vardı.

 Cilic'in iyi servis attığı söyleniyor. Bence alakası dahi yok. İstatistiklere baktığımızda ilk servisini oyuna %56 ile soktuğunu görüyoruz ki bu düşük bir yüzdedir. Doğrudan puan ve basit hatalara baktığımızda ise ikisinde de Hırvat oyuncun daha yüksek bir sayıya ulaştığını görüyoruz. Bu da toplara vuran tarafın Cilic olduğunu, Fedex'inse bir hayli pasif kaldığını söylüyor bize.

 Federer yaşındaki bir oyuncu eğer bir majör turnuva kazanmak istiyorsa oyun seviyesini bu turnuvalarda en üst seviyede tutup şartların da olgunlaşmasını beklemek zorunda. Şartlar burada şampiyonluk için gayet müsaitti ama gelgelelim Ekselansları, Avustralya Açık ve Wimbledon'daki seviyesini yakalayamayınca bir çuval inciri berbat etti.

 İsviçre çikolatasının bir daha böyle bir fırsatı yakalayıp yakalayamayacağı hakkında bir fikrim yok. Ancak bildiğim bir şey var ki o da topu boş kale yerine auta attığı.

5 Eylül 2014

Amerika Açık Mı, İstanbul Cup Mı?


 Son zamanlarda hiç bu kadar kötü bir Grand Slam yarı finali izlememiştim. Hani göz açıp kapayıncaya kadar biten, tek taraflı bir maç izlesek en azından kazanan tarafın üst düzey performansına tanıklık ederdik. Fakat Caroline Wozniacki ile Shuai Peng arasında oynanan ve İstanbul Cup eleme tablosundaki herhangi bir karşılaşmadan hiçbir farkı olmayan şu maçla ilgili ne demek gerektiğini inanın ben de bilmiyorum.

 Durduk yere yükselen toplar, farklı şekilde dışarı giden vuruşlar, iki raketin de vuruş süratinin bu seviyeye göre son derece düşük olmasından mütevellit bir türlü bitmeyen, uzayan puanlar... Kısacası bu seviyedeki bir tenis maçında olabilecek her türlü rezalet vardı Caro ile Peng'in finale kalabilme mücadelesinde. Tüm bunların üstüne maçın olabilecek en kötü şekilde bitmesiyse amiyane tabirle tüyün dikilmesiydi.

 Kadınlar tenisi herkesin malumu olduğu üzere uzun süredir berbat bir hâlde. Nitekim 30 yaşında ilk Grand Slam finalini kazananından tutun da hiç majör turnuva kazanamadığı hâlde 67 hafta zirvede duranına kadar pek çok tenis garipliğine şahit olduk son yıllarda. Tüm bunlardan ötürü şaşırma duygumuzu yitirmiş olsak da bu durumun artık bir son bulması gerekiyor. Birilerinin çıkıp kadınlar turuna eski itibarını kazandırması lazım. Fakat ne acıdır ki bunu yapacak olan kaliteli ve istikrarlı oyuncuları bir türlü bulamıyoruz.

10 Haziran 2014

Roland Garros Artık Onun Turnuvasıdır

  
 "Önceden biri bana Roland Garros'u diğer Grand Slam'lerden daha çok kazanacağımı söyleseydi ona sarhoş olduğunu söylerdim." diyordu Maria Sharapova şampiyonluk sonrası düzenlediği basın toplantısında. Aslında bu ifadesiyle başarı için sadece sahip olunan vasıfların değil, içinde bulunulan şartların da önemli olduğunu ortaya koyuyordu.

 Sharapova, 2008'de yaşadığı omuz sakatlığına kadarki dönemde güçlü servis ve vuruşlarla donatılmış agresif oyunuyla tam bir hızlı zemin oyuncusuydu ve toprak korttan hiç ama hiç hazzetmiyordu. Ancak Mayıs 2009'da kortlara geri döndüğünde ise şartlar önemli ölçüde değişmişti. 

