27 Aralık 2015

Ne Saçmalıyorsun Boris Becker?

  
 Tenis oynadığı dönemde de şimdiki gibiydi Boris Becker. Ezeli rakibi Stefan Edberg basına en ufak bir malzeme dahi vermezken o, neredeyse her hafta bir başka skandalla gazetelerin manşetlerini süslüyordu. Bilhassa aşk hayatıyla magazin basınının devamlı gündemindeydi. Tenisi bıraktıktan sonra durulur gibi oldu. En azından Novak Djokovic'in antrenörü olana kadar durum böyleydi. Şimdilerde ise basına malzeme vermeye kaldığı yerden devam ediyor. Fakat bu kez özel hayatıyla değil, her defasında maksadını daha çok aşan sözleriyle.

 Son olarak Roger Federer'in duygularını para yüzünden sakladığını buyurdu eski Alman raket. Aslında bu, Federer'e yönelik ilk çıkışı değil. Daha evvel de Federer'in göründüğü gibi centilmen biri olmadığı minvalinde birtakım sözler sarf etmiş, İsviçreli tenisçi de buna gayet aklı başında bir yanıt vermişti. Ancak çocukluk kahramanının bu son saçmalığıyla ilgili ne diyeceğini inanın ben de bilmiyorum. 

 Madem duygularını gizleyenler daha çok para kazanıyor -ki Becker'in kurduğu cümleden bu anlaşılıyor- o zaman kortta duygularını en çok açığa vuran isimlerden biri olan Maria Sharapova neden dünyanın en çok kazanan kadın sporcusu? Bu soruya verecek cevabı nedir acaba Becker üstadın?

 Her insanın farklı bir tarza sahip olduğunu nedense kabul edemiyor bazıları. Bu sorun sadece Becker'de değil, birçoklarında var. Kimisi duygularını içinde yaşamayı sever, kimisi de olduğu gibi dışa yansıtır. Bu, kişinin mizacıyla ilgilidir. Bir tenisçiyi karakteri üzerinden eleştirecekseniz ölçütünüz dürüstlük ve sportmenlik olmalı. Yoksa Becker gibi kendinize güldürürsünüz.

23 Kasım 2015

Djokovic'e Övgü, Federer'e Saygı


 Kendisi adına kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir sezonu geride bıraktı Novak Djokovic. Dört Grand Slam'de üç şampiyonluk, bir final; dokuz Masters turnuvasında altı şampiyonluk, iki final görmüş ve son olarak ATP Finalleri'nde de mutlu sona ulaşmış bir oyuncu için ne söyleyebiliriz ki? Kuşkusuz erkekler tenisinde bugüne kadar görülmüş en iyi sezon performansı ve en büyük dominasyona imza attı Sırp tenisçi.

 Novak bu yıl ATP Turu'nun üstünden dozerle geçerken bu toplu yıkıma kısmen de olsa tek direnişi dün finalde yendiği Roger Federer gösterebildi. Aslında dünkü finalin üç set üzerinden oynanıyor oluşu ve zeminin de kapalı sert olması İsviçreli adına galibiyet ümitlerini arttırıyordu. Fakat Ekselansları, Dubai ve Cincinnati finallerindeki seviyesinin uzağında kalınca grupta yendiği rakibine finalde boyun eğmekten kurtulamadı. Nole'nin ikinci servislerinden %84 oranında puan çıkarması başlı başına finalin özeti niteliğinde. Bu kadar kötü bir return performansıyla Federer'in Djoko'ya karşı koymasının zaten imkanı yoktu.

 Her büyük dominasyonda olduğu gibi burada da akılları kurcalayan soru şu: Acaba Djokovic mi çok iyiydi, yoksa rakipleri mi çok kötüydü? Bu soruda ikinci şıkkı işaretleyip Nole'nin başarısını değersizleştirmek doğru bir tutum olmaz. Zira rakiplerin kötü görünmesinin bir sebebi de kendisinin üstün performansı. Fakat şu var ki Novak ile rekabet etmesini beklediğimiz isimlerin tenis seviyelerindeki düşüş, bu dominasyonda en az kendisinin performansı kadar rol oynadı. Bu noktada bir kıyaslama yapacak olursak Sırp tenisçinin 2011'deki oyun seviyesi bana sorarsanız bu yılkinden çok daha yukarılardaydı.

 Öte yandan dünkü finalde kendisine şampiyonluğu getirecek tenisi oynayamamış olsa da Federer'in ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu bu yıl bir kez daha anladık. Nitekim Djokovic'in bu sezonki altı yenilgisinden üçü bizzat İsviçreli efsaneye karşı. 

23 Ekim 2015

Nadal'ın Esas Sorunu Ne?

  
 Rafa Nadal'ın bu sezonki kötü grafiği herkesin malumu. İspanyol tenisçi, kendi standartlarının bir hayli altında geçirdiği bir sezonu geride bırakıyor. Hâl böyleyken basın toplantılarında yaptığı açıklamalar da bir hayli tuhaf Nadal'ın. Örneğin "Bu yılki olanlar benim hatam." diyor ama hatasının ne olduğunu söylemiyor, problemin adını bir türlü koyamıyor. Oysa bizim ihtiyacımız olan şey tam da bu. Bu bir geçici form düşüklüğü mü, yoksa İspanyol raketin tenisinde kalıcı bir gerileme mi var?

