28 Aralık 2013

Edberg ve Federer: Halef-Selef


 Bugün tenis dünyasında beyefendi ve centilmen dendiğinde nasıl akla ilk olarak Roger Federer geliyorsa 80 ve 90'lı yıllarda da aynı durum İsveçli raket sanatçısı Stefan Edberg için geçerliydi. Tenis dünyası hiç kuşkusuz ondan daha başarılı pek çok oyuncu gördü ama efsane sıfatı ona yakıştığı kadar hiç kimseye yakışmadı. Öyle ki ATP tarafından her yılın sonunda verilen sportmenlik ödülü bugün hâlâ onun ismini taşıyor. Üstelik junior kariyerinin sonunda sebep olduğu bir can kaybına rağmen...

 Edberg'in 
kariyerini başlamadan bitme noktasına getiren o ölümcül kaza, gençler seviyesinde dört Grand Slam'i de kazanan ilk ve tek oyuncu olduğu 1983 yılında gerçekleşmişti. Amerika Açık'ta Patrick McEnroe'ya karşı oynadığı yarı final maçında kullandığı servis, toptan kaçmaya çalışan çizgi hakeminin kasığına isabet etmiş ve dengesini kaybeden hakem yere düşerek kafatasını kırmıştı. Beş gün sonra gelen ölüm haberiyse İsveçli tenisçiye raketini asmayı düşündürmüştü. Sonrasında fikir değiştirerek tenise devam etme kararı alan Edberg, böylece ömrü boyunca bir çizgi hakeminin ölümüne sebep olan isimsiz bir oyuncu olarak hatırlanmaktan kurtulmuş oluyordu.

 Usta servis-voleci, başından geçen travmatik olaya rağmen junior seviyesindeki başarılarını profesyonel kariyerine taşımayı başardı ve teklerde altı Grand Slam şampiyonluğu yaşadı.  Eğer 1989 Roland Garros finalini setlerde 2-1, dördüncü sette de 4-3 öndeyken biraz da şanssız bir biçimde kaybetmemiş olsaydı bugün kariyer Grand Slam'ini tamamlayan oyuncular listesinde onun da adı yer alıyor olacaktı. 

 Ezeli rakibi Boris Becker her gün başka bir skandalla magazin basınının sayfalarını işgal ederken en az onun kadar karizmatik ve yakışıklı olan kahramanımız ise ölçülü ve mesafeli tavırlarıyla biliniyordu. ATP tarafından verilen ve kendisinin de beş kez layık görüldüğü sportmenlik ödülü, emekliye ayrıldığı 1996'dan itibaren onun ismini taşımaya başladı. 

 Yıllar sonra tenise antrenör olarak geri dönen Edberg, bundan böyle kendi ödülünü en çok kazanan oyuncuyu çalıştıracak. Kendisinden "çocukluk kahramanım" diye bahseden Federer ile yapacağı iş birliği aynı zamanda halef ile selefin buluşması olacak. 

23 Kasım 2013

Eski Koçundan Federer'in İnsanlığı Üzerine


 "Roger hakkında aklımda kalan en önemli şey, cömertliği ve alçakgönüllülüğü. Çoğu insanın biraz egosu vardır ama onda hiç yok. Roger, çevresindekilere karşı çok cömert ve onları rahatlatmayı çok iyi biliyor. Onunla ilk turnuvamız Estoril'deydi. Hafta boyunca onu otelden stada götüren bir şoförü vardı. Final günü Roger, şoföre maçı izleyip izlemeyeceğini sordu. Şoförü bileti olmadığını söyleyince maçı izleyebilmesi için ona hemen bilet sağladı. Ne kadar düşünceli biri olduğunu bir kez daha göstermişti."

 José Higueras (Federer'in eski antrenörü)

22 Kasım 2013

Sharapova-Antrenör Hattı ve Groeneveld


 Teniste bir antrenörün başarılı olup olmadığına ilişkin en önemli kriterlerden biri de çalıştırdığı oyuncuya katabildikleridir. Bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman Thomas Hogstedt'in Maria Sharapova'yı çalıştırdığı süreç içerisinde başarılı olduğunu söylemek zor. Doğrudur, Rus tenisçi İsveçlinin güdümünde yeniden bir Grand Slam kazanıp 1 numara oldu. Fakat olaya sonuç değil de gelişim odaklı yaklaşırsak Hogstedt kelimenin tam anlamıyla sınıfta kaldı. Çünkü iş birliği yaptıkları dönemde Sharapova'nın tenise dair hiçbir özelliğini geliştiremedi.

 Rus tenisçi, sakatlığını atlatıp kortlara döndükten sonra en büyük sıkıntıyı doğal olarak servislerinde yaşamış, maç başına ortalama 20 çift hatayla oynar olmuştu. Masha'nın şu anki servis performansı pek tabii ki o zamanlarla kıyaslanmayacak kadar iyi. Ancak kendisi, Hogstedt'le çalışmaya başlamadan önceki son birkaç aylık dilimde de zaten işleri rayına koyar gibiydi. Dolayısıyla 
Sharapova, bence Hogstedt yerine bir başkası olsaydı da son üç yıldaki başarılarını yakalayabilirdi.

 Connors ile Kimyalar Uyuşmadı

 Bu seneki Wimbledon'a ikinci turda veda eden Rus raket, 
Hogstedt'in kendisine daha fazla çalışamayacaklarını bildirmesi üzerine antrenör arayışına geçti. Masha'nın bu noktadaki ilk tercihi ise tenisin yaşayan efsanelerinden Jimmy Connors oldu. Erkekler tenisinin gelmiş geçmiş en büyük raketleri arasında yer alan Connors'ın tenis bilgisini tartışmak pek tabii ki ahmaklık olur. Ancak sert mizaçlı ve egosu bir hayli yüksek biri olan Jimbo'nun Maria için ciddi sorunlar yaratması da yüksek ihtimaldi. Nitekim birlikteliğin sonunu da bu getirdi.

 Cincinnati Açık'ta çıktığı ilk maçı
Sloane Stephens'a karşı kaybeden Maria, söylenenlere göre karşılaşmanın ardından Connors'ın hışmına uğrayınca ikilinin yolları erken ayrıldı. Bu gelişmenin ardından bir kez daha koçsuz kalan Sharapova, dün resmi Facebook hesabı aracılığıyla yaptığı açıklamada ise Sven Groeneveld'i ekibine kattığını duyurdu.

  Groeneveld İyi Bir Seçim
 
 Groeneveld hâlihazırda yapılabilecek en iyi tercihlerden biridir Sharapova için. Evvela Hollandalının bugüne kadar birlikte çalıştığı oyuncular, çok geniş bir yelpazeye tekabül ediyor. Roger Federer'den tutun da Sania Mirza'ya kadar çok farklı profillerdeki tenisçilerle mesai yapmış bir isimden söz ediyoruz. Öte yandan uzun yıllardır tenisin içinde olması ve farklı jenerasyonlara tanıklık etmesi nedeniyle de eşsiz bir birikime sahip. O yüzden bu ikilinin herhangi bir uyum sorunu yaşayacağını düşünmüyorum. 

 Umarım Masha, yeni hocasıyla birlikte oyununda seviye atlar ve daha büyük başarılara yelken açar.

