18 Aralık 2012

Kimiko Date-Krumm: Güzel Zamanların Tenisçisi


 İlerleyen takvim yaprakları sadece zamanı değil, yaşamakta olduğumuz hayatı da değiştiriyor. Bir spor olarak tenis de kendisini kimi zaman müspet ama çoğu zaman da menfi olarak etkileyen bu değişimlerden nasibini alıyor. Oyun, her geçen gün daha fiziksel hâle geliyor. Hâl böyle olunca olgunlaşma yaşı artıyor, eskisi gibi 17 yaşındaki bir çocuğun Grand Slam'leri süpürdüğüne artık şahit olamıyoruz. 

 42 yaşındaki Kimiko Date-Krumm ise ahir zamanın tenisine adeta meydan okuyor. Gençliğinde birçok kez karşı karşıya geldiği Steffi Graf yıllar önce emekliye ayrıldı. Üzerinden Justine Henin'ler, Amelie Mauresmo'lar, Martina Hingis'ler, Lindsay Davenport'lar, Arantxa Sanchez'ler, Kim Clijsters'lar ve daha niceleri geçti. O ise tutkusunun peşinden koşmaya kararlı görünüyor. Her seferinde ne zaman emekli olacağını soran gazetecileri aynı nüktedanlıkla cevaplıyor Japon tenisçi. Yaşının kendisi için iki haneli bir sayıdan ibaret olduğunu söylüyor.

 28 Ekim 1970’te Japonya’nın Kyoto kentinde dünyaya gelen Kimiko, 1989’da profesyonelliğe adımını attıktan sonra ilk emekliliğine kadar yedi WTA turnuvası kazanmıştı. Avustralya Açık, Roland Garros ve Wimbledon’da yarı final oynayan Japon raket, 13 Kasım 1995 tarihli dünya sıralamasında dört numara yükseldiğinde tarihte bir Japon tenisçinin çıkabildiği en üst basamağa ulaşıyordu. Bu şerefe nail olduğunun hemen ertesi yılı henüz 26 yaşındayken aktif tenis yaşamını noktalayan raket emekçisi, yıllar sonra herkesi bir kez daha ters köşeye yatırdı ve 38 yaşında kortlara geri dönme kararı aldı.

 Dönüşünün ertesi yılı Seul’deki katıldığı turnuvanın finalinde Anabel Medina Garrigues’i iki sette geçen Date-Krumm, Billie Jean King’den sonraki en yaşlı WTA turnuvası kazananı oluyordu. Kariyerinin ikinci döneminde Dinara Safina ve Maria Sharapova başta olmak üzere birçok elit oyuncuyu yenmeyi başaran emektar Japon, 2011 Wimbledon ikinci turunda ise Venus Williams'a karşı uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir maç oynadı. Mücadeleyi 7–6, 3–6, 6–8’lik setlerle kaybetti belki ama korttaki tenisin kalitesi uzun süredir görülmemiş düzeydeydi. Topa sert vurmaktan başka hiçbir özelliği bulunmayan oyuncuların gırla gittiği bir dönemde güzel tenise duyulan özlemi çok daha güzel zamanlara ait bu iki tenisçi dindirebilmişti.

 Yazıyı Date-Krumm'un günümüz tenisinin yavanlığına ışık tutan şu demeciyle bitirelim:

 "Martina Navratilova'nın servis voleleri ve file önü oyunları çok iyiydi. Fakat şimdiki oyuncularda bu tip fark yaratan özellikler yok. Sadece güce dayanıyorlar. Sert servis sonrasında topa sadece vuruyorlar, taktikleri yok. Navratilova'nın servis voleleri dışında Steffi Graf'ın mükemmel backhand slice'larından, Gabriela Sabatini'nin falsolu vuruşlarından, Arantxa Sanchez'in çok hızlı oluşundan ve zihinsel sağlamlığından bahsedebiliriz. Martina Hingis de çok yetenekli ve güce dayanmayan bir oyuna sahipti. Asyalı tenisçiler için çok önemli bir rol model olabilir. Güçlü değil, akıllıydı. Ondan sonra bütün tenisçiler iyi servise ve birbirine benzer özelliklere sahip olmaya başladı." 