 Nadal'ın bu yıl Grand Slam'lerde aldığı sonuçlara bakarsak iki çeyrek final, bir ikinci tur ve bir de üçüncü tur görüyoruz. Elinde avucunda düşük profilli turnuvalarda elde ettiği üç şampiyonluk bulunuyor İspanyol'un. Bu noktada meselenin bir form düşüklüğünden ibaret olduğunu söylemek oldukça iyimser bir yaklaşım olur. Nadal seviyesindeki bir oyuncunun görünürde herhangi bir sakatlığı yokken sezon geneline yayılan bu kötü performansı akla daha çok tenis seviyesindeki bir gerilemeyi getiriyor. Bu sezonki maçlarında sıklıkla yaptığı anormal basit hatalar ve miss-hit'ler de bu ihtimali güçlendiriyor.

 Mevzubahis Federer-Nadal rekabeti olduğunda pek çok kişinin üzerinde birleştiği yorumlardan biri de Nadal'ın kariyerinin Federer'inki kadar uzun ömürlü olmayacağı şeklindeydi. Buna sebep olarak da İspanyol tenisçinin büyük oranda fiziksel güce dayanan oyun tarzı gösterilirdi. Daha düne kadar rakiplerinin karşısında fileye çıkmaya korktukları Nadal'ın bu yıl Fabio Fognini gibi son derece savruk bir oyuncuya sonuncusu 2-0 öndeyken toplamda üç kez yenilmesini göz önüne alırsak o fizik gücü artık tükeniş emareleri gösteriyor.

 Bundan iki yıl önce de Federer, tıpkı bu yıl Nadal'ın başına geldiği gibi kariyerinin en kötü sezonlarından birini çıkarmıştı. Ancak İsviçreli, hem raketini hem de oyununu yaşına uygun bir şekilde yenileyerek yoluna devam etti ve üç Grand Slam finali daha gördü. Oysa Nadal'ın tenis stili takdir edersiniz ki puanları kısa tutacak bir oyuna hiç müsait değil.

 Nadal gibi büyük sporcuların geleceğiyle ilgili menfi konuşmaktan her daim kaçınmak gerekir. Ancak sorun gerçekten yukarıda bahsettiğimiz gibiyse "Toprağın Ağası"ndan geçmişteki gibi şaşaalı zaferler beklemek pek akıl kârı olmayacak.

21 Eylül 2015

Sıra Dışı Bir Tenis Hikayesi

  
 Bugün Tennis World USA isimli internet sitesine düşen bir haber...

 Jesus Aparicio, İspanya'da yaşayan bir Roger Federer hayranı. 18. yaşını kutladığı gün arkadaşlarıyla bindiği arabada trafik kazası geçiriyor ve komaya giriyor. 11 yıl sonra beklenmedik bir şekilde şuuru yerine geliyor. Memleketinde ve dünyada ne olup bittiğine dair bilgiler aldıktan sonra hastanedekilere Federer'i soruyor. Emekli olduğunu düşündüğü İsviçrelinin hâlâ oynadığını ve dünya 2 numarası olduğunu öğrendiğinde ise büyük bir şok geçiriyor, hatta kendisiyle dalga geçtiklerini zannediyor.

 Federer ile Djokovic arasındaki son Amerika Açık finalini izleyen Jesus sevdiği oyuncunun kaybetmiş olmasına rağmen mutlu. Zira Federer'i canlı izleyerek en büyük hayalini gerçekleştirmesi hâlâ mümkün.

13 Eylül 2015

WTA Turu Ya Da Yolgeçen Hanı


 Kötü değil, çok kötü bir maçtı dün geceki Amerika Açık tek kadınlar finali. Uzun uzun bunun nedenlerini anlatmaya gerek yok. Zira finalin kaybedeni Roberta Vinci'nin backhand vuramıyor oluşu, zaten tek başına sizi maçın kalitesi hakkında bir fikir sahibi yapıyor. 

 Dün geceki mücadelenin final olduğunu bilmeyen biri Amerika Açık yeni başlamış ve henüz ilk turlar oynanıyor zannederdi. Hatta abartmadan söylüyorum, Amerika Açık'ta elemelerde mücadele etmiş fakat ana tabloya kalamamış iki oyuncuyu getirip finalde karşılaştırsaydık emin olun dün gecekinden daha kötü bir maç çıkarmazlardı.

 Söz yine dönüp dolaşıp kadınlar tenisinin içinde bulunduğu dramatik duruma geliyor. Son yıllarda Grand Slam finali oynayan oyuncu sayısında yaşanan enflasyon, WTA'nın ağlanacak hâlinin istatistiksel bir tezahürü. Peki bu durumun sebebi ne? Vinci, Sara Errani, Eugenie Bouchard ve Lucie Safarova gibi isimler nasıl oluyor da Grand Slam finali oynayabiliyor?

 Öncelikle kadınlar tenisinin erkeklere oranla sürprizlere her zaman daha açık olduğunu hatırlatmakta fayda var. Kaldı ki WTA Turu'nu daha evvel eşi benzeri görülmemiş bir dominasyona sahne olan şu anki ATP Turu'yla kıyaslamak da büyük bir haksızlık olur. O yüzden kadınlar tenisini kendi içinde değerlendirmek lazım. 