28 Ekim 2013

Bunun Adı Sıklet Farkı


 Seveni kadar nefret edeni de çok Serena Williams'ın. Açık konuşayım, ben de ikinci tarafta konumlandırıyorum kendimi. Bunun için sebep belirtmeye de gerek yok. Zira internet üzerinde yapacağınız ufak çaplı bir araştırmayla söz konusu ismin bir hayli kabarık olan sabıka kaydına rahatça ulaşabiliyorsunuz. İşin karakter kısmını bir kenara bıraktığımızda ise WTA Turu'na çok fazla gelen bir tenisçiden söz ediyoruz.

 Gerek bu sitede gerekse de yazılar yollayarak katkıda bulunduğum diğer mecralarda sıklıkla belirttiğim gibi Serena ile diğer kadın tenisçiler arasında büyük bir sıklet farkı var. Aslında bu sıklet farkının nelerden ileri geldiğini daha önceki yazılarımızın birinde açıklamaya çalışmıştık. Fakat kendisinin İstanbul'da elde ettiği zaferin yankıları sürerken bu konuyu bir kez daha detaylandırmakta fayda var.

 
Serena, her şeyden evvel ufak bir kol hareketiyle pek çok meslektaşından daha yüksek bir vuruş gücü üretebilen bir tenisçi. Eşsiz fiziksel kapasitesi sayesinde puana rakiplerinden çok daha az efor sarf ederek ulaşıyor. Üstelik vuruşlarında başkalarının asla yakalayamayacağı açılar bulabiliyor ki bu da winner üretmesini kolaylaştıran bir başka unsur.

 17 Grand Slam şampiyonu, fiziksel olduğu gibi zihinsel olarak da kadınlar tenisinin en güçlü oyuncusu. Ona karşı bitirici darbeyi vurmanın ne kadar zor olduğunu Jelena Jankovic ile oynadığı yarı finalde bir kez daha gördük. Mental direnci öylesine yüksek ki koşmakta zorlandığı, hatta büyük bölümünde yürüdüğü bir maçı final setiyle de olsa kazanmayı başardı. 

 Williamsların küçüğüyle ilgili kaleme aldığım son yazıda şöyle bir ifade kullanmıştım: "Serena Williams'ın imkan ve şerait gayet müsaitken kesesini doldurmaya son sürat devam etmesi doğrusunu söylemek gerekirse pek işten değil." Ben bunu yazdıktan sonra Serena, katıldığı sekiz turnuvanın yedisinde final görüp altısında şampiyon oldu. Bu kupaların ikisi Grand Slam, biri Sezon Sonu Şampiyonası, biri de Premier Mandotary seviyesindeydi.

 Aynı yazıda altını ısrarla çizdiğim bir diğer gerçek ise Serena'ya karşı koymanın mevcut rakiplerinin becerebileceği türden bir hadise olmayışıydı. Bir kez daha belirtmek gerekirse Birleşik Amerikalının kadınlar tenisindeki hükümranlığının son bulması ancak iki şekilde mümkün: Ya Martina Hingis veya Justine Henin kalibresinde yeni bir oyuncu çıkacak ya da kendisi emekliliğini açıklayacak.

13 Ekim 2013

Federer Cephesinde Değişim Rüzgarları


 Roger Federer, bugün resmi sitesi aracılığıyla yaptığı açıklamada üç buçuk yıldır antrenörlüğünü yapmakta olan Paul Annacone ile artık çalışmayacağını duyurdu.

 İsviçreli yaşayan efsanenin Annacone'dan önceki tam zamanlı antrenörünü bulabilmek için 2003 yılına kadar gitmek gerekiyor. O sene Peter Lundgren ile yollarını ayıran Ekselansları, kısa süreli iş birliklerini saymazsak kariyerinin en büyük başarılarını yakaladığı dönemin tamamını antrenörsüz geçirmişti. 

 Büyük oyuncularla çalışmak oldukça meşakkatlidir. Başka bir deyişle böylesine önemli yıldızları idare etmek, herkesin üstesinden gelebileceği türden bir hadise değildir. Örneğin siz Federer'i çalıştırıyorsanız kalkıp da ona nasıl tenis oynaması gerektiğini öğretemezsiniz. Annacone da bu durumu, bir defasında "Federer'in zaten belli bir oyunu var. Biz bunu değiştirmeye değil, onun güçlü olduğu noktaları ön plana çıkarmaya çalışıyoruz." sözleriyle özetlemişti.

 İsviçreli raket, büyük bir düşüş yaşadığı 2013 sezonunda birçok ilginç karara da imza attı. Wimbledon'dan sonra toprak korta geri dönmesi ve raketinin kafa boyunu değiştirmeye çalışması, Federer özelinde değerlendirildiğinde oldukça sıra dışı gelişmelerdi. 
Tenis tarihinin gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu, şimdi de başka bir önemli kararın eşiğinde buldu kendisini. Öyle ki bundan sonraki yoluna yeni bir ekiple mi, yoksa yalnız başına mı devam edeceği büyük merak konusu.

 Şayet Federer kendisine yeni bir koç bulacaksa bence bu isim, yine Annacone profilinde ve mevcut şartlarda kendisinden azami performansı çıkarabilecek kalitede biri olmalı. Bunun dışındaki her yeni deneme, macera aramaktan öteye gitmeyecektir.

7 Ekim 2013

Sharapova İyi Ki Gelmiyor!

  
 Maria Sharapova, İstanbul'un bu yıl son kez ev sahipliği yapacağı WTA Championships'ten çekildiğini açıkladı. Karar, elbette çok üzücü ama kendisinin bu turnuvada yer alabilmek için çok büyük bir çaba sarf ettiği gerçeğini de atlamamak lazım.

 Cincinnati Açık'tan bu yana omuz sakatlığıyla boğuşan ve sezonun ikinci yarısında neredeyse hiçbir turnuvada oynayamayan Rus raketin İstanbul'a gelse bile gruptan çıkma şansı zaten oldukça azdı. Zira mevcut oyun stiliyle kortta randıman verebilmesi için evvela maç ritmini yakalaması gerekiyor. O da bunun farkındaydı tabii ki. Ancak yine de son ana kadar turnuvaya katılma ihtimalini kovaladı. Neticede ne kadar erken geri dönebilirse o kadar iyi olacaktı.

 Masha'nın bu hâldeyken İstanbul'a gelmemesi bir bakıma da iyi oldu. Zira kuvvetle muhtemel bir erken veda, bizdeki televole kültürsüzlüğüne aynı iki yıl önce olduğu gibi yeniden malzeme vermesine neden olabilirdi. Sharapova isminin geçmişte olduğu gibi seks diyetleriyle, kedilerle, köpeklerle aynı metin içinde yan yana geldiğini görüp sinir krizlerine girmektense böylesini tercih ederim.

6 Eylül 2013

Murray Gerçekten Ne Kadar Sir?


 http://www.tenishaber.com/artikel.php?artikel_id=81

 Bundan bir yıl öncesine kadar Grand Slam finallerinin müzmin kaybedeni olarak gösterilen Andy Murray, aradan geçen zamanda portföyüne önce Olimpiyat altınını, sonra da Amerika Açık ve Wimbledon zaferlerini ekledi. Bu sayede Sir unvanına da layık görülen İskoç tenisçinin oyun seviyesinde ise değişen hiçbir şey yokmuş görünüyor. Yoksa dün Stanislas Wawrinka karşısında bu kadar büyük bir acziyet içinde kalmazdı.