27 Kasım 2012

Roger Federer'in Çocukluk Yılları-2


 Roger kariyeri boyunca çok az sakatlandı. Hatta Nadal bununla ilgili olarak Federer'in ideal bir fiziğe sahip olduğunu söyledi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

 Nadal'ın süreklilik açısından Federer'den daha kötü olacağını hep söylüyordum. Rafa, vücudu aşırı zorlayan bir oyun stiline sahip. Zira hem vuruşları hem de oyun tarzı fiziğini oldukça hırpalıyor. Roger'a dönersek o, önceleri pek fiziksel antrenman yapmıyordu ve bu yüzden de profesyonel kariyerinin başlarında çok büyük başarılar elde edemedi. Fakat Peter Lundgren ile birlikte fiziksel çalışmalara ağırlık verdiler ve Roger'daki değişimi kısa sürede gördük.

 Kulüpte olduğu yıllarda antrenmanlardan sonra da çalışıyor muydu? Duvara karşı tenis oynuyor muydu?

 Evet, kulüpte kalıyordu. Antrenmanlardan sonra arkadaşlarıyla kart oynuyordu.

 Roger, bizlerde gerçek bir profesyonel yıldız izlenimi yaratıyor. Kendini koruyan, mesafeli ama aynı zamanda son derece içten, matrak ve kolay uyum sağlayan biri... Sanki büyük bir çocuk gibi...

 O, her zaman böyleydi. Sadece kulüpte değil, evde de aynı şekilde davranırdı. Fakat ben ondan hep kortta kendisine iyi davranmasını istemişimdir. Buna karşın o, maç içerisinde rakibinin çok iyi olduğunu veya güzel bir puan oynadığını kabul edemezdi, bilakis kendisine sövebilirdi. Kort içinde çok ciddi ama dışarıda çok şakacı biriydi. Bence bu, ona annesinden kalan bir miras. Bir keresinde saçını sarıya boyattığını hatırlıyorum. Orange Bowl turnuvasını kazandığı zamanlardı. Şampiyon olduktan sonra, onunla kulüpte karşılaşmıştım. Her zamanki gibi arkadaşlarıyla kart oynuyordu. Ondan başının üstündeki kasketi çıkarmasını istemiştim. Fakat o, bunu istemiyordu. Zira çok utanmıştı.


 Saçını neden boyatmıştı?

 Bir iddia yüzünden... İddialaşmayı çok severdi.

 Ailesi hakkında bize ne söylemek istersiniz?

 Babası Robert, her zaman geri planda kalmayı tercih etti. Oğlunu izlemeye nadiren geliyordu çünkü mesleği icabı çok seyahat etmesi gerekiyordu. Kız kardeşi Diana da yine bu kulüpte tenis oynuyordu ama kulübe üye değildi. Düşük profilli turnuvalara katılıyordu ama Roger'a oranla daha az yetenekliydi. Zaten daha sonra biniciliğe yöneldi.

 Peki Lynette?

 Evet, Lynette kötü bir oyuncu değildi. Senior A takımının üyelerindendi ve o ekiple İsviçre şampiyonu oldu.

 Roger, İsviçre için ne anlam ifade ediyor? Kendisi bir ulusal kahraman mı?