 Rus tenisçinin eski çabukluğunu kaybetmesinden ötürü oluşan savunması zafiyeti sert ve çimde büyük bir dezavantaja dönüşüyordu. Buna karşılık topun yerden sektikten sonra hız kaybettiği toprak zeminse kendisine artık ilaç gibi geliyordu. O da bunun farkına varmış olacak ki toprak kortta kendisini buz üstündeki inek gibi görmekten vazgeçti. Nitekim 19 tekler birinciliği elde ettiği kariyerinin ilk döneminde yalnızca bir toprak kort turnuvası kazanabilen Maria, ikinci baharında ise kaldırdığı 13 kupanın 10'una bu zeminde ulaştı.

 Masha'nın sakatlık öncesinde daha kudretli bir tenisçi olduğuna şüphe yok. Ancak oyun seviyesindeki düşüşe rağmen eskiye oranla daha istikrarlı bir grafik çizdiğini de belirtmek lazım. Toprak sezonu öncesi kaleme aldığım yazıda kendisinin koruması gereken puanlardan ötürü ilk 10'un bile dışına çıkabileceğini belirtmiştim. Ancak o, düşmek şöyle dursun, 5 numaraya kadar yükseldi. 

 Son tahlilde bir zamanlar hiç sevmediği Fransa Açık, bundan böyle Rus güzelinin turnuvasıdır. Paris'te son üç senenin tamamında final görüp iki kere de mutlu sona ulaşması bunun en büyük kanıtıdır.

17 Nisan 2014

Çölde Vaha Gibi: Çağla Büyükakçay

  
 Eğer düzensizliğin düzen, sistemsizliğin sistem olduğu ve kötünün iyiye her daim galebe çaldığı bir ülkede yaşıyorsanız sizi biraz mutlu hissettirebilecek umut ışıklarının peşine düşersiniz. İşte tam da böylesi bir dönemde Türk tenis tarihini adeta baştan yazıyor Çağla Büyükakçay.

 Bugüne kadar hep sıralamada yükselme haberlerini verdik Çağla'nın. Kendisine ait Türkiye rekorlarını neredeyse her pazartesi günü biraz daha geliştiren Çağla, bir süredir Grand Slam tenisçisi olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Gelinen noktada artık WTA Turu'nda da kendisini göstermesi gerekiyordu ki bu hafta raket salladığı Malezya Açık'ta bunu da başardı rekortmen tenisçimiz.

 Türkiye'nin WTA Turu'nda yalnızca bir ana tablo galibiyeti vardı hafta başına kadar. O da 2009 İstanbul Cup'ta bir başka gurur kaynağımız Pemra Özgen'den gelmişti. Bu başarının tekrarı içinse aradan beş senenin geçmesi gerekti. Malezya'daki turnuvanın ilk turunda Japonların ünlü veteran tenisçisi Kimiko Date-Krumm'u ilk sette 5-3 öndeyken rakibinin maçtan çekilmesiyle dize getiren Çağla, bugün çıktığı ikinci tur mücadelesini de kazanarak çeyrek finale yükseldi ve bir Türk tenisçinin WTA turnuvalarında şimdiye dek elde ettiği en iyi dereceye ulaştı.

 Çağla'nın yaptığının bu ülke sathında ne kadar büyük bir iş olduğunu söylemeye gerek yok. Öte yandan aldığı bu sonuçlar, kariyerinin bundan sonraki bölümü adına bizleri daha da heyecanlandırıyor. Evvela şimdiden cebine koyduğu 60 puan, ona 
dünya sıralamasında ciddi bir sıçrama yaptıracaktır. Asıl büyük kazanç ise artık iyice artan öz güveni olacak.

 Yıllardır hep bu tip başarıların hayalini kurduk tenisseverler olarak. Benim internet medyasında çalışmaya başladığım dönemde oyuncularımızın şu anda ulaştıkları noktalar ancak hayal edilebiliyordu. Bunu söylerken sadece Çağla, Pemra ya da Marsel'i kastetmiyorum. Junior seviyesinde müthiş başarıların altına imza koyan İpek Soylu ve alttan gelen nice gençle birlikte eminim ki bu çıta çok daha yükseklere taşınacaktır.