 Murray'nin bu ağır yenilgisi için elbette hafifletici sebepler mevcut. Eski formuna henüz kavuşamaması ve rakibinin de kusursuza yakın bir performans sergilemesi skor tabelasındaki durumun başlıca sebepleri olarak gösterilebilir. Ancak Andy'nin koca üç set boyunca tek bir servis kırma şansı dahi elde edememesi, en az bu saydığımız nedenler kadar oyun yapısıyla da ilintili.

 Yıllarca slam ana tablolarında üç büyüklerle karşılaşıncaya kadar hiçbir sıkıntı yaşamayan Murray, yarı final veya finallere gelindiğinde ise bizlere sonucu belli maçlar izlettiriyordu. Çiçeği burnunda Sir'ün o günlerde olduğu gibi bugünlerde de oyunu gereksiz ölçüde defansif. Ofansif anlamda hiçbir büyük silahından bahsedemeyeceğimiz İskoç raket, tüm bunlardan mütevellit rakibine hükmeden bir oyuna da sahip değil. O yüzden dünkü aldığı sonucu, biraz da bu perspektiften değerlendirmek gerekir.

 Garip gelebilir ama iki oyuncuyu yetenek terazisine koyarsak bence Wawrinka Murray'den daha iyi bir tenisçi. Öyle olmasa bile en azından çok daha efektif bir oyuna sahip. Nitekim dünkü mücadele de bunun bir kanıtı niteliğindeydi. Murray'i formsuz bir döneminde yakalayan Stan, iki ay öncesinin Wimbledon şampiyonunu oynadığı oyunla yerle yeksan etti. 

 Ne var ki teniste salt yetenek bir yere kadar başarı getirebiliyor. Elitler sınıfına girebilmeniz için devamlılığınızın olması şart. İşte Murray'nin Wawrinka'dan çok daha üstün olduğu nokta da burası.

20 Ağustos 2013

Bizimkilerin Amerika Açık Falı

  

 Marsel İlhan, Çağla Büyükakçay, Pemra Özgen, İpek Soylu ve adını sayamadığım diğer birçok tenisçi... Bunların hepsi el üstünde tutulması gereken oyuncular. Ancak açıp bakın sosyal medyaya, takdir görecekleri yerde abuk sabuk geyiklere malzeme konusu oluyorlar. Goygoycular bir yana, bir de tenisle ciddi şekilde ilgilendiği hâlde bu sporcuların yaptıklarını küçümseyenler var ki asıl vahim olan onlar. Zira hayal dünyasında yaşıyorlar. İstiyorlar ki bizimkiler de o her hafta ağızları sulanarak izledikleri süperstarlar gibi olsun. Oysa milli raketlerimizin bu ülke şartlarında yaptıkları şey zaten Don Kişotluğun dik alasıdır. 

 Meyve veren ağacı taşlayanları şimdilik bir kenara bırakalım ve bizimkilerin Amerika Açık'taki şansları üzerine kafa yoralım.
 
 Blaz Kavcic Tecrübeli 
 
 Girişte sözünü ettiğimiz alaycı tavırlara en çok muhatap olan Marsel'in elemelerdeki ilk tur rakibi ATP 125 numarası Blaz Kavcic. İki tenisçi daha önce yalnızca bir kez karşılaşmışlar ve o mücadeleyi temsilcimiz kazanmış. Lakin aradan geçen zamanda köprünün altından çok su aktı. Zira Marsel 2011'den itibaren büyük bir düşüşe geçerken Sloven rakibi son 15 Grand Slam'in 14'ünde ana tabloda boy göstermiş. Bu istatistik de eşleşmenin favorisinin kim olduğunu apaçık gözler önüne seriyor. Fakat şu var ki Marsel, bu turu bir şekilde geçerse ana tablo kapısını da sonuna dek açacak. Zira daha sonraki turlarda karşılaşacağı rakipler Kavcic'ten daha üst düzey değil. 
 
 Pemra'ya Zorlu Rakip 
 
 Son dönemlerin çıkıştaki ismi Pemra'yı ise ilk turda Alla Kudryavtseva bekliyor. Rus tenisçinin 2008 Wimbledon'da dördüncü turu görmüşlüğü, hatta aynı turnuvada Maria Sharapova'yı set vermeden yenmişliği var. Kuşkusuz milli raketin şu anki seviyesine göre çok üst düzey bir rakip Kudryavtseva. İşin kötüsü şu ki bu tur geçilse bile sonrasındaki olası rakipler de bir hayli çetin ceviz. Tabii bu durum, Pemra'nın seri başı olmamasından kaynaklanıyor. Hâl böyleyken temsilcimizden şu şartlarda ana tablo beklemek iyimserlik olur. Yine de söz konusu isim WTA turnuvalarında ana tablo galibiyeti elde eden ilk ve tek Türk tenisçi olan Pemra ise ümitsizliğe kapılmak doğru olmaz. Bu arada bilmeyenler için belirtelim, Pemra o galibiyeti 2009 İstanbul Cup'ın ilk turunda almıştı. Sonrasındaysa biz bu organizasyondan Championships uğruna feragat ettik. Akıbeti ne olacak bilmiyorum ama Türk tenisçilerin gelişebilmeleri için bu tip turnuvalar şart. 
 
 En İyi Kura Çağla'nınki
 
 Bana göre temsilcilerimiz arasında ana tablo şansı en fazla olanı Çağla. Ülkemizin kadınlardaki 1 numarası, sıralamada sürekli yükselerek geliştirdiği Türkiye rekorlarının semeresini elemelerde seri başı olarak aldı. Hem ilk turdaki rakibinin de hem de ikinci turdaki muhtemel rakiplerinin sıralamaları kendisinden daha düşük. Ancak son eleme turunda karşısına dikilmesi olası olan Teliana Pereira için aynı şeyi söylemek zor. Bu yıl ilk 100'e giren Brezilyalı raket, elemelerde dört numaralı seri başı konumunda. 

15 Ağustos 2013

Azim mi Dediniz? Marion Bartoli...


 Yeni güne yeni bir şokla uyandık bu sabah. Çok değil, daha 40 gün evvel Wimbledon finalinde karşılaştığı Sabine Lisicki'yi kelimenin tam anlamıyla korttan silerken yaptığı gibi bu sefer de aktif tenis yaşamına nokta koyduğunu açıklayarak herkesi ters köşeye yatırmayı başardı Marion Bartoli.

 Kuşkusuz kendisinden büyük bir yetenek olarak bahsedemeyiz. Hatta belki de tenisin zirvesi olarak adlandırılan Wimbledon'da bu yıl elde ettiği zafer olmasaydı birçokları için bu veda hiçbir anlam ifade etmeyecekti. Ancak söz konusu Bartoli olduğunda her anı ayrı bir azim öyküsü olan o tenis yolculuğunda bakmayı bilene çok büyük dersler var.