 Roger, İsviçre'de herkes tarafından takdir edilen bir isimdir. Lozan, Neuchatel ve Cenevre, bugüne dek birçok Davis Kupası maçına ev sahipliği yaptı. Roger'ın bir ya da iki eşleşmede takımda yer almaması beni rahatsız etmişti fakat kariyerinin başlarında Davis Kupası'nda hep oynamıştı. Bununla birlikte sanırım Roger, İsviçre'de kaldığı zamanlarda Amerika'daki kadar ilgi görmüyor. Örneğin Amerikan Davis Kupası Takımı oyuncuları, buraya geldiklerinde Roger'ın etrafında kimsenin olmayışına çok şaşırmıştı. Amerika'da bir Amerikalının maç kazanması normaldir ama İsviçre'de durum böyle değil. Burada bizden birinin bir şeyler başarabildiğini görmek inanılmaz bir olaydır fakat aşırılıktan hoşlanmayız.

 Bu yıl Roger'ın Wimbledon'ı kazanmasına şaşırdınız mı?

 Maçı burada, kulüpte seyrettim. Burada bir İsviçre televizyonu var ve Roger'ın Grand Slam finallerini hep burada izleriz. Wimbledon'ı kazanması muazzamdı. Ben ona hep inanıyordum ve maçın ardından da bir şişe şampanya patlattım. Gazeteciler sürekli onun tenisi bırakması gerektiğini söylüyordu. Bu beni öfkelendiriyordu çünkü Roger, geçtiğimiz sezonun sonu ve bu yılın başında hâlâ dünya 3 numarasıydı. Evet, bu yaz onun adına çok memnun oldum ve onun gazetecilerin haksız olduğunu kanıtlaması da beni çok memnun etti.

 Roger'ın tüm bu Grand Slam şampiyonlukları devasa.

 Aynı zamanda şaşırtıcı. Özellikle ilk Grand Slam'i... Ondan böyle bir şey beklemiyorduk.

 Önceleri yenilmez olarak görünen Federer'in Nadal gibi isimlere karşı kaybetmeye başladığı dönemlerde neler yaşadınız ?

 Turun diğer kaliteli oyuncularına da saygı duymak gerekiyor. Roger her zaman kazanan bir oyuncu olmaya devam edemezdi. Dünya sıralamasının zirvesinde böylesine büyük rekabetlerin olması tenis için daha iyi bir şey.

 Bu dönem, asla eskimeyen bir savaşçı olarak tasvir ettiğiniz Federer için oldukça karmaşık geçmiş olmalı.

 Evet ama evine döndüğünde gördüğü kişi Mirka'ydı. Bu, ona çok yardımcı oldu. Mirka, onun her maçında tribündeki yerini alırdı. Bir defasında Mirka gelmemiş, Roger da o maçı kaybetmişti.

 Roger bize kusursuzmuş gibi geliyor. Centilmen, nazik, büyük, bazıları içinse yakışıklı...

 Haklısınız. O, asla haksız değildir. Sürekli küfretmesi dışında onun bir kusurunu bulmak çok zor. İtiraf ediyorum ki küfretmesi beni öfkelendiriyor. Zaten annesi Lynette de oğlu aşırı küfrettiği zaman onu korttan çıkarmamı istiyordu.


 Çok kullandığı bir küfür var mıydı?

 Hayır, bunu söyleyemem. Bu, çok hoş bir şey değil.

 Annesini sıklıkla görüyor musunuz?

 Evet, her ay görüşüyoruz. Benden çok uzakta oturmuyor. Roger'dan ve daha çok da başka şeylerden konuşuyoruz.

 Gazeteci ziyaretçileriniz fazla mı? Sanırım burası bazen bir ibadet yerine dönüşüyor, değil mi ?

 Evet, bu doğru. Benimle ilgili birçok gazete kupürünün olması da bu yüzden. Genellikle bunları ya Lynette'ten alıyorum ya da arkadaşlarım aracılığıyla elde ediyorum. Bir gün bir yolcu otobüsü dolusu Japon gazetecinin buraya geldiğini hatırlıyorum. Sayısını bilmiyorum ama bugüne kadar birçok röportaj verdim. Bunların çoğu da Wimbledon sonrasındaydı. Yani bu turnuva herkeste iz bırakıyor. Şu sıralar talepler azaldı. Son röportajım bir İtalyan gazeteci ileydi. Kendisine Roger'ın futbol oynarken çekilmiş bir fotoğrafını ödünç verdim ama onu bana geri vermedi. 