 Son tahlilde bu güzel ve düzgün insanları desteklemek hepimizin boynunun borcu. Çağla, Pemra, Marsel ve diğerleri... Hepinizin yolu açık olsun.

5 Nisan 2014

Şimdi Sırada Daha Kötü Günler Var

  
 Maria Sharapova hayranları olarak bir süredir mutsuz ve umutsuz olduğumuz doğrudur. Sezonun bu bölümüne kadar oynadığı maçları seyrettikten sonra ben artık kendisinden Serena Williams'ı yenmesini beklemiyorum. Zira yeni antrenörü Sven Groeneveld ile de Masha'nın tenisi bir adım ileri gitmiş değil. Şu andan itibaren Rus yıldız için tek dileğim artık kazanabildiği kadar turnuva kazanması. Hele koleksiyonuna birkaç Grand Slam zaferi daha ekleyebilirse tadından yenmez. Ancak gelin görün ki Maria'nın bu sene bir majör turnuva kazanma ihtimali de şimdilik Kaf Dağı'nın ardında.

 Açıklanan son dünya klasmanında dokuz numaraya kadar geriledi Sharapova. Sakatlık sonrası yeniden form tutmaya çalıştığı dönemde bir önceki sezon elde ettiği yüksek puanları hâliyle koruyamadı. Önümüzdeki toprak kort sezonu için de durum pek farklı değil. Kabaca Wimbledon'a kadar puan kazanmaktan ziyade korumakla uğraşacak.

 Masha'nın hâlihazırda kazanma ihtimalinin en yüksek olduğu Grand Slam, son iki yılda bir kez şampiyon olup bir kez de final oynadığı Roland Garros gibi görünüyor. Ne var ki kendisini her an ilk 10'un dışında bulabilecek bir Sharapova için Paris'te de işler, çekeceği muhtemel bir zor kurayı göz önüne aldığınız zaman istediği gibi gitmeyebilir. Diğer üç büyük turnuva için de elbette önemli bir şansa sahip ama buralarda mutlu sona ulaşabilmesi için hem Serena'nın erken elenmesi hem de kendisinin çok iyi bir iki hafta geçirmesi gerekiyor.

22 Şubat 2014

Tenis İçin TRT'ye İhtiyaç Var


 TRT'nin bilhassa son birkaç yıldır izlediği yayın politikalarıyla mevcut iktidarın borazanlığını üstlendiği herkesin malumu. Son olarak buz pateni yarışmalarını kadın sporcuların giydiği kıyafetlerden ötürü yayımlamamasıyla gündeme gelen kanalın bu tür yobazlıkları sadece sporla da sınırlı değil. Örneğin Hadise'nin 2009'daki macerasından beridir Eurovision'a kadın vokal gönderilmiyor.

 Yine benzer bir "kadın hassasiyeti"nden midir bilinmez ama TRT artık tenis de yayınlamıyor. 90'lı yıllardan bu yana Fahri İkiler ve Tansu Polatkan gibi usta spikerleriyle bir nesle tenisi sevdiren kanal hâlihazırda hiçbir turnuvanın yayın hakkına sahip değil. Ellerinde kalan son büyük organizasyon olan Roland Garros'u da en son 2011'de ekranlara getiren TRT'den o gün bugündür ülkemizin ev sahipliği yaptığı WTA Championships dışında hiçbir büyük turnuvayı izleyemedik.

 Varlığını halkın ödediği vergilere borçlu olan TRT, öteden beri biz tenisseverlerin şiddetli eleştirilerine maruz kalmış bir devlet televizyonu. Aynı frekansta hem TRT Gap hem TRT 3 hem de TBMM TV'nin yayın yaptığı günlerde Roland Garros yayınları aksayınca çok öfkelenirdik. Bereket ki kurum, şimdilerde ayrı bir spor kanalına sahip. Ancak yayıncılık anlayışları, ellerindeki büyük imkanlara rağmen üç kanalın tek frekansta yayın yaptığı o yıllardan bile kötü.