 Çok değil, 10 sene öncesine dek hepsi birbirinden kaliteli birçok oyuncuyu bünyesinde barındıran bir organizasyondu WTA. Serena Williams, Venus Williams, Justine Henin, Kim Clijsters, Maria Sharapova, Lindsay Davenport, Amelie Mauresmo ve Martina Hingis bir çırpıda sayabileceğimiz isimler. Peki şimdi bu kalibrede kaç isimden bahsedebiliriz WTA'da? Ben söyleyeyim, üçü geçmez.

 Kalitenin bir hayli yüksek olduğu söz konusu yıllarda bile sürpriz Grand Slam şampiyonları çıkabiliyordu kadınlarda. Örneğin Anastasia Myskina gibi bir isim Roland Garros'u kazanabiliyordu. Fakat şimdi deyim yerindeyse önüne gelenin Grand Slam finali oynadığı veya kazandığı bir tablo söz konusu. Çünkü onlara bu izni vermemesi gereken oyuncu sayısı çok az.

 Son tahlilde kadınlar tenisinin kurtuluş reçetesi kendi bünyesinden çıkaracağı yıldızlardır. Bu, hem kaliteyi arttıracak hem de yok olan hiyerarşiyi geri getirecektir.

31 Ağustos 2015

Sharapova 2015'te Olduramadı


 Tenis kariyeri hakkında ilginç bir detay var Maria Sharapova'nın. Rus yıldız bugüne kadarki beş Grand Slam şampiyonluğunun tamamını sonu çift sayıyla biten yıllarda elde ederken tek sayılı yılları ise majör turnuva kazanamadan geçirdi. Nitekim tek sayılı yılların o laneti 2015'te de sürdü. İlk tur maçına saatler kala Amerika Açık'tan çekildiğini açıklayan Rus tenisçi böylece sezonu slamsiz tamamladı.

 Maria'yı bu yıl Avustralya Açık'tan sonra neredeyse hiç tam randımanlı izleyemedik. Sezona Brisbane şampiyonluğu ve Avustralya Açık finaliyle başlayan Masha 2015'teki en iyi tenisini de bu dönemde oynadı. Rus tenisçinin Indian Wells ve Miami'den yalnızca iki galibiyet çıkarabilmesi, birtakım şanssızlıklarla da birleşince en iddialı olduğu toprak zemindeki performansını da olumsuz yönde etkiledi.

 Üç yıldır şampiyonluğu kimselere bırakmadığı Stuttgart'ta daha ilk turda Angelique Kerber gibi sert bir rakiple eşleşmesi zaten fazla sayıda maç eksiği olan Masha için ciddi bir talihsizlikti. Toprak sezonunun sonlarına doğru açılan ve Roma Açık'ı kazanan Rus yıldız, tam ritmini bulmuş gibiyken bu sefer de gribe yakalanınca son şampiyon olarak geldiği Roland Garros'ta ancak dördüncü tura kadar ilerleyebildi.

 Sharapova bu yıl oynadığı birkaç turnuva haricinde kendisinden görmeye alışık olduğumuz oyunu bir türlü korta yansıtamadı. Bu durumun en net tezahürü ise Wimbledon'daki performansıydı
Masha, iki numaralı seri başı olarak geldiği Londra'da tamamen kura şansıyla yarı final görürken kendi stilinin dışında, oldukça pasif bir oyun sergiledi. 

 2015'in kalan kısmında Maria'nın neler yapacağını hep birlikte göreceğiz. Bana göre Rus raketin bundan sonrası için asıl hedefi, oynayacağı turnuvalarla eski oyun seviyesini yakalamak ve Olimpiyat Oyunlarının da olduğu 2016'ya pozitif bir ivme taşımak olmalıdır.

14 Ağustos 2015

Bizden Ne Zaman Sharapova Çıkar?


 Artık adetten oldu. Tenis Federasyonu'nun başkanlık koltuğuna oturan herkes şu klasik açıklamayı yapıyor: "Potansiyelimiz yüksek. Bizden de Federer'ler, Sharapova'lar niye çıkmasın?" Aslında bunu söyleyerek kendilerini ele veriyorlar ama kimse farkında değil. Zira potansiyelimiz olduğu halde bu ülkeden Federer ve Sharapova çıkaramıyorsak bu durum siz yönetenlerin değil de kimin suçu?

 Çok basit bir soru soracağım şimdi Sayın Cengiz Durmuş'a. Eğer Federer ve Sharapova Türkiye'de doğmuş olsalardı acaba şu anki konumlarında olabilirler miydi? Hadi Federer'i de bir kenara koyalım. Acaba Sharapova bu topraklarda doğmuş olsaydı bırakın şu anki konumunda olmayı, hâlâ tenis oynuyor olur muydu? Bu sorulara evet cevabını verebiliyorsanız benim size söyleyecek başka bir sözüm yok.

 Bu ülkeden şu şartlarda Federer veya Sharapova ayarında bir tenisçi çıkarsa bu, bu ülkeye rağmen gerçekleşmiş bir hadise olur. Çünkü bu ülkenin iklimi Federer ve Sharapova yetiştirmeye müsait olmadığı gibi hasbelkader yetişebilecekleri de anında harcayabilecek bir potansiyele sahip. Ne spor izleyicisi normal bu ülkenin ne basını ne de yöneticisi. Bu kadar anomalinin içinde de ancak bir mucize olacak ki bizim de bir Federer'imiz, bir Sharapova'mız olsun.