 İsviçre, Guillaume Tell ve Roger Federer'e sahip. Son olarak Roger Federer bu ülkenin en büyük yıldızı, değil mi ?

 Evet, ben de böyle düşünüyorum.

24 Kasım 2012

Roger Federer'in Çocukluk Yılları-1


 Roger Federer'in 1989'dan 1995'e kadarki eğitmeni Madeleine Bärlocher ile tenisin yaşayan efsanesi üzerine bir sohbet... Röportajın Fransızca versiyonu için tıklayınız.

 Roger neden Old Boys Tenis Kulübü'nü seçti? 
  
 Roger, buraya sekiz yaşındayken annesi Lynette'in sayesinde geldi. Zaten annesi de bu kulüpte tenis oynuyor ve takım maçlarına katılıyordu. Bir gün yanıma geldi ve oğlunun kulübe katılıp katılamayacağını sordu. Küçük yaş gruplarının çalışma programından etkilenmişe benziyordu. Roger, bize gelmeden önce ailesinin iş yerine ait kortlarda tenis oynuyordu.

 Lynette'in Roger'ı buraya kaydettirme nedeninin oğlunun çok iyi bir kariyer yapacağına inanması olduğunu söyleyebilir miyiz?

 Hayır, ailesi ondan böyle bir beklenti içinde değildi. O her zaman Roger'dı. Sadece profesyonel tenisçi olmak isteyen Roger... Sekiz yaşına geldiğinde bize ve arkadaşlarına 1 numara olmaktan bahsediyordu. Bense buna inanmıyordum. Zaten İsviçre'de de o zamanlar çok çok büyük bir tenisçi yoktu. 80'li yılların sonlarıydı. Belki Marc Rosset ve Jakob Hlasek... Ama hepsi bu. Evet, o zamanlar Roger'ın bu kadar ileri gideceğini öngörememiştik. Eğer bunu tahmin edebilmiş olsaydım onu daha yakından izlerdim. Fakat ondan daha iyi olan başka gençler de vardı.

 Wimbledon'ı küçükken de hayal ediyor muydu?

 Wimbledon'ı kazanmak her zaman onun olayıydı. Gençken de bu böyleydi. Aklıma gelmişken bir anekdot anlatayım onun Wimbledon aşkıyla ilgili. Bir gün antrenmanda onu izliyordum ve kazandığı bir puan bende büyük bir iz bırakmıştı. Rakibi aşırtma bir vuruş yollamıştı ve bunu karşılamak zorundaydı. Geri çekildi ve puanı smaçla tamamladı. Kazandığı puandan son derece memnundu ve bana "Ben bir gün bu smacım sayesinde Wimbledon'ı kazanacağım." dedi. Londra'da oynadığı finallerden birinde benzer bir şeyi maç puanında yapmıştı. Beni güldürmüştü, inanılmazdı.

 Peki kaprisli bir çocuk muydu ?

 Hayır, sadece bana değil, hiç kimseye bu şekilde davranmaya cesaret edemezdi. Buna karşın ergenlik çağına geldiğinde sürekli ağlayan kaprisli bir çocuğa dönüşmüştü. Basel'de kendisini çok çabuk geliştirdi. Burada olmaktan memnundu. Daha sonra önemli turnuvalarda oynamaya başladığında aynı hızda gelişemedi. Bir anda kortta siniri bozulan ve sürekli raket fırlatan bir çocuğa dönüştü. Gençlikte hep böyle olur zaten.

 Onu karakter olarak nasıl tanımlarsınız?