 TRT eleştirilirken sıklıkla şunu işitiriz: "Bu kanal bizim cebimizden çıkan vergilerle besleniyor." Bu ifade her ne kadar klişe bir söylem olsa da bütünüyle haklı. Zira devlet halktan aldığı vergileri bu kanala özel televizyonlarla reyting yarışına girmesin diye veriyor. Dolayısıyla TRT'nin görevi dizi ya da futbol yayınlamak değil, özel kanalların çeşitli nedenlerden ötürü yayımlayamadığı her türlü organizasyonu kamuyla buluşturmak.

 Bugün birçok ünlü tenisçinin biyografisini incelediğinizde tenise merak sarmalarındaki tetikleyici unsurun televizyonda seyrettikleri maçlar olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Türkiye gibi nüfusunun büyük bir bölümünün ekonomik sıkıntı yaşadığı bir ülkede ise televizyon yayınları tenisçi yetiştirebilmek açısından daha hayati bir öneme sahip. O yüzden TRT'nin bir kamu kuruluşu olarak 
bu konuda üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmesi gerekiyor.

26 Ocak 2014

Nadal Hatayı Kendisinde Aramalı


 Stanislas Wawrinka ile Rafael Nadal arasındaki Avustralya Açık finaline korttaki mücadeleden çok Nadal'ın sakatlığı ve ikinci sette aldığı sağlık molası damgasını vurdu. Rakibinin içinde bulunduğu durum doğal olarak Wawrinka'yı da etkileyince bir nevi danışıklı dövüş seyrettik son iki sette. Böylesi bir maçın ardından düzenlenen kupa seremonisinde İspanyol raketin seyirci tarafından yuhalanmasıysa günün bir başka manşetiydi. Benim de bu konuyla ilgili bazı sözlerim olacak.

 Konuyla ilgili yapılan yorumların ekseriyeti, Rafa'nın çok centilmen bir tenisçi olduğu ve dolayısıyla seyircilerin haksız bir tepki verdiği yönünde. Fakat buradaki esas meselenin centilmenlik değil, sportmenlik olduğunu hatırlatmak lazım. Nadal'ın kariyeri boyunca aldığı yenilgilerin önemli bir bölümünün yaşadığı birtakım sakatlıklarla anılması taraflı veya tarafsız herkeste kabak tadı vermeye başladı. Üstelik kendisinin sağlık molalarıyla ilgili sicili de pek temiz değil.

 Hatırlatmak gerekirse Nadal, 2010 Wimbledon'da Philipp Petzschner ile oynadığı ve elenmenin kıyısından döndüğü üçüncü tur maçında aldığı bir mola esnasında antrenörü ve aynı zamanda amcası olan Toni'den taktik aldığı gerekçesiyle para cezasına çarptırılmıştı. Üstelik iddialar karşısında önce esip gürlemiş, daha sonrasında yaptırıma uğrayınca da "Kurallar kurallardır." demekle yetinmişti.

 Özetle dünya 1 numarası eğer bugün kortu dolduran seyircilere gönül koyduysa hatayı biraz da kendisinde aramalı. Geçmişte "20'lik dişi çıktığı için yenildi." şeklindeki haberlere özne olan tenisçi bizzat kendisi çünkü.

25 Ocak 2014

Li Na'nın Geciken Düğünü


 Bir başka severim beyefendi ve hanımefendi sporcuları, tenisçileri. Sporun bana göre olmazsa olmaz yapıtaşlarından biri olan fair-play ruhuna fazlasıyla sahiptir çünkü bu isimler. Mesela eskilerden Stefan Edberg ve Kim Clijsters bu kelimelerin sözlük karşılığıdır bana göre. Hâlihazırda oynayan oyuncuları sorarsanız o zaman da insanlığın yüz akı Roger Federer'le birlikte size söyleyeceğim diğer isim, yeryüzünün yüzölçümü bakımından en büyük kıtası olan Asya'nın tenisteki biricik gururu olan Li Na'dan başkası olmaz.