 Türk gencinin yeteneklerinden elbette bir şüphemiz yok. Ancak gereksiz hülyalara dalmayı bir kenara bırakıp bu anormal yapıyı düzeltmeye çalışırsak çok daha iyi ederiz. Ne zaman ki yukarıdaki sorulara gönül rahatlığıyla evet diyebiliriz, işte o zaman belki bizim de bir Federer'imiz ya da bir Sharapova'mız olur.

29 Temmuz 2015

Meğer Gerçek Tenissever Değilmişiz


 Evet, aynen başlıktaki gibi buyurmuş tenisimizin alimleri. Sadece büyük isimler geldiğinde turnuvaya giden bir milletmişiz ve bu şekilde gerçek tenissever olamazmışız. Eğer tenisi gerçekten sevseymişiz İstanbul Cup gibi organizasyonlara da gidermişiz. Çünkü asıl tenisseverlik o zaman belli oluyormuş üstatlarımıza göre.

 Öyleyse şimdi sıkı durun. Tenisi kendimi bildim bileli izliyor, amatör olarak oynuyor ve yedi yıldır da çeşitli internet siteleri ve dergiler aracılığıyla kendi çapımda yorumlamaya çalışıyorum. Tüm bunlara rağmen yukarıdaki kritere göre ben de tenissever değilim. Zira İstanbul Cup'ı kazanan Lesia Tsurenko'yu hayatımda bir kez dahi izlemedim.

 Madem tenissever olup olmadığımız düşük profilli turnuvalara olan ilgimizle ölçülüyor, o zaman şöyle bir soru yöneltelim bunu söyleyenlere: Gerçek müziksever olabilmek için de Ajdar mı dinlememiz lazım? Böylesine saçma bir mantık olabilir mi? İnsanların para vererek satın aldığı ürün ya da hizmette kalite aramaları en doğal haklarıdır. Sizinki ise küstahlıktan öte bir şey değildir.

 Her şey bir yana, organizasyonla ilgili bunca skandal kabak gibi ortada dururken bu dahiyane yorumu yapmadan önce hiç mi durup düşünmek aklınıza gelmedi bu tribünler neden dolmadı diye?

 Sen İstanbul'un en ücra yerine kort inşa edip hepsi ilk turda elenen sönük yıldızlar için 500 TL bilet fiyatı biçersen insanların o turnuvaya gelmemesi değil, gelmesi anormaldir. Bu da yetmezmiş gibi tribünün en güzel yerlerini önceden birilerine peşkeş çekip parasıyla bilet alanlara ikinci sınıf izleyici muamelesi yaparsan senin layığın da işte o boş tribünler olur. Siz herkesi kör, alemi sersem mi sanırsınız?

22 Temmuz 2015

Alkışlar Yerli Sharapova'ya!


 Aslında uzun bir süredir merak ediyordum İpek Soylu'nun nasıl bir oyun stiline sahip olduğunu ama gelin görün ki kendisini hiç izleme fırsatı bulamamıştım. Dün Tatishvili'yi yendiği maçta ilk kez seyrettim İpek'i ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki kendisi bugüne kadar gördüğüm en iyi Türk tenisçi.

 Allah vergisi güzelliğinden mütevellit kendisine sıklıkla "Yerli Sharapova" yakıştırması yapılıyor. Bana kalırsa da sadece güzelliği değil, oyun tarzıyla da bu yakıştırmayı sonuna kadar hak ediyor İpek Soylu. Öyle ki son derece agresif ve devamlı winner yapmayı düşünen stiliyle Rus yıldızı fazlasıyla andıran bir görüntüsü var kortta milli tenisçimizin.

 İpek'in şu anda en büyük handikapı ise fiziksel yetersizliği gibi görünüyor. Bugün Magdalena Rybarikova'ya oyun dahi alamadan yenilmesinin altında da bu yatıyor. Fiziksel gelişimini tamamlayıp bu seviyedeki turnuvaların temposunu kaldırabilecek düzeye geldiğinde bir başka gururumuz Çağla Büyükakçay'ın koyduğu çıtayı geçecek ve çok daha yukarılara çıkarabilecek kapasitede bir oyuncu bence İpek Soylu.

 İpek'in burada ilk turu geçmesi bize bir gerçeği daha hatırlattı ki o da bu tip turnuvaların bizim gibi ülkeler için ne kadar değerli olduğu. Oyuncularımız ev sahibi kontenjanından faydalanıp ana tabloda yer bularak kendilerinden daha üst seviyedeki isimlerle oynama fırsatını yakalıyor. Bu da tecrübe ve kendilerini geliştirebilmeleri açısından eşsiz bir fırsat. Dünkü gibi galibiyetler de pastanın üstündeki krema oluyor.

 Ülke tenisi adına oldukça önemli olduğunu söylediğimiz bu organizasyonun geleceği ise ne yazık ki pek parlak görünmüyor. Zira ekranlardan da gördüğümüz üzere maçlar boş tribünlere oynanıyor. Tabii ki bu durum seyircilerin kabahati değil. Toplu ulaşımın neredeyse hiç olmadığı dağ başı gibi bir yere kort yapıp fiyatları da bu kadar yükseltirseniz tribünleri doldurmak için yine Roger Federer'i getirmek zorunda kalırsınız.