 Güler yüzlü ve atak... Şaka yapmaktan çok hoşlanan bir yapıya sahipti. Yaptığı şakalardan biri hâlâ aklımdadır. Kulüplerarası bir müsabakaya çıkmıştık ve oynama sırası ona gelmişti. Bir anda gözden kaybolmuştu. Her yeri aradık ama onu bulmak imkansızdı. Daha sonradan bir ağacın içine saklandığını anladık. Bu tip şakalara ve eğlenmeye bayılırdı. 13-14 yaşlarındayken Ecublens'a gitti. Başlarda çok zorluk çekti. Zira yeni bir hayata, yeni bir çevreye ve Fransızca konuşmaya alışması gerekiyordu. Annesi bana ilk aylarda onun sürekli ağladığını söylemişti. Psikolojik olarak çok karmaşık bir durumdu ve bizim açımızdan da onun kulüpten ayrıldığını görmek çok üzücüydü. Çok sevimliydi ve herkes tarafından takdir edilen bir çocuktu.

 Teknik olarak o yaşlarda da aynı oyuna mı sahipti?

 Evet, tamamı ile aynı oyunu oynuyordu. Hızlı öğrenen bir çocuktu. İlk antrenörü olan Seppli Kacovski'nin öğrettiği vuruşları hemen uygulamaya başlıyordu. Diğer çocuklar ise ancak iki hafta sonra bunu yapabiliyordu.

 Seppli onun müthiş yetenekli bir çocuk olduğunu söylüyordu. Sanki ellerinin arasında raketle doğmuş gibi bir izlenime sahipti Roger hakkında.


 Bu açıkça görülebilen bir durum. Fakat Roger'ın geleceğini veya ileride 1 numara olup olamayacağını o günlerden göremezdik. Kendini gösteremeyen birçok genç yetenek vardı. Üstelik o zamanlar Roger'ın hayatında sadece tenis yoktu. Toplu sporların hepsine büyük ilgi duyuyordu. Tenis dışında futbol ve basketbol da oynuyordu. Birçok gence tenis dışındaki sporlarla da ilgilenmelerini söylüyordum.


 Teniste yükselmeye başladığı yıllarda da onunla olan iletişiminiz devam etti mi?

 Evet. Fakat daha çok ailesi, özellikle de annesiyle olan irtibatımızı korudum. Küçük yaş grupları için turnuvalar düzenlediğimizde annesi bize çocukların giymesi için tişörtler ve tenis aksesuarları gönderiyordu.

 Roger ile özel bir ilişkiniz var mıydı?

 Hayır, onunla olan diyaloğumuz sadece bu anlattıklarımdan ibaret. Gençlerle olan ilişkilerinizde dikkatli olmanız ve her çocuğa eşit davranmanız gerekiyor. Buna karşın o, diğer çocuklardan ayrılıyordu. Kaybetmekten nefret ediyordu. Hırslı olduğunu hissedebiliyorduk. Takım maçları sırasında birçok defa kortta ağladığını hatırlıyorum. Herkes başka bir şey düşünürken onu teselli etmek imkansızdı.

 Onu televizyonda izlerken özel şeyler hissettiğiniz anlar oldu mu?

 Evet, Wimbledon'da oynarken... Gençler kariyerim sırasında ben de Wimbledon'da oynamıştım.

 Küçükken bu kadar değişken karaktere sahip birinin profesyonel kariyerinde kortta son derece sakin görünmesini nasıl açıklarsınız?

 Bu, Mirka sayesindedir.

 Mirka'yı yakından mı tanıyorsunuz? Biz tenisseverler için biraz gizemli birisi.

 Kulübe gelip turnuvalara katılıyor ya da arkadaşlarıyla tenis oynuyordu. Aslında Roger'la Sidney Olimpiyatı'ndan önce tanıştılar.

 Mirka'yı o zamanlarda da izliyor muydu?

 Evet ama onlar bunu reddediyor. Roger, o dönemde kendini tamamı ile tenise vermişti. Bugünse her şeyini Mirka yönetiyor.

 Peki onu daha sakin birine dönüştüren kişi Mirka mıydı?