 Bugünkü tek bayanlar finalinde gönlüm hem yukarıda anlattıklarımdan hem de artık bu seferki denemesinde de başarısızlığa uğramasını istemediğimden ötürü Çinli tenisçiden yanaydı. Özellikle geçen yıl kaybettiği ama gönüllerin şampiyonuna terfi ettiği finalin ardından bu sene bu kupayı koşullar da bu kadar elverişliyken kazanmak en çok Li Na'ya yakışırdı ve ne mutlu ki öyle de oldu.

 Üç yıl evvel yine burada finale yükseldiğinde tenis tarihine ilk Asyalı Grand Slam finalisti olarak geçen Li, tıpkı o finalde boyun eğdiği Kim Clijsters gibi çok iyi bir "shotmaker". Kısa boyu ve ayaklarının çabukluğuyla her topun arkasında çok iyi pozisyon alan Çinli raket, bu sayede ürettiği etkili hücum vuruşlarıyla karşısındaki isimlerin canını bugüne kadar çokça yakmasıyla bilinen bir oyuncu.

 Li Na tarzındaki oyunculara karşı eğer yeterince etkili ve derin toplar gönderemezsiniz kaderinizi tamamı ile rakibiniz belirler. İşte Dominika Cibulkova'ya da bugün mağlubiyeti getiren temel nokta bu oldu. Rallilerde edilgen kalan Domi'yi ilk sette ayakta tutan yegâne unsur Li'nin basit hatalarından başka bir şey değildi.

 Li'nin ilk sette yaptığı basit hatalar ürettiği doğrudan puanları dengeleyince açılış setinin galibini tie-break belirledi. Tie-break'i Çinlinin kazanmasıyla Domi'nin oyundan düşmesi de bir oldu. Slovak güzel, vuruş ritmini yakalayan ve basit hata sayısını beşe çeken Li karşısında ikinci sette hiçbir varlık gösteremediği gibi set boyunca ikinci servislerinden tek bir puan dahi çıkaramadı.

 Son tahlilde 7-6(3) ve 6-0'la sonuçlanan setler, Avustralya Açık'ın şampiyonlar listesine bu kupayı en çok hak eden isimlerden birini daha ekledi.

24 Ocak 2014

Federer Nadal'ı Niçin Yenemiyor?

  
 Daha önce çokça dillendirildiği gibi Rafael Nadal, ezeli rakibi Roger Federer'e fazlasıyla ters gelen özelliklere sahip. Yabancıların "mismatch" olarak isimlendirdiği bu durum, ikili arasında oynanan maçlarda İspanyol'un ezici bir üstünlüğe sahip olmasının altında yatan en temel neden olarak göze çarpıyor. Tabii bunu biraz açmak, detaylandırmak gerekiyor. Zira bu konu birçokları tarafından eksik biliniyor.

 Evvela Rafa, tenis tarihinde daha önce hiç görülmemiş ve muhtemelen bir daha da hiç görülmeyecek kudrette top spinli vuruşlara sahip. Bilhassa toprak kortta yerden sektikten sonra oldukça yükseğe sıçrayan bu vuruşlar, bir de Federer'in tek elli backhand'i ile birleştiğinde İsviçreli için kabus dolu dakikalar başlamış oluyor. Tam da bu noktada Fedex'in bu yıla kadar turdaki kafa boyu en düşük ve dolayısıyla kontrolü en zor raketlerden biriyle oynadığını da hatırlatmak lazım.

 Nadal'a bu düellolarda avantaj sağlayan bir başka faktörse İspanyol raketin olağanüstü savunması. Hızlı ayakları ve bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle karşı taraftaki oyuncuyu sürekli ekstra vuruşlara zorlayan Rafa, kortun hemen her noktasından ürettiği passing-shot'lar ile de rakibini iyice yıldırıyor. Hele ki bir de skor dezavantajı varsa İsviçre çikolatasının kendine olan güveni onulmayacak derecede hasar alıyor ve saç baş yolduran basit hatalar birbiri ardına gelmeye başlıyor.