 Son bir yorumum da turnuva öncesindeki malum gösteri maçını organize edemeyenlerle ilgili olacak. İstanbul gibi pek çok tarihi ve doğal güzellikleri olan bir şehirde her gösteriyi Boğaz Köprüsü'nde yapmaya çalışmak, trafiği iyice keşmekeşe döndürmekten ve burada yaşayan insanlara cehennem azabı çektirmekten başka hiçbir işe yaramıyor. Muhtemelen bundan kaçınmak için maçın yan yola alınması ise ayrı bir rezalet.

13 Temmuz 2015

Aldırma Roger Aldırma


 Tenis kariyerinin en olgun dönemini yaşayan bir oyuncuyla 34 yaşında mücadele ediyorsunuz. Roger Federer'in dünkü yenilgisinin tek sebebiydi bence bu. Zira hangi yorumu yaparsanız yapın en nihayetinde varacağınız nokta burası.

 Federer dün 58 kez gelmiş fileye ve 42 puan çıkarmış. Oransal olarak değerlendirdiğinizde %72'ye tekabül ediyor ki gerçekten çok iyi bir yüzde bu. Ancak dip çizgideki hakimiyet eşyanın tabiatı gereği Novak Djokovic'te olunca file önündeki bu parlak performans da maçı kazanmanıza yetmiyor.

 Djokovic 28 yaşında ve 2011'den beri -2013'ü dışarıda tutarsak- erkekler tenisinin baş aktörü konumunda. Bu yıl oynadığı tüm Grand Slam'lerde final görmüş ve ikisini kazanmış. Sıralamada kendisinden sonra gelen isimle arasında 4 bin puandan fazla fark var. Kısacası ATP Turu'nun mutlak hakimi.

 Böyle bir isme Wimbledon finalinde yenilmek her oyuncu için gayet normal bir durum. Anormal olan bir şey varsa o da 34 yaşındayken bile hâlâ bu adamın karşısına bir Grand Slam finalinde çıkabiliyor olmak.

3 Temmuz 2015

Federer'in 2013'ü Eşittir Nadal'ın 2015'i


 Dün Rafael Nadal'ı dört setlik bir mücadelenin ardından Wimbledon'ın dışına iten Dustin Brown'ı tek kelimeyle sıra dışı bir tenisçi olarak tanımlayabiliriz. O da tıpkı Mansour Bahrami ve Gael Monfils gibi tenis dünyasının en renkli ve en eğlenceli figürlerinden biri. Bu tip isimleri izleyebilmek tenisseverler açısından her zaman büyük bir zevk olmuştur. O yüzden Dustin Brown gibi oyuncular teniste hep olmalılar.

 Dünkü maça gelirsek Nadal'ın mağlubiyetinin altında yatan temel neden de aslında rakibinin bu atipikliğiydi. Kortun her bölgesini kullanabilen oyuncuları bir kenara bırakırsak teniste her oyuncunun "comfort zone"u, yani kortta kendisini en rahat hissettiği bir alanı vardır. Rafa içinse bu bölge hiç kuşkusuz geri çizgidir. İşte dünkü mücadelede Dustin Brown neredeyse her puanı filede oynayarak Nadal'ın oyunu 
geri çizgiden yönlendirmesine müsaade etmedi.

 Nadal'ın dünkü maçta yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri de rakibinin ne yapacağını öngörememesi oldu. Drop shot, drop vole ve slice vuruşlarıyla oyununu çeşitlendiren Dustin Brown, sürekli farklı vuruşlar deneyip başarılı oldu ve İspanyol rakibinin kafasını karıştırdı. Bunun sonuncunda da Nadal, maç boyunca bir türlü dümene geçemedi ve istediği oyunu korta yansıtamadı.

 Bu yenilgiye en az Dustin Brown'un iyi oyunu kadar Rafa'nın kötü performansının da neden olduğunu söylemek lazım. Zira bizim bildiğimiz Nadal, önceden olsa böyle bir rakibi amansız passing shot'larıyla yıldırmayı başarır ve pek de zorlanmadan sonuca giderdi. Bu da gösteriyor ki İspanyol raketin oyun seviyesinde ciddi bir düşüş söz konusu. Nadal'ın bu seneki düşüşü, Roger Federer'in 2013'te yaşadığına fazlasıyla benziyor. Peki kendisi, ezeli rakibinin yaptığı gibi toparlanmanın yolunu bulabilecek mi? İşte burası ciddi bir soru işareti.

19 Mayıs 2015

Groeneveld Sharapova'ya Nihayet Dokundu


 Sven Groeneveld'in Maria Sharapova'nın antrenörü olması, bir Sharapova hayranı olarak beni çok memnun etmişti. Çünkü Groeneveld, WTA Turu'ndaki hemen her oyuncunun ekibinde görmek için can attığı çok değerli bir isimdi. Buna karşın bireysel koçluk yapmaya yanaşmayan ve markaların oyuncu geliştirme ekiplerinde çalışan Hollandalının Sharapova'dan gelen teklif üzerine karar değiştirmesi ise Rus yıldızın ne kadar büyük bir marka olduğunu gösteriyordu.

 Masha'nın deneyimli çalıştırıcıyı ekibine kattıktan sonra vuruşlarını çeşitlendirebileceğini ve daha yüksek seviyede bir tenis oynayabileceğini düşünüyordum. Fakat aradan belli bir müddet geçtikten sonra Maria'nın oyun olarak yerinde saydığını görünce bu konudaki ümidimi de yitirmiştim işin doğrusu. Ne var ki Rus raket, geçen hafta şampiyonluğa ulaştığı Roma Açık'ta öyle usta işi kısa toplar attı ki sanırım ben de dahil izleyen herkesin ağzı açık kalmıştır.