 İdeallerinin Peşinden Koşan Bir Baba

 Williams kardeşler için babaları Richard ne anlam ifade ediyorsa ya da Maria Sharapova için Yuri Sharapov'un önemi neyse Marion için de babası Walter en az o kadar değerli bir isimdi. Üstelik baba Bartoli'nin hayatını idame ettirebilmesi için diğer örneklerde olduğu gibi kızının başarısına ihtiyacı da yoktu. Zira kendisi doktorlukla hayatını kazanıyordu.

 Altı yaşındayken tenise başlattığı kızı için doktorluğu bir kalemde silen Walter Bartoli, hayatının bundan sonraki dönemini kızına ve daha önce hiçbir şekilde tecrübe etmediği tenise adadı. Kızıyla birlikte arabasıyla kilometrelerce uzaklıktaki turnuvalara giden Walter, Marion'un hem koçluğunu hem de menajerliğini üstlendi.

 1992'de rahmetli Yugoslavya'nın teniste yetiştirdiği en büyük tenis yıldızı olan Monica Seles, Steffi Graf'ı devirerek Roland Garros'u kazanırken o maçı izleyen baba Bartoli'nin Seles'in çift elli forehand tekniğini kızına aşılaması Marion'un başlarda oldukça zayıf görünen forehand kanadına ilaç gibi gelecekti. Sırf evladına olan tutkusundan dolayı hiçbir geçmişinin olmadığı bir spor dalıyla ilgili saatlerce araştırma yapan Walter'ın tek bir amacı vardı, o da Marion'un gelecekte şampiyon bir raket olmasıydı.

 Bartoli, antrenmanlarını babası ve erkek kardeşiyle kapalı bir spor salonunda yapıyordu. Daha sonraları profesyonelliğe adımını attığında rakiplerinin ikinci servislerini geri çizginin iki-üç metre içinde karşılaması ise aslında zorunluluk sonucu elde edilmiş bir kazanımdı.

 "Tenisi yaşadığım yerde öğrendim. Antrenmanlarımı kapalı ve çok amaçlı bir spor salonunda yapıyordum. Burada basketbol ve voleybol da dahil olmak üzere hemen her spor yapılıyordu. En arkada ise bir tırmanış duvarı vardı. O yüzden geri çizginin daha gerisinde oynayamıyordum."

 Doğallığı Başına Bela Oldu

 Babasının tutkusu ve arzuları ile Marion'un gayretli çalışmaları meyvelerini çok geçmeden vermeye başladı. Bartoli, ülkesi Fransa'da elde ettiği başarıları junior kariyerine de taşıdı ve 2000 yılında Orenge Bowl'u, ertesi sene de Amerika Açık'ı kazandı. Ocak 2002'de ise juniorlarda 2 numaraya kadar yükselerek gençler kariyerinin en yüksek sıralama derecesine ulaştı.

 2006 sezonunda WTA Turu'ndaki ilk şampiyonluğunu kazanıp dünya sıralamasında da ilk 20'nin içerisine giren Bartoli, artık Fransız tenisinin en önemli isimlerinden biriydi. Ancak ne var ki babası tarafından çalıştırılmasının Fransa Tenis Federasyonu tarafından pek hoş karşılanmaması hak ettiğinden daha az değer görmesine sebep oldu.

 "12 yaş altı, 14 yaş altı, 16 yaş altı... Hepsinde Fransa şampiyonuydum ama sıralaması benden daha düşük olan oyuncular federasyonla sözleşme imzalarken benim böyle bir hakkım yoktu. Zira antrenörlüğümü babamın yapması hoşlarına gitmiyordu. "

 Federasyonun bu tavrına rağmen Bartoli, babasından ayrılmayı bir an olsun aklının ucundan dahi geçirmedi. Başarıya giden yolda kariyer basamaklarını hızla tırmanırken prensiplerinden de asla taviz vermeyen Fransız raket, kort dışında da çoğu zaman açık sözlülüğünün kurbanı oldu. Tek sponsoru raket tedarikçisi Prince olan Bartoli, bir dönem ilk 20'de yer alan oyuncular arasında kıyafet ve ayakkabı masraflarını bizzat kendisi karşılayan tek isimdi.

 Şans Değil, Emeğin Karşılığı

 Fransız yıldızın bundan sonraki kariyeri ise iniş-çıkışlarla dolu oldu. 2007 yılında Justine Henin'e o sene aldığı son mağlubiyeti tattırdığında kendisini kariyerinin ilk Grand Slam finalinde bulmuştu. Ancak şampiyonluk yolundaki rakibi o zamanlar Wimbledon denildiğinde akla gelen ilk isim olan Venus Williams olunca kaderine razı olmaktan kurtulamadı.

 O finalden tam altı yıl sonra yine Wimbledon'a gelindiğinde Bartoli'nin şampiyon olacağını öngörebilmek düpedüz müneccimlik olurdu ama hiç kimsenin beklemediği bu sonuç, sıra dışı bir turnuvanın ardından gerçeğe dönüştü.

 32 seri başı ismin yarısından fazlasının üçüncü turu göremeden elendiği tarihin en sürprizlerle dolu Wimbledon'ında kariyerinin ikinci büyük turnuva finalini gören Bartoli, şampiyonluk mücadelesinde de herkesin favorisi olan Sabine Lisicki'yi yüksek konsantrasyonuyla dize getirip set dahi kaybetmeden şampiyonluğa ulaştı.

 Elde ettiği bu zafer, son tahlilde sanıldığı gibi bir şans eseri değil, yıllardır aynı azimle, tutkuyla, sebatla çalışan Fransız tenisçinin profesyonellik anlayışının bir ürünüydü.

 Bartoli belki tenis yaşamı boyunca hiçbir zaman şaşaalı yıldızlardan biri olmadı. Fakat hem tenis stili hem de karakteri itibarı ile son derece nevi şahsına münhasır bir isim olan bu Fransız tenis emekçisini özleyeceğimiz gün gibi aşikar.

8 Ağustos 2013

Federer'in (Bence) En Efsanevi 10 Galibiyeti



 10-) Federer-Sampras 2001 Wimbledon dördüncü turu

 1993 ile 2000 yılları arasında yedi kez tahta çıktığı Wimbledon'da yalnızca bir kez bileği bükülebilen Pete Sampras'ın 2001 senesindeki dördüncü tur rakibi 19 yaşındaki Roger Federer'den başkası değildi. Basel'de geçen çocukluk yıllarının kahramanı olan Sampras'a karşı ilk ve son kez oynama şerefine nail olan Federer çekişmeli mücadeleden beş set sonunda zaferle ayrıldı. Maçın ardından sandalyesine oturduğu esnada döktüğü göz yaşları hem sevinçten hem de çimin kralına duyduğu hürmettendi. O vakte kadar tarihin gördüğü en büyük oyuncu olan Sampras artık bayrağı İsviçreli halefine devretmişti.

 9-) Federer-Hewitt 2004 Amerika Açık finali

 Ekselansları'nın en büyük alametifarikalarından biri de oynadığı tenisle kendi döneminin en iyi oyuncularını adeta küçük düşürmesidir. Çocukluktan beri yakın arkadaşı olan Lleyton Hewitt'i yendiği 2004 Amerika Açık finali de bunun bir örneğiydi. O gün Avustralyalı meslektaşını kelimenin tam anlamıyla perişan eden Federer, 6-0 / 7-6(3) / 6-0'lık skorlarla iki seti sıfıra karşı kazanılan ilk Amerika Açık finalinin mimarı olmuştu.