 Evet. O dönemde sadece Peter Carter (Federer'in 2004'te trafik kazası sonucunda yitirdiği antrenörü) onu sakinleştirebiliyordu. Roger ve Peter birbirleriyle çok iyi anlaşıyorlardı. Carter, ona çok yardım etti ve onun teknik seviyesini yükseltti. Tenisteki tecrübelerini ona çok iyi aktardı. Peter, ona sakinlik veriyordu. Zaten bu konuda tüm gençleri eğitmeyi başarmıştı. Aynı zamanda turnuvalarda Roger'a eşlik eden kişiydi ve Roger bu sayede ondan çok şey öğrendi. Daha sonra Bienne şehrine gidip çalışmalarına orada devam ettiler. Küçük yaş gruplarındaki büyük turnuvalar ve Challenger turnuvalarıyla gelişimlerini sürdürdüler.

 Devamı yakında...

4 Kasım 2012

Grand Slam Bahtsızları


 2010 Fransa Açık'ı kazanarak 30 yaşında kariyerinin ilk Grand Slam kupasını kaldıran Francesca Schiavone'nin teklerde yalnızca beş birincilik elde edebildiğini biliyor muydunuz? Peki ya uzak kıtanın prensesi Samantha Stosur'a ne demeli? 2011 Amerika Açık'ta mutlu sona ulaşan Avustralyalıda ise bu sayı sadece üç. Bir tarafta kendilerinden hiç beklenmediği hâlde Grand Slam kazanan bu isimler dururken diğer tarafta ise buna muvaffak olamayan çok büyük kariyerler mevcut. İşte Grand Slam'lerde bir türlü muradına eremeyen en değerli beş tenisçi:

 1) Nikolay Davydenko (21 ATP Turu şampiyonluğu): Grand Slam'ler dışındaki her seviyede şampiyonluğu bulunan Davydenko'nun başarı mazisinde biri ATP Turu Finalleri, üçü de Masters Serisi olmak üzere toplamda 21 tekler birinciliği var. Rus tenisçi, majör turnuvalarda ise dört kez yarı finale yükselmesine rağmen bunların üçünde Roger Federer'e takıldı. 2005 Roland Garros yarı finalinde de setlerde 2-1 önde olduğu maçı Mariano Puerta'ya kaybeden Kolya, Rafael Nadal'a karşı pozitif maç kaydına sahip ender isimlerden biri olarak göze çarpıyor.

 2) Caroline Wozniacki (20 WTA Turu şampiyonluğu): Beğenin ya da beğenmeyin, istatistikler genç Danimarkalıyı bu listeye rahatlıkla dahil edebileceğimizi söylüyor. Grand Slam ve WTA Championships seviyesindeki en iyi derecesi final olan Wozniacki, diğer tüm kategorilerde ise kupa kaldırmayı başardı. 2009 yılında yükseldiği Amerika Açık finaliyle tenis dünyasına adını duyuran Caro, daha sonrasında tam 67 hafta boyunca 1 numaralı koltuğun sefasını sürdü. Aşırı defansif oyunuyla Rafael Nadal'ın ilk dönemlerindeki hâline bile rahmet okutan güzel raket, Grand Slam kazanamayan 1 numara etiketi nedeniyle Jelena Jankovic ve Dinara Safina gibi eleştirileri oklarının hedefi oldu.

 3) David Ferrer (18 ATP Turu şampiyonluğu): Büyük Dörtlü'nün gölgesinde kalmasına rağmen uzun yıllardır üst seviyede tenis oynamayı başarabilen David Ferrer, erkekler tenisinde istikrar dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri. Kariyer yükseği dördüncülük olan İspanyol raket, Grand Slam turnuvalarında ise dört kez son dört raket arasına kaldı. Mücadeleci ve savaşçı kimliğiyle ön plana çıkan "Gölge Adam", bu yıl Paris Masters'ı kazanarak bu seviyedeki ilk kupasını kaldırdı.