 Kısa top ya da "drop shot" üst düzey teknik beceri gerektiren bir vuruştur. Bu vuruşu başarılı bir şekilde uygulayabilmek için evvela çok hassas ellere sahip olmalısınız. Zira topu hem kortun karşısına geçirmek hem de fileye mümkün olan en yakın yere indirmek zorundasınız. Bununla birlikte vuruşu son ana kadar gizlemek ve en doğru pozisyonda uygulamak gerekiyor ki rakibinizin topa yetişme şansı azalsın. Tüm bunları Sharapova gibi teknik kapasitesi son derece kısıtlı bir oyuncuya yaptırabilmekse gerçek bir antrenörlük başarısıdır. 

 Bu vesileyle Groeneveld'in tenis dünyası için neden bu kadar değerli bir isim olduğunu bir kez daha anlamış olduk. Öte yandan Hollandalı çalıştırıcı, Rus tenisçinin bir önceki antrenörü olan Tomas Hogstedt ile arasındaki farkı da ortaya koydu.

 Roger Federer gibi mükemmel bir fundamentale sahip, istisnasız her vuruşu kusursuz bir şekilde uygulayabilen bir oyuncuyla çalışıyorsanız ona öğretebileceğiniz pek bir şey yoktur. Ancak koçluğunu yaptığınız isim Sharapova gibi bir oyuncuysa antrenörlük başarınız onun oyununa ne kattığınızla ölçülür. İşte bana göre Groeneveld'i Hogstedt'ten daha başarılı kılan unsur tam olarak budur.

11 Mayıs 2015

Marsel Bu Sefer Kalıcı Gibi


 Bu sezon sergilediği başarılı grafikle birkaç yıldır kendisini yerden yere vuranları utandırmayı başardı Marsel İlhan. İlk 100'e ilk girişinin ardından tam manasıyla serbest düşüşe geçen milli tenisçi, bu dönemde sosyal medyadaki ergenlerin bir numaralı alay malzemesi olmuştu. Fakat şimdi bütün bu yazılanlardan hicap duyma vakti. Zira Marsel eski yerine çok daha güçlü bir şekilde döndü.

 Marsel ilk 100'e girerek Türk tenisinde çığır açan bir başarıya imza attığında yıl 2010'du. Aradan geçen beş sene ise kendisi açısından bir hayli çalkantılıydı. 2011'in başlarında aldığı şanssız ve moral bozucu mağlubiyetlerle gardı düşen tenisçimiz, ertesi yıl ani bir kararla Can Üner'le yollarını ayırıp Erhan Oral'la çalışmaya başladı ve uzunca bir süre de iflah olamadı.

 Sayın Oral'ı kişisel olarak tanımıyorum. Dolayısıyla kendisinin nasıl bir çalıştırıcı olduğu konusunda yorum yapacak konumda değilim. Ancak hem Pemra Özgen hem de Marsel'in Oral'dan ayrıldıktan sonra çıkışa geçmiş olmaları kendisinin antrenörlüğüyle ilgili pek olumlu bir intiba uyandırmıyor. Bundan hareketle Marsel'in yaşadığı düşüşte onun da ciddi bir payı olabileceğini düşünüyorum.

 İlk 100'e girmek tabii ki çok büyük bir başarı. Ancak orada tutunabilmek de en az oraya girmek kadar zor. Erhan Oral'la çalıştığı dönemde deyim yerindeyse dibi gören Marsel ise yeniden ulaştığı bu noktada artık kalıcı gibi görünüyor. Milli raket dünya 13 numarasını devirdiği bu sezonda Stanislas Wawrinka ve Novak Djokovic gibi iki büyük oyuncunun ardından şimdi de Rafael Nadal'la oynamaya hak kazanarak hem kişisel kariyeri hem de Türk tenisi açısından devasa öneme sahip başarılara imza attı.

 Son tahlilde artık Türkiye'nin de gerçek manada bir ilk 100 tenisçisine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Grand Slam ve Masters turnuvaları gibi büyük organizasyonlarda bizden de bir ismin ana tabloda yer alıyor olması tatlı bir heyecan ve büyük bir keyif. Bize bu keyfi yaşatan Marsel'e ne kadar teşekkür etsek az. Yolu açık olsun, yürüyedursun Marsel'imiz.

26 Şubat 2015

Marsel İlhan'la Gurur Duymalı

 
 Bir Türk tenisçisinin dünya 13 numarasını yenmesi ve ardından da 1 numarayla eşleşmesinin senelerdir tenisle haşır neşir olan bendenize yaşattığı gururu anlatabilecek hiçbir cümle yok. Marsel İlhan'ı ne kadar övsem ve kendisine ne kadar teşekkür etsem az kalır.

 Aslında Marsel'in bu yaptığı yeni bir şey değil. O zaten şimdiye kadarki başarılarıyla hep tarih yazdı. Çünkü temsil ettiği ülkenin kendisine gelene dek tenis geçmişi neredeyse hiç yoktu. Peki bu ülkenin koşullarına rağmen yaptığı bu devasa işlerle çok müstesna bir yerde olması gereken bir sporcuya bizler nasıl davrandık? İşte asıl sorun burada.

