30 Ağustos 2020

Otopark Devrimi'nden Djokovic İhtilali'ne...

 Novak Djokovic ve Vasel Pospisil'in liderliğinde örgütlenen tenisçiler, bugün tarihi bir başkaldırıya imza atarak ATP'ye paralel bir yapı oluşturdu. Geçtiğimiz yıl başkan Chris Kermode'u deyim yerindeyse saman altından su yürüterek görevinden azleden ATP Oyuncular Konseyi, yerine oy birliğiyle getirdikleri Andrea Gaudenzi'den de istediklerini alamayınca çareyi PTPA isimli yeni bir sendika kurmakta buldu.

 Sendikal faaliyetlerin amacı, işçilerin sınıfsal çıkarlarını savunmaktır. Burada da erkek tenisçiler, para ödülleri ve turnuva takvimi gibi konularda yöneticilerine söz geçirebilmenin derdinde. Her ne kadar ATP, vaktiyle bizzat tenisçiler tarafından kurulmuş olsa da daha sonrasında yönetme yetkisinin profesyonellere devredildiği bir kurum. Zira oyuncuların icra ettikleri bir sporu eş zamanlı olarak yönetmeleri mümkün değil. Ne var ki kendi haklarını korusun diye seçtikleri kişiler de genellikle turnuva organizatörlerini kayırıyor ve ortaya şekil-A'da görüldüğü türden çatışmalar çıkıyor. Nitekim bugünkü ATP Turu da benzer bir uzlaşmazlığın sonucunda doğmuştu.

 ATP, 1972'de kurulduktan iki yıl sonra erkekler turunun organizatörlüğünü MIPTC adlı bir alt komiteye devretmişti. 1980'lerin sonlarına gelindiğinde ise iki yapı arasında çok ciddi bir gerilim yaşandı. ATP yönetimi, üye sayısı bakımından ITF'nin güdümüne giren MIPTC'den dört oyuncuyla temsil edilmeyi ve böylece oy çoğunluğuna sahip olmayı talep etti. Oyunculara öteden beri tepeden bakan ITF'nin cevabı ise çok netti: "Asla kendi haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz."

 Yaşanan anlaşmazlık üzerine ATP, İsveçli eski tenisçi Mats Wilander'in önderliğinde bir hareket başlattı. Dönemin bir başka önemli figürü John McEnroe, o günlerde "Derdimiz para değil." dese de erkekler turunun daha rekabetçi ve pazarlanabilir olmasını arzulayan oyuncular, arkalarına Grand Slam harici turnuvaların direktörlerini de alarak 1988'de MIPTC ile köprüleri tamamen attı. Bu kararın kamuoyuna duyurulduğu basın açıklaması ise dönemin ATP CEO'su Hamilton Jordan tarafından Amerika Açık'ın düzenlendiği tesisin otoparkında yapılabildi. Çünkü turnuva organizatörleri kendisine konuşması için oda tahsis etmeyi reddetmişti. Tenis literatürüne "Otopark Devrimi" olarak geçen bu olayın ardından erkek tenisçiler, 1990 yılında bugün de varlığını sürdüren ATP Turu'nu oluşturdu. 

 Djokovic ve arkadaşlarının 1988'dekine benzer bir devrime imza atıp atamayacağını zaman gösterecek. Ancak küresel bir salgının baş gösterdiği bir dönemde yapılan bu hamle, spordaki sınıf çelişkisini gözler önüne sermesi açısından son derece ikonik.

18 Ağustos 2020

Yürüyemeyen Sampras Nasıl Şampiyon Oldu?

 

 Pete Sampras, Wimbledon ikinci turunda Karol Kucera ile ilk iki seti paylaştıktan sonra üçüncü sette 5-2 öndeydi. Efsane, arka bahçesinde sıradan bir galibiyete doğru gidiyordu. Zaten aksi beklenebilir miydi? Öyle ya son yedi yılın altısında ananaslı kupayı müzesine götürmüştü Birleşik Amerikalı. Ancak tam da bu anda hiç hesapta olmayan bir şey yaşandı. Uzun bir sağlık molası kullandı Sampras. Maçı sürprize izin vermeden kazandı ama karşılaşma sonrası soluğu doktorunun yanında aldı.