 4) Elena Dementieva (16 WTA Turu şampiyonluğu): Gerek tenisçiliği gerekse de mütevazı kişiliğiyle taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanan Dementieva, Olimpiyat altını dahil her türlü başarıyı elde ettiği kariyerinde bir tek Grand Slam kazanamadı. Kortlardaki Rus rüzgarının esmeye başladığı 2004 yılında Roland Garros'ta finale yükselen fakat vatandaşı Anastasia Myskina önünde ağır bir mağlubiyet alan Elena, aynı sezonun Amerika Açık finalinde de Svetlana Kuznetsova'ya boyun eğmekten kurtulamadı. 

 5) David Nalbandian (11 ATP Turu şampiyonluğu): İlk olarak 2002'de oynadığı Wimbledon finaliyle adını duyuran Nalbandian, o maçı Lleyton Hewitt karşısında tarumar olarak kaybettiyse de sonrasında pek çok önemli başarıya imza attı. Özellikle backhand kanadındaki etkinliğiyle bir dönem Federer-Nadal ikilisinin de başını ağrıtan Nalby, kariyerinin en önemli zaferini 2005 yılında Şanghay'daki ATP Turu Finalleri'ni kazanarak elde etti. Dünya klasmanında 3 numaraya kadar yükselen Arjantinli, dört Grand Slam'de de
 yarı final görmeyi başaran ender oyunculardan biri.

24 Ekim 2012

Spotlar Serena Williams'ın Üzerinde


 Yedi tepeli şehirdeki tenis festivali, Petra Kvitova-Agnieszka Radwanska maçıyla başladı . İki tenisçi geçen yıl da yine grup aşamasında kozlarını paylaşmış, o karşılaşmayı kazanan Kvitova daha sonrasında şampiyonluk ipini göğüslemişti. Dün ise geçen seneki hâlini mumla aratan bir Kvitova gördük kortta. Yaptığı hatalar saç baş yoldurtacak cinstendi. Öyle basit vuruşları kaçırdı ki kendi standartlarına göre ortalama bir form durumunda olan Aga'nın kazanmak için pek bir şey yapmasına gerek kalmadı. 6-3 ve 6-2'lik setlerle neticelenen mücadelenin en iyi özeti, Kvitova'nın 41, Radwanska'nınsa yalnızca beş basit hata yapmasıydı

 Geçen yıl Wimbledon'ı kazanarak 90 neslinin ilk Grand Slam şampiyonu olmayı başaran Kvitova'nın şu hâliyle Maria Sharapova'yı yenebilmesi pek ihtimal dahilinde değil. Belki Sara Errani'ye karşı sıfır çekmekten kurtulabilir fakat o da çok kolay olacağa benzemiyor. İstanbul'dan maç kazanamadan ayrılması, aynı zamanda 1500 puanlık bir kayıp demek kendisi için. Geçen yıl burada mutlu sona ulaştığında pek çok kişi kendisinin kadın tenisini domine edebileceğini düşünüyordu. Büyük bir potansiyeli olduğu muhakkak ama söz konusu hükümranlık için ciddi bir zaafı var, o da çok dengesiz bir oyuncu oluşu. Bundan mütevellit eli sıcak olmadığı zamanlarda dünkü gibi çekilmez bir kimliğe bürünüyor.

 ***

 Dün spot ışıkları hiç kuşkusuz Serena Williams'ın üzerindeydi. 2010 yılındaki İstanbul Cup'a katılmaktan başına gelen esrarengiz bir olay neticesinde vazgeçen Birleşik Amerikalı, İstanbullu tenisseverlerle olan iki yıl gecikmeli olarak buluştu. Angelique Kerber'i zorlanmadan yendiği maçla ilgiliyse söylenebilecek fazla bir şey yok. Buraya gelen raketler arasında bu sezon Serena'yı devirebilen tek isim olan Kerber, belli bir noktaya kadar maça ortak olduysa da sonrasında çözüldü. Yine de iyi bir maç çıkardı bence Alman tenisçi. Bu performansın ardından Victoria Azarenka'nın önünde gruptan çıkması beni şaşırtmaz. Zaten kendisi de basın toplantısında bu minvalde konuştu.