 Dünya sıralamasında ilk 100'e girdikten sonra her tenisçinin başına gelebilecek düşüşlerden birini yaşayan Marsel'e o dönemde edilmedik hakaret kalmadı. Şimdi burada o seviyesiz ve hatta terbiyesiz yorumları tek tek yazmanın sırası değil elbette. Ancak şunu da söylemek lazım ki Marsel, bu başarısıyla kendisiyle akılları sıra dalga geçtiğini sananlara gereken cevabı fazlasıyla vermiş olmalı.

  Son sözüm de Marsel'le gururlanmak yerine Novak Djokovic'in kendisini kesinlikle eleyeceğini buyuran cevvallere olacak. Evet, haklısınız. Milli tenisçimizin erkekler tenisinin hâlihazırdaki en iyi oyuncusuna karşı kazanma şansı belki de hiç yok. Fakat bu, zerre kadar önemli değil. Zira gün Marsel'le gururlanma günüdür. O yüzden bu akşam açın televizyonu ve bir Türk tenisçinin dünya 1 numarasıyla oynayacağı maçın keyfini çıkarın.

17 Şubat 2015

İstanbul Açık ve Federer Garabeti

  
 Ha geldi ha gelecek derken nihayet bugün resmiyete kavuştu Roger Federer'in İstanbul Açık'ta oynayacağı. Evvela tüm tenisseverlere hayırlı olsun. Spor tarihinin en büyük efsanelerinden birini dünya gözüyle izleyebilecek olmamız çok büyük bir şans. Ancak bugünkü resmi açıklamaya dek yaşananlar oldukça tuhaf ve üzerine bir şeyler yazmayı gerektirecek cinsten.

 Öncelikle Federer gibi bir isim bu turnuvaya katılma kararı almasını anlamlandırabilmek gerçekten zor. Daha birkaç gün evvel menajeri Tony Godsick aracılığıyla ilerleyen yaşından ötürü artık her turnuvada oynayamayacağı ve bunun için de Miami Masters'ı atladığı deklare edilen İsviçrelinin Madrid Masters'tan bir hafta evvel Madrid'de antrenman yapmak yerine İstanbul'da raket sallayacak olması kendisi adına oldukça yaman bir çelişki. Üstelik profesyonelliğinden sual olunmayacak bir yıldızın önce turnuva programında İstanbul'a yer vermemesi, sonra da bir nevi kendisini yalanlaması pek akıl kârı değil.

 Olayın Federer kısmı bir tarafa, organizasyonun sosyal medya ve iletişim yönetimi de bir hayli sorunlu göründü bu süreçte. Turnuvanın resmi Facebook sayfasında internet Türkçesi kullanılarak yapılan yerli yersiz açıklamalar tam bir fiyaskoydu. Böylesine önemli organizasyonların çok daha profesyonelce ve ciddi bir şekilde yönetilmesi gerektiğini söylemeye lüzum var mıydı?

 Tekrardan hayırlı, uğurlu olsun tüm Türk tenisseverlere. Ben de herkes gibi tribündeki yerimi alacağım yaşayan efsaneyi canlı seyredebilmek için. Umarım bir son dakika sürpriziyle daha karşılaşmayız da hevesler kursaklarda kalmaz.

31 Ocak 2015

Maria Makus Talihini Kırabilir Mi?


 Başlıktaki soruya yanıt verebilmek için öncelikle Maria Sharapova'nın oynadığı tenisi teknik açıdan ele almak lazım. Daha önce defaatle dile getirdiğim gibi Rus yıldızın oyunundaki en büyük silahlarından biri olan servisi geçirdiği omuz sakatlığının ardından kelimenin tam anlamıyla çökmüştü. Şu anki servis performansı ise maç başına 20 çift hata yaptığı kabus dolu günlerle kıyaslanmayacak kadar iyi fakat yine de eskisi gibi efektif değil. 

 Sharapova'nın oyunundaki diğer büyük problem ise hiç kuşkusuz savunmadaki zafiyeti. Kendisi, uzun boyundan ileri gelen hantallığının yarattığı handikabı daha agresif oynayarak gizlemeye çalışıyor. Zira kontrolünü rakibine bıraktığı her puanı büyük olasılıkla kaybedeceğini çok iyi biliyor. Oynadığı bu ultra agresif tenis, kadınlar turunda bir kişi hariç herkesi yenmesine yetiyor. Yetmediği tek kişi ise bugün Avustralya Açık finalinde bir kez daha boyun eğdiği Serena Williams'tan başkası değil.

 Bugünkü finalin istatistiklerine baktığımızda hem puan vuruşlarında hem de basit hatalarda Serena'nın daha yüksek bir sayıya ulaştığını görüyoruz. Bu da toplara vuran tarafın kendisi olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle Rus yıldız, Serena'ya karşı kendi agresif oyununu korta yansıtamıyor çünkü rakibi buna müsaade etmiyor. 

 Serena, sahip olduğu fiziksel güç itibarı ile dünyadaki hiçbir kadın tenisçinin agresiflik yarışına girebileceği bir oyuncu değil. Dolayısıyla onu alt edebilmek için mutlak suretle başka şeylere ihtiyaç var. Bunun için ya savunmada fark yaratacaksınız ya da teknik beceri gerektiren vuruşları devreye sokarak onun dengesini bozacaksınız.