 8-) Federer-Björkman 2006 Wimbledon yarı finali

 2006 yılında 34 yaşındayken Wimbledon'da yarı finale kadar yükselen Jonas Björkman'ı bu turda Federer bekliyordu. Yalnızca 77 dakika süren ve 
6-2 / 6-0 / 6-2'lik setlerle sonuçlanan karşılaşma, İsveçliyi Wimbledon tarihinin en ağır yarı final yenilgisini alan oyuncu olarak kayıtlara geçiriyordu.

 7-) Federer-Blake 2006 Masters Cup finali

 Aynı yıl içinde katıldığı 17 turnuvanın 16'sında finale yükselen biri için kelimeler kifayetsiz kalır. Nitekim James Blake de 2006 Masters Cup finalinin ardından aynı şeyleri söylemişti. Federer, rüya gibi geçen sezonun kapanışını da kupayla yapıyordu ve bu kez skor 6-0 / 6-3 / 6-4'tü.

 6-) Federer-Roddick 2007 Avustralya Açık yarı finali

 Andy Roddick gibi bir oyuncuya karşı bir Grand Slam yarı finalinde sadece 83 dakika sonunda 6-4 / 6-0 / 6-2'yle kazanılan bir maç ve toplamda üretilen 45 winner... O gün maçı izleyen herkesin ekran başında verdiği tepkiyi karşılaşmanın ardından soluğu soyunma odasında alan Mirka, bizzat müstakbel eşine söylemişti: "Sevgilim, sen manyaksın."

 5-) Federer-Ferrer 2007 Masters Cup finali

 2007 Masters Cup'ta finale yükselen David Ferrer, bunu hem Rafael Nadal hem de Novak Djokovic'i dize getirerek başarmış ve ne kadar formda olduğunu gözler önüne sermişti. Buna rağmen Federer karşısında 
 o da kaderine razı olmaktan kurtulamadı: 6-2 / 6-3 / 6-2.

 4-) Federer-del Potro 2009 Avustralya Açık çeyrek finali

 Bir tur evvel belalısı Tomas Berdych'e karşı gitti denen maçı 0-2'den çevirdikten sonra Federer'in Avustralya Açık'tan elenmesi birçoklarına göre an meselesiydi. Çeyrek finalde kortun karşısındaki oyuncunun Juan Martin del Potro olacağını hesaba kattığımızda da bu şekilde düşünenleri anlamak hiç de zor değildi. Ancak iki gün sonra dördüncü turdaki adam gitmiş, yerine paralel evrenden başka birisi gelmişti. Ortaya koyduğu kusursuz performansla herkesi ters köşeye yatıran Ekselansları, 6-3 / 6-0 / 6-0'la koleksiyonuna yeni bir baş yapıt daha eklerken maçın ardından rakibinin ettiği sinkaflı küfürlerden de nasibini aldı.

 3-) Federer-Haas 2009 Roland Garros dördüncü turu

 2009 Avustralya Açık'ta gördüğü dördüncü tur kabusunun daha beterini bu kez Roland Garros'ta görecekti İsviçreli efsane. Tommy Haas önünde setlerde 2-0, üçüncü sette de 4-3 geride olan Federer, kendi servisinde yüzleştiği servis kırma puanını müthiş bir forehand winner ile çevirdikten sonra adeta şaha kalkacak ve şampiyonluğa giden yolda oldukça kritik bir virajı başarıyla dönecekti.

 2-) Federer-Djokovic 2011 Roland Garros yarı finali

 2011'de terminatörvari bir grafik sergileyerek Roland Garros'a namağlup giden Novak Djokovic'in yenilmezlik serisi yarı finalde bizzat Federer tarafından muhteşem bir maçın ardından bozuldu. Ekselansları'nın 7-6(5) / 6-3 / 3-6 / 7-6(5)'yla kazandığı maçın son puanının ardından verdiği reaksiyon ise hafızalardaki tazeliğini hâlâ koruyor.

 1-) Federer-Nadal 2011 Masters Cup grup maçı

 Uzun bir aradan sonra Grand Slamsiz geçen bir yılın acısını kapalı kort sezonunda gösterdiği müthiş performansla çıkarın tenisin yaşayan efsanesi, abonesi olduğu sezon sonu turnuvasında ezeli rakibi Rafael Nadal'la aynı gruba düşmüştü. İkili arasında o güne kadar oynanan maçların en tek taraflılarından birine sahne olan mücadele 6-3 / 6-0'la İsviçrelinin hanesine yazıldı.

20 Temmuz 2013

N'olacak Bu Federer'in Hâli?

  

 Federer, sezon başından bu yana eski görüntüsünü mumla aratan bir performans sergiliyor. 10 yıl aradan sonra dünya klasmanında beş numaraya gerilemesi şöyle dursun, Londra'daki ATP Dünya Turu Finalleri'ne katılması bile tehlikede İsviçrelinin. Hâl böyle olunca o da normal şartlar altında kendisinden hiç beklenmeyecek bir karara imza attı. İkinci turda elenip büyük bir şok yaşattığı Wimbledon'ın ardından Kuzey Amerika sert kort sezonunu beklemek yerine düşük profilli toprak kort turnuvalarında oynamayı yeğledi. Üstelik bu kararın tek sebebi, yıl boyunca aldığı kötü sonuçlar değildi. Zira Hamburg ve Gstaad'daki turnuvalarda kafa boyunu 98 inçe çıkardığı yeni raketlerini de deneyecekti.

 Gelgelelim Hamburg'da yine kötü bir turnuva çıkardı maestro. Düşe kalka geldiği yarı finalde ilk 100 dışından bir rakete karşı set dahi alamadan eleniverdi. Kendisinden son bir hamle daha bekleyen hayranlarını ve tenisseverleri yine ümitsizliğe gark eyledi.

 Ekselansları raketini modifiye etti etmesine ama bu değişimin dertleri bitirmeyeceğinin kendisi de farkında olsa gerek. Yanlış anlaşılmasın, elbette yeni raketi basit hatalarını biraz daha aşağıya çekecektir. Fakat çareyi sadece bunda aramak, kanseri aspirinle tedavi etmeye çalışmak gibi nafile bir çaba olur.

 Daha önceki yazılarımızda da belirtmiştik. Fedex, geçtiğimiz yılın sonlarından itibaren kort içindeki eski hareketliliğini önemli ölçüde yitirmeye başladı. İşin uzmanları konuyla ilgili istatistiksel veri de koymuş ortaya. Yapılan çalışmaya göre İsviçreli yaşayan efsanenin toplara reaksiyon gösterme hızı %20 ila 40 arasında bir düşüş göstermiş. E zaten düşmemesi anormal olmaz mıydı? Neticede şunun şurasında birkaç hafta sonra 32 yaşına basacak bir raketten bahsediyoruz.