 Bu noktada pek çok kişi şunu soruyor: Federer tarihin en iyisiyse neden Nadal'a karşı çözüm üretemiyor? Bunu soranlar, evvela çözümün ne olduğunu da belirtseler çok güzel olacak. Zira çözüm olarak düşündükleri şey oyun tarzı ise bunu değiştirmenin zaten mümkünatı yok. Yok çift el backhand ise o tren kaçalı 25 sene oluyor. Üstelik en az başarıları kadar oynadığı tenisin güzelliği sayesinde şu anki mertebesine ulaşmış biri için bu tip önerilerde bulunmak abesle iştigaldir.

 Gelelim bugünkü maça.

 Teniste bir karşılaşmayla ilgili tahmin yürütürken dikkate alınacak en önemli kıstas oyuncuların form durumudur. Eğer iki tenisçi arasında ciddi bir form farkı varsa işin teknik-taktik kısmı ikinci plana atılır. Bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman bence Federer'in kazanma şansı maç öncesinde bir hayli yüksekti. Çünkü Nadal, elindeki problemden mütevellit son iki turda hiç iyi sinyaller vermemişti.

 Ne var ki bugün izlediğimiz Rafa, Kei Nishikori ve Grigor Dimitrov maçlarındakiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir performansla karşımızdaydı. Başa baş giden ilk setin tie-break ile dünya 1 numarasının hanesine yazılması mücadelenin dönüm noktasıydı. Bu noktadan itibaren Federer teslim bayrağını çekti ve klasik son gerçekleşmiş oldu.

10 Ocak 2014

Finalde Başarılar Djokovic!



 Avustralya Açık'ta çekilen kuraların ardından bence Novak Djokovic'i direkt finale yazabiliriz. Zira o kadar kolay rakiplere düşmüş ki finale kadar hiç oynamasa da olur.

 Melbourne'e gelinirken erkekler tenisinin dört büyüğü arasında işi en zor olan isim zaten Roger Federer'di. Hâl böyleyken çektiği şu kura da yarasına tuz biber ekti. Ekselansları'nın şampiyonluk yolu dördüncü turdan itibaren sırasıyla Jo Wilfried Tsonga, Andy Murray, Rafael Nadal ve Novak Djokovic'ten geçiyor ki kendisinin şu fiziksel hâliyle dördünü birden yenip ipi göğüslemesi bana imkansız gibi geliyor. Yine de Tsonga'yı elediği takdirde son durumu itibarı ile kendisi için daha makul bir rakip gibi görünen Murray'i de geçip buradaki
 10 yıllık yarı final serisini sürdürebileceğini düşünüyorum Federer'in.

 Dünya 1 numarası Rafael Nadal, turnuvayı ev sahibi ülkeden Bernard Tomic'e karşı oynayacağı ilk tur maçıyla açacak. İlk tur için elbette daha uygun isimler var ama kaprisli ergen havalarındaki Tomic'in kendisine bir tehlike arz edebilme ihtimali de çok çok az. Nadal için asıl büyük tehdit çeyrek finalde oynayacağı olası bir Juan Martin del Potro maçı. Formda bir Delpo, şu kurada finalden önce Rafa'ya çelme takabilecek belki de tek isim.


 Kadınlar kanadı için uzun uzadıya bir değerlendirme yapmaya lüzum yok çünkü orada ipler tamamı ile Serena Williams'ın elinde. Birleşik Amerikalı raket kendi kendini imha etmediği sürece şampiyonluğun en büyük favorisi konumunda. Onun dışında olası bir Agnieszka Radwanska-Victoria Azarenka maçı da en dikkat çekici çeyrek final eşleşmesi olarak göze çarpıyor.


 Son tahlilde sezonun ilk majör turnuvası öncesinde kuralar ve form durumlarından hareketle yaptığım durum değerlendirmesi yukarıdaki gibidir. Dolayısıyla yazının altında nöbet tutup dört gözle Nole'nin elenmesini bekleyecek olan sivri zekalara da şimdiden en derin saygı ve hürmetlerimi sunuyor ve hepinize keyifli bir Avustralya Açık diliyorum.