 ***

 Maria Sharapova ise 
Sara Errani'yi  6-3 / 6-2'yle yenerek geçen yıl sakatlığı nedeniyle tatsız bir şekilde veda ettiği turnuvaya bu yıl net bir galibiyetle başladı. İkili bildiğiniz gibi bu yıl Fransa Açık finalinde karşılaşmış ve o maçın skoru da aynı olmuştu. Söz gelimi değişen hiçbir şey olmadı dünkü müsabakada. Masha, fazla basit hata yaparak başlasa da maçın ilerleyen bölümlerinde oyun seviyesini yükseltmeyi bildi. Rus yıldızdan asıl beklenti, artık Azarenka ve Williams'ı da yenmesi.

21 Ekim 2012

Jo-Wilfried Tsonga'nın Büyük İronisi


 Amerikan güreşçilerini andıran devasa bir vücut ve ironik bir şekilde son derece narin olan tenis mantalitesi... Ya da kısaca Jo-Wilfried Tsonga...

 Tam biz Federercileri sinir krizlerine soktuğu anlarda anlamıştım baba tarafı Kongolu olan bu Fransız'ın ne kadar büyük bir patlama gücüne sahip olduğunu. Dile kolay, o güne kadar setlerde 2-0 öne geçtiği 178 maçın tamamını kazanan Ekselansları'na bir ilki yaşatmıştı Tsonga. İlk iki set bittiğine Fransız'ın böylesine büyük bir geri dönüşe imza atacağını hiç kuşkusuz kimse tahmin edemezdi. Zira aynı Tsonga, çok değil, yalnızca birkaç hafta önce kendi ülkesindeki Roland Garros'ta arkasındaki inanılmaz seyirci desteğine rağmen Stanislas Wawrinka'ya karşı setlerde 2-0 önde olduğu maçı kaybetmişti. 
Ne var ki Jo-Willy'nin içindeki o müthiş potansiyel üçüncü set itibarı ile kendini salıverdi. Sonrasında ise balyoz gibi forehand ve çift el backhand vuruşları, harikulade voleler... 

 Söz konusu Tsonga olduğunda dünya 1 numarasının yendikten hemen sonra ilk 100'ün dışındaki bir isme elenmek son derece olası. Zaten böylesine güçlü ve geniş bir vuruş repertuvarına sahip bir oyuncunun Grand Slam kazanamaması ve sıralamada beşincilikten öteye gidememesinin nedeni de tam olarak bu. Yoksa sima olarak çok benzediği Muhammed Ali'ye sportif başarı açısından da benzemesi işten bile değil.

 Andy Murray geçtiğimiz eylül ayında Amerika Açık'ı kazanırken de aklıma geldi Tsonga'nın zihinsel zayıflığı. O Murray ki oynadığı ilk dört majör finalinden yenilgiyle ayrılan ve üzerine müzmin kaybeden etiketi yapışmış bir isimdi. Tsonga'nın Murray'e oranla daha efektif bir oyuna ve daha fazla silaha sahipken daha az başarılı olmasının nedeni ise bu ikilinin tenise olan yaklaşımlarında gizli. Biri her türlü olumsuzluğa rağmen asla pes etmeyip beşinci denemesinde muradına erdi,
 diğeriyse 2008'de kapısını çaldığı Grand Slam şampiyonluğu unvanına bir daha hiç yakın olamadı.

7 Ekim 2012

Buz Üstündeki İnekten Toprak Anaya


 Teniste sevdiğiniz oyuncunun maçlarını mantığınızı bir kenara bırakarak izlersiniz. Yenileceğini bilseniz dahi belki