 Tüm bunlardan mütevellit sinirlenmenin ve üzülmenin bir manası yok. Roger tenis tarihinin görüp görebileceği en iyi oyuncu ama bir robot değil, insan. O yüzden bırakalım da kariyerinin son demlerini arzu ettiği şekilde geçirsin büyük efsane.

21 Haziran 2013

Wimbledon Yerine Mersin... Peki Ne Uğruna?


 http://www.tenishaber.com/artikel.php?artikel_id=73

 Bazen bu ülkede bazen öyle akla hayale gelmeyecek saçmalıklar oluyor ki insanın nutku tutuluyor.

 İşte böylesi bir olayın son öznesi de Marsel İlhan.

 Akranları Wimbledon'da ana tabloya kalabilmek için ter dökerken o, önce bir Challenger turnuvası oynadı, sonra da Akdeniz Oyunları için beklemeye koyuldu. Kıytırık bir madalya için tenisin zirvesini ekti anlayacağınız.

 Neden kıytırık diyorum?

 Çünkü ana tablodaki tenisçi sayısı yalnızca sekiz

 Üstelik katılan oyuncuların hepsi isimsiz. 

 Oyunların son ayağı olan 2009 Pescara'da 1 numaralı seri başı kimdi dersiniz?

 O dönem dünya sıralamasında 186. sırada bulunan Marsel İlhan'ın ta kendisi.

 İşte böyle bir organizasyon Wimbledon'a tercih edildi, daha doğrusu ettirildi.

 Ülkeye hizmet etmekten ziyade oturduğu koltuğu düşünen pek değerli büyüklerimiz, Marsel'e demiş olmalılar ki "Bak, aldığın sonuçlar ortada. Wimbledon gibi gereksiz hülyalara kapılma. Gel şurada bir madalya taktırıver boynuna da bir işe yara."

 O da kabul etti.

 Ne diyelim?

 Hayırlı uğurlu olsun.

 Grand Slam harici en prestijli turnuvayı düzenleme hakkını elde edip ödül seremonisine Ulaştırma Bakanı'nı çağıran bir ülkede normal şeyler bunlar.

 Kim düşündüyse aklıyla bin yaşasın!

4 Haziran 2013

Form Geçici, Klas Kalıcıdır: Tommy Haas


 http://www.tenishaber.com/artikel.php?artikel_id=72 

 35 yaşındaki bir tenisçinin bir Grand Slam turnuvasında çeyrek finale yükselmesi bizatihi büyük bir başarı. Tommy Haas'ın bunu yapış şekli ise bana sorarsanız daha da hayret edilecek cinsten. John Isner'a karşı 13. maç puanının ardından kazanabildiği beş setlik muazzam düellonun teri soğumadan Mikhail Youzhny gibi bir oyuncuyu 6-1 / 6-1 / 6-3'le evire çevire yenmesi kendisinin kalitesi hakkında yeterince şey söylüyor. Ne var ki yeteneğine paralel ilerlemeyen kariyerine baktığımızda hayıflanmamak elde değil.

 1996'da profesyonelliğe adımını atan Haas, üç yıl sonra ilk ATP şampiyonluğunu elde edip Avustralya Açık'ta da yarı finale çıktığında geleceğin en büyük yıldızlarından biri olarak gösteriliyordu. 2000 yılında hiç turnuva kazanamamış olsa da Sidney'de düzenlenen Olimpiyat Oyunları'nın finalinde Yevgeny Kafelnikov'a beş setlik bir maçın ardından yenilecek ve altın madalyayı kıl payı kaçıracaktı. Ertesi sene dört turnuva zaferi elde eden yetenekli Alman, kariyerinin ilk Masters zaferine de Stuttgart'ta ulaşacaktı.

 Her Şeyin Başladığı ve Bittiği Yıl: 2002

 Arka arkaya gelen başarılı sonuçlar Haas'ı 13 Mayıs 2002 tarihinde açıklanan dünya sıralamasında 2 numaraya taşıyacaktı. Ne var ki Alman raket, işte tam da bu sırada ailesinin geçirdiği bir
 trafik kazasıyla sarsıldı. Babasını komaya sokan bu trajik olay yüzünden çok daha büyük başarılara yelken açtığı bir dönemde kariyerini ikinci plana atmak zorunda kalan Haas, bu da yetmezmiş gibi bir de omzundan ağır bir sakatlık geçirdi. 2003 sezonunu pas geçen yetenekli oyuncu, Şubat 2004'te yeniden raket sallamaya başladığında ise artık sıralamada bile değildi.
 
 Almanların Boris Becker-Michael Stich ikilisinden sonra gördüğü en büyük yıldız olan Haas, yukarıda bahsettiğimiz çalkantılı sürece gelene kadar Andy Roddick'e 3-0, Jim Courier'a 2-0, Roger Federer ve Marat Safin'e de 2-1'lik bir üstünlük kurmuştu. O vakitler gelmiş geçmiş en büyük oyuncu olarak kabul gören Pete Sampras ile olan maç kaydı ise 5-5'ti.

 Haas, her ne kadar potansiyelinin karşılığını alamamış bir raket olarak kalsa da kariyerinin ikinci döneminde de güçlü servisleri, vuruş çeşitliliği, muazzam backhand'i ve kortun tamamına hakim olan oyun yapısıyla büyük oyuncuların başına bela açmaya devam etti. Çim zeminde Novak Djokovic ve Roger Federer'i yenerek kupalar kaldıran eski 2 numara, 2009 Roland Garros dördüncü turunda ise neredeyse tenis tarihini değiştiriyordu. O turnuvada şampiyonluğa ulaşarak kariyer slam'ini tamamlayan Federer karşısında ilk iki seti alan Haas, üçüncü sette de 4-3 öndeyken yakaladığı servis kırma puanını değerlendirebilseydi servislerini maç için kullanacaktı ama olmadı. 

 Veteran raket, an itibarı ile dört büyük turnuvada da çeyrek final gören az sayıdaki tenisçiden biri. Kariyeri formunun zirvesindeyken mahvolsa da klası hâlâ yerinde.

20 Mayıs 2013

Kadın Tenisi: Serena Williams ve Diğerleri


http://www.tenishaber.com/artikel.php?artikel_id=71

 Kadınlar tenisinin zirvesindeki isim olan Serena Williams için 2013, göz kamaştırıcı kariyerindeki özel yıllardan birine sahne oluyor. Bir hafta arayla önce Madrid Açık'ta Maria Sharapova'yı, ardından da Roma Açık'ta Victoria Azarenka'yı kelimenin tam anlamıyla tarumar eden 15 Grand Slam şampiyonu, bu performansıyla sezonun ikinci Grand Slam'i olan Roland Garros'un en büyük favorisi olarak gösteriliyor. Sıralamada kendisinden hemen sonra gelen rakiplerine karşı kurduğu ezici üstünlük ise Birleşik Amerikalı raket ile turun diğer oyuncuları arasındaki sıklet farkını apaçık gözler önüne seriyor.

 Halihazırda Serena'nın antrenörlüğünü yapmakta olan Patrick Mouratoglou, geçtiğimiz günlerde Eurosport'un Fransa edisyonu için kendi öğrencisini analiz ettiği bir yazı kaleme aldı. Fransız çalıştırıcının "Serena n'est pas infaillible" (Serena kusursuz değil) başlıklı makalesindeki şu tespiti çok çarpıcı: "Serena turnuva ayırt etmeksizin oynuyor. Geçmiş yıllarda durum böyle değildi."