 Yürümekte bile güçlük çeken efsaneye acı haber "Dizini daha fazla hırpalamamalısın." sözleriyle veriliyordu. Fakat o turnuvaya Roy Emerson'ın 12 Grand Slamlik rekorunu kırma parolasıyla gelen Sampras için çekilmek gibi bir ihtimal söz konusu değildi. Formül hemen bulundu. Pistol Pete'e her maç öncesi ağrı kesici iğne vurulması kararlaştırıldı.

 Sampras, o yıl Wimbledon'da maçlardan arta kalan zamanlarını kendi kiraladıkları evde televizyonda dizi seyrederek geçiriyordu. Ayağa yalnızca tuvalete gitmek için kalkıyordu. Finale kadar hiçbir karşılaşmaya antrenman yapmadan çıktı. Ne var ki şampiyonluk maçında kendisini o turnuvada daha önce karşılaştığı oyuncuların hiçbirine benzemeyen birisi bekliyordu.

 1998 ve 1999'un Amerika Açık şampiyonu Patrick Rafter, dönemin geçer akçesi olan servis-vole stilini en iyi uygulayan raketlerden biriydi. Hatta file önünde Sampras'tan daha iyi dokunuşlara sahip olduğunu söylemek yanlış olmazdı. Bunun farkında olan Sampras, dev randevudan önce "Gidip biraz topa vuracağım." diyerek korta doğru yol aldı ama nafile. 10-15 dakika sonra ağrıdan öldüğünü söylerek raketi bırakıyordu.

 Wimbledon merkez kortundaki büyük gün de Sampras için çok kötü başlıyordu. Daha üstün olduğu açılış setini tie-break'te yaptığı çift hatayla kaptırdı. İkinci setin tie-break'inde de 4-1 geriye düşen dünya 1 numarası, bir çuval inciri berbat etmek üzereyken üst üste beş puan alıp set puanını yakaladıktan sonra müthiş bir duygu patlaması yaşıyor ve mücadeleye dengeyi getiriyordu.

 Maçta rakibinin servisini ilk kez 10'uncu şansında kırmayı başarabilen (Bir yerden tanıdık geldi mi?) Sampras, daha sonrasında arkasına bakmıyor ve yerel saatle 20.57'de tarihin en büyük oyuncusu olarak kayıtlara geçiyordu. Şampiyonluk puanının ardındansa kendisini bekleyen büyük bir sürprizle karşılaşacaktı 13 Grand Slam şampiyonu.

 Türkiye ve dünyadaki pek çok tenisçi ebeveyninin aksine kendini öne çıkarmaktan zinhar hoşlanmayan ve bu yüzden de o güne kadar oğullarının hiçbir maçına gelmeyen Sampras ailesi, müstakbel gelinleri Bridgette Wilson'ın daveti üzerine apar topar Londra'ya uçarken tek bir şart koşmuştu: "Pete'i asla meşgul etmeyeceğiz ve kesinlikle oyuncu locasında oturmayacağız."

 Filedeki tokalaşmadan sonra "Ailem nerede?" diye soran Sampras'a yolu gösteren kişiyse antrenörü Paul Annacone oldu. Anne ve babasıyla kucaklaştıktan sonra yedinci Wimbledon kupasını havaya kaldıran efsane, kutlama partisinden sonra soluğu 10 gün boyunca oturmaktan başka bir şey yapmadığı kiralık dairede aldı. Kravatını gevşetip ayakkabılarını da fırlatan Sampras, üstündeki smokine rağmen uzandığı koltukta bedeninden kalkan yükün verdiği dayanılmaz hafifliğinin tadını çıkarıyordu.