 Maria'nın bu hantal yapısıyla iyi savunma yapması imkansız. Teknik kapasitesi ise zaten ezelden beri düşük. O yüzden Serena'yı devirebilmesi, ancak rakibinin kötü bir gününde olmasıyla mümkün.

27 Ocak 2015

Sharapova Olmak Kolay Değildir


 Yetenek avcılığına meraklı çok insan var güzel ülkemizde. Özellikle bu sosyal medyadaki tenis hesapları peyda oldu olalı hayatımda bir kez dahi izlemediğim bir dolu tenisçinin geleceğin süperstarı ilan edilişine şahit oluyorum her gün. İşte bu isimlerden bir tanesi de bugün Maria Sharapova'ya karşı yokları oynayarak elenen Eugenie Bouchard'dı.

 İnsanların Bouchard'da ne gördüğüne dair hiçbir fikrim yok. Zaten kendisine parlak bir gelecek atfeden yorumların temeli de yeteneklerinden ziyade geçtiğimiz sezon yakaladığı istikrarlı grafiğe dayanıyor. Evet, Kanadalı raketin bir önceki sezonki slam performansı gerçekten etkileyiciydi. Avustralya Açık ve Fransa Açık'ta yarı final, Wimbledon'da da final görmek o yaştaki bir oyuncu için büyük bir başarıdır, kabul. Ancak bu sonuçlar sanılanın aksine müthiş bir kariyerin habercisi değil.

 Bir tenisçinin geleceğine dair yorum yaparken öncelikli kıstas, aldığı sonuçlar değil, ne oynadığı olmalıdır. Genie'nin oyununa baktığımızda ise elit bir tenisçinin sahip olması gereken en temel özelliklerden birinin eksikliğini görüyoruz: çok etkili bir silah. Kanadalı raketin her vuruşu vasat veya vasatın biraz üstü. Geçtiğimiz yılki Wimbledon finalini Petra Kvitova önünde 6-3 / 6-0 gibi farklı bir skorla kaybetmiş olması da büyük oyuncularla arasındaki seviye farkının en büyük kanıtı.

 İleride önemli başarılara imza atacak bir oyuncu bunun sinyallerini evvelden verir. Tıpkı Bouchard'ın geçtiğimiz yıl Wimbledon finalinde yenildiği Kvitova'nın zamanında yaptığı gibi. Ancak iş, bir büyük zafer kazanmakla da bitmez. Önemli olan, bunun devamını getirebilmektir. İşte Genie'nin devamlı mukayese edildiği Maria Sharapova'yı da büyük tenisçi yapan budur.

 Son tahlilde Federer, Nadal, Serena veya Sharapova olmak sanıldığı gibi her potansiyelli tenisçinin harcı değildir. Biraz parlayan her oyuncuyu veliaht olarak gösterirseniz 
bu isimlerin yaptıklarını çok hafife almış olursunuz. Ayrıca yolun başındaki gençlere de haksızlık edersiniz.

21 Ocak 2015

Nadal Geçen Yıldan Ders Almamış


 Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Bugünkü maçın beşinci sete uzaması tamamı ile Rafael Nadal'ın kötü performansıyla ilintiliydi. İspanyol raket, standart oyununun o kadar uzağındaydı ki normal şartlarda rahatlıkla karşılayabileceği toplara bile koşmadı. Buna ilaveten yine karakteristik olmayan birçok basit hata ve miss-hit yaptı. Ancak karşısında hiç de kazanacak gibi durmayan bir oyuncu olunca kendisine rağmen maçı almayı bildi.

 Formda bir Nadal'a karşı defansif oynamak intihar etmekle eşdeğerdir. Rafa'yı yenmek istiyorsanız olabildiğince az basit hatayla oynayarak onu devamlı baskı altında tutmak zorundasınız. Oysa bugünkü Smyczek böyle bir oyun anlayışının çok uzağındaydı. Başka bir deyişle hiç Nadal'ı yenecek gibi oynamadı. Kendi kapasitesi el verdiğince mücadele etti. Bu da oldukça kötü bir Nadal'a karşı kendisine iki set getirdi ama daha fazlası için yeterli olmadı.

 İspanyol tenisçi bugün 
Tim Smyczek yerine biraz daha üst seviye bir raketle karşılaşıyor olsaydı işin şekli gerçekten değişik olurdu. Birleşik Amerikalı, maçın en kritik bölümünde Rafa'ya karşı yapılmaması gereken ne varsa yaparak servisini kırdırdı. Bu da bugünkü skorun tamamen Rafa'nın kötü oyunundan kaynaklandığının bir kanıtıydı.

 Mücadelenin kritiği bir yana, Nadal'ın birtakım sağlık sorunlarıyla gündeme gelmesine artık tahammülüm kalmadı. Teniste yenilgiye mazeret üretmemek, bu spora ve rakibe duyduğunuz saygının bir gereğidir. Dolayısıyla hiçbir oyuncunun devamlı birtakım sakatlıklarla ya da hastalıklarla gündemi meşgul etme gibi bir lüksü olmamalıdır.

 Geçen yılki final maçında ıslıklanmasının ardından Nadal'dan bir özeleştiri yapmasını bekliyordum ama görünen o ki yanılmışım. "Yenilirsem mazeretim hazır, yenersem de mazeretime rağmen yeneceğim." tavrı, sanırım Rafa tenisi bırakana kadar tenisseverlerin ve oyuncuların sinirlerini yıpratmaya devam edecek.