 Sezon başından bu yana kadarki süreci incelediğimizde de Mouratoglou'nun ne kadar isabetli bir yorum yaptığını görebiliyoruz. Bu yıl sırasıyla Brisbane, Miami, Charleston, Madrid ve Roma'da mutlu sona ulaşan kardeş Williams, oynadığı son 24 maçta da yenilgi yüzü görmedi ve hatırı sayılır bir süredir de 1 numaralı koltukta oturuyor. Bu da bir zamanlar Grand Slam haricinde nadiren turnuva oynayan Serena açısından çok ciddi bir değişime tekabül ediyor.

 Williamsların küçüğünün elde ettiği bu başarılar, hadiseye salt rekabet açısından bakanlar tarafından memnuniyetsizlikle karşılanıyor olsa da bu noktada Masha ve Vika'yı suçlamamak gerekir. Zira agresif ve vuruş gücüne dayalı bir tenis oynayan bu iki oyuncu, hem fiziksel hem de zihinsel anlamda hemcins olduklarını söylemenin güçleştiği bir isimle rekabet ediyor.

 Teniste rakibinizi yenmenin yolu, ona oyunun bir ve yahut daha çok departmanında üstünlük sağlamaktan geçer. Başka bir deyişle oyunun hiçbir yönünde karşınızdaki oyuncudan iyi değilseniz kaderinize razı olmak zorundasınız. İşte diğer tenisçilerin Serena karşısında düştüğü durum da tam olarak bu. 

 Her ne kadar Serena kendi tarzının bir numaralı ismi olsa da Mouratoglou'nun da dediği gibi kusursuz bir raket değil. Teknik beceri gerektiren vuruşlarda görece zayıf bir görüntü çizen Birleşik Amerikalıyı alt edebilmenin belki de en kolay yolu, vuruş gücünden ziyade teknik kapasite ve oyun zekası temeli üzerine kurulmuş bir tenisten geçiyor. Ancak Martina Hingis ve Justine Henin'dan sonra bu şekilde oynayan tek bir üst düzey raket dahi olmadığını düşünürsek Serena'nın imkan ve şerait gayet müsaitken kesesini doldurmaya son sürat devam etmesi pek işten değil.

10 Mayıs 2013

Federer'in Şarkısı: Neler Oluyor Bize?


 http://www.tenishaber.com/artikel.php?artikel_id=70  

 Tenisin yaşayan efsanesi, dün Kei Nishikori karşısında oldukça kötü bir oyun çıkararak sürpriz bir mağlubiyete imza attı. Normal koşullarda bu yenilgi, üzerinde çok fazla durmayı gerektirecek bir sonuç değil. Zira istisnasız her oyuncu yılın belli dönemlerinde bu tip neticelerle karşılaşabilir. Kaldı ki kortlardan iki ay uzak kalmış bir tenisçinin çıktığı ilk turnuvada randıman verememiş olması da son derece normaldir. Ancak sıkıntı şu ki Roger Federer'in oyununda, özellikle de oyunun son derece önem arz eden bir departmanında hayati bir gerileme söz konusu. Başkalarının ne düşündüğünü bilmiyorum ama beni ümitsizliğe iten husus da tam olarak bu. 

 Geçtiğimiz hafta yaptığım uzun soluklu Maria Sharapova analizinde ne kadar anlaşıldığımı bilmemekle beraber korttaki hareket kabiliyetinin önemini vurgulamaya çalışmıştım. Teniste puan vuruşu üretmekle basit hata yapmak arasındaki ince çizgiyi oluşturan temel unsurlardan birinin ayak çalışması olduğunu söylemiştim. Zira ayakların yavaş olması demek, topun arkasına zamanında geçememeniz, dolayısıyla da ideal pozisyonda vuruş yapamamanız demektir. Bu da normale göre daha çok basit hata ve daha az doğrudan puan anlamına gelir. Bu kadarla kalsa iyi, savunma kanadında da ciddi bir zaafınız belirir. Normalde çıkarılabilecek toplara raket uzatmakta bile zorlanabilirsiniz. 

 Federer'de ilk olarak bu düşüşü gözlemlediğim maç, Novak Djokovic'e iki sette kaybettiği Masters Kupası finaliydi. Belki de alabileceği bir maçı tuhaf bir şekilde yitirmesi nedeniyle bunun üzerinde fazla durmamıştım. Ancak bu sezon itibarı ile İsviçre çikolatasının yaşının ilerlemesine bağlı olarak ciddi bir yavaşlama sorunuyla karşı karşıya kaldığına kani olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Bir yıl öncesine kadar rahatlıkla raket koyabildiği topları geri çevirmekte zorlandığını görüyorum Ekselansları'
nın.

 Yukarıda anlattığım durum, enseyi karartacağımız manasına gelmiyor elbette. Her ne olursa olsun 31 yaşında Grand Slam kazanıp yeniden 1 numaraya yükselmeyi başarabilmiş bir oyuncudan söz ediyoruz. Federer, hâlâ Grand Slam turnuvalarında en büyük favorilerden biridir ve Wimbledon'ı kazanabilmek adına da ciddi bir şansa sahiptir. Bunun aksini iddia edenlere onun tenisinin zaten fiziksel güç üzerine kurulu olmadığını bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. 

 Emeklilikten dem vuranlar içinse söylenecek bir şey yok. Defalarca bizzat Federer tarafından aksi ispat edilmesine rağmen hâlâ aynı yanlışta diretmek, cevap iktiza eden bir hadise değil çünkü. Son tahlilde " Bu sporu kimse benden daha fazla sevemez. Bunun için de pek çok fedakarlık yapıyorum. Ancak karşılığını aldıkça da bırakmak istemiyorum.'' diyen Ekselansları için her yenilgiden sonra emekliliği konuşmak, onun sporculuğundan hiçbir şey anlayamamak kadar alıkça.

28 Nisan 2013

Sharapova'nın İlham Veren Dönüşümü


 Toprak kort sezonuna geçtiğimiz yıldan kalan yüksek puanlarını koruma parolasıyla başlayan Maria Sharapova'nın bu yoldaki ilk durağı Stuttgart'tı. Rus yıldız, son şampiyon unvanıyla yarıştığı turnuvada oyun seviyesi olarak bıraktığı yerde değildi. 

 İlk maçında Lucie Safarova'yı üç sette geçen dünya 2 numarası, çeyrek finalde de Ana Ivanovic'e aynı tarifeyi uygularken vasat bir oyun sergilemişti. Yarı finaldeki rakipse ev sahibi ülkeden Angelique Kerber'di. İlk iki maçına kıyasla biraz daha derli toplu bir görüntü çizen Sharapova, mücadeleyi kazanıyor ama final seti oynamaktan yine kurtulamıyordu. Rus tenisçi, final yolundaki tüm engelleri üç sette aşabilirken şampiyonluk için karşılaşacağı Na Li ise tek bir set dahi kaybetmemişti.


 Final müsabakası öncesinde Çinli raket biraz daha öne çıkan taraftı. 1.72'lik boyu ve ayaklarının çabukluğuyla Atom Karınca'yı andıran Li'nin gerek form durumu gerekse de oyun stili itibarı ile Sharapova'nın başını arıtabileceği tecrübeyle sabitti ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Maria, 6-4 / 6-3'lük setlerle ipi göğüslerken h
iç de iyi oynamadığı bir haftanın kapanışını kupayla yaparak rüştünü bir kez daha ispat ediyordu.

 Müthiş İstikrar


 Bu sezon Avustralya Açık, Doha, Indian Wells, Miami ve son olarak da Stuttgart'ta boy gösteren Sharapova, bu beş turnuvadan iki şampiyonluk, bir final, iki de yarı final çıkardı. Kariyerinin omuz sakatlığından önceki döneminde dalgalı grafiklerine alışkın olduğumuz Rus tenisçi, 2012'nin başından bu yana yalnızca bir turnuvaya çeyrek finalden önce havlu attı. O da Sabine Lisicki'ye dördüncü turda elendiği son Wimbledon'dı.

 Buz Üstündeki İnekten Claypova'ya


 Kadın tenisinin fenomen isminin geçirdiği dönüşüm yalnızca istikrarıyla alakalı değil. Yıllar önce verdiği bir demeçte "Toprak kortta oynarken kendimi buz üstündeki inek gibi hissediyorum." diyen güzel tenisçi halihazırda kadınlar turunun belki de en iyi toprak kort oyuncusu konumunda. Kariyerinin ilk bölümünde toprak kortta yalnızca bir kez kupa kaldırabilen Sharapova, geri dönüşünden sonraki 10 turnuva zaferinin altısını bu zeminde elde etti. Bu değişimin altında yatan temel nedense
 bir zamanlar hiç hazzetmediği toprak kortu kendisi için avantaja dönüştürmesiydi.

 Omuz sakatlığına kadarki süreçte hızlı zeminlerde kendisini çok daha rahat hisseden Masha, şimdilerde ise risk katsayısı yüksek vuruşlarını toprak zeminde daha iyi kontrol ediyor. Çünkü yerden sektikten sonra hız kesen top, Rus yıldıza vuruşunu hazırlayabilmesi için daha fazla zaman bırakıyor. 

 Son tahlilde geçirdiği ağır omuz sakatlığı sonrası servisi çöken Sharapova'nın maç başına 20 çift hata yaptığı kabus dolu günleri geride bırakıp yeniden tenisin zirvesine yükselmesi ve bunu bir zamanlar en kötü oynadığı zeminde başarması müthiş bir azim ve kararlılık örneği.

21 Nisan 2013

Masters Koleksiyoneri Djokovic


 http://www.tenishaber.com/artikel.php?artikel_id=68

 Davis Kupası'nda çıktığı maçta ayak bileğini burkan Novak Djokovic için toprak kort sezonu olabilecek en kötü senaryolardan biriyle başlamıştı. Karşılaşma sonrası gözyaşlarına hakim olamayan Nole'nin sakatlığından son derece tedirgin olduğu gün gibi ortadaydı. Sezon sonuna kadar kapanması oldukça güç gibi görünen bir puan farkıyla zirvede olan Sırp tenisçinin sıralamayla ilgili bir kaygısı yoktu. Fakat uzun süreli bir sakatlık, bu sezonki ana hedefi olan Roland Garros'u tehlikeye atabilirdi.
   
 Ha çekildi ha çekilecek derken en nihayetinde Monte Carlo'da yer alacağını açıklayan Novak, zorlu engelleri bir bir aşarak finalde turnuvanın mutlak hakimi olan Rafael Nadal'ın karşısına dikiliverdi.
  
 Mücadeleye hızlı başlayan dünya 1 numarası, ilk beş oyunu kazanarak açılış setini kolayladı. Setin kalan bölümünde Rafa tipik direnişini gösterdi ama Djokovic bir geri dönüşe müsaade etmedi. İkinci set ise görece daha başa baştı. Tie-break'te rakibine göz açtırmayan Sırp raket 6-2 ve 7-6(1)'yla ipi göğüsleyen taraf oldu. Maç sonu istatistiklerinde Nadal'ın ilk ve ikinci servislerinden puan çıkarma oranlarındaki düşüklük göze çarpıyordu. İspanyol'un görece zayıf servisiyle Djoko'nun en etkili silahlarından biri olan güçlü return'ü birleşince ortaya böyle bir tablo çıkmıştı.

 Karşılaşma, iki raketin son yıllarda oynadığı sayısız maçın bir tekrarı hüviyetindeydi. Oyuncular birbirlerini hem fiziksel hem de zihinsel olarak sonuna kadar zorladı, teslim bayrağını çekense toprağın ağası oldu. Bunun haricinde korttaki tenisin göze hitap eder bir tarafı yoktu.
  
 Monte Carlo'da ilk kez mutlu sona ulaşan Djokovic'in Masters koleksiyonunu  tamamlamak için artık tek eksiği kaldı: Cincinnati.
 Nadal ise bu turnuvada 10 yıl sonra ilk kez yenildi. Seriler de böyle işte, bir gün elbet son buluyor. Fakat maharet, bir seriyi sonlandırmakta değil, yakalamakta.

19 Mart 2013

Manken Değil, Tenisçi Maria


 Maria Sharapova, sert korttaki kupa özlemine geçtiğimiz pazar günü Indian Wells finalinde karşılaştığı Caroline Wozniacki'yi 6-2 / 6-2'yle yenerek son verdi. 

 Maç hakkında söylenecek fazla bir şey yok. Caro set başına birden iki puan vuruşuyla karşılaşmayı tamamlarken Masha'nın aynı istatistik kaleminde 32'yi bulması zaten her şeyi yeterince izah ediyor.

 Bu sezonki ilk şampiyonluğuna ulaşan Rus yıldız açısından bu kupanın ayrı bir önemi daha var. İlk tekler zaferine 2003 Tokyo finalinde Anika Kapros'u yenerek ulaşan Maria o gün bugündür hiçbir sezonu boş geçmiyor.

 11 yıldır her sezon en az bir kupa kaldırma başarısı gösteren Sharapova, WTA'nın açıkladığı istatistiğe göre bu alanda Virginia Wade ve Goolagong Cawley gibi efsanelerle birlikte tüm zamanların en iyi dördüncü ismi konumunda.


 1. Navratilova: 21 sezon (1974-1994)
 2. Evert: 18 sezon (1971-1988)
 3. Graf: 14 sezon (1986-1999)
 4. Wade: 11 sezon (1968-1978)
 4. Goolagong: 11 sezon (1970-1980)
 4. Sharapova: 11 sezon (2003-2013)
 
 Kortların assolisti, ilk şampiyonluğuna ulaştığında 16 yaşındaydı. Bir ay sonra ise 26'sına girecek. Bir defasında "Petra Kvitova'ya genç denildiğinde kendimi teyze gibi hissediyorum." demişti ki çok haklıydı. Zira kendisi de hâlâ çok genç.

 Küçük yaşlarda büyük başarılar elde ettikten sonra böylesi bir devamlılık yakalayabilmek başlı başına muazzam bir olay. Masha, bu açıdan da türünün son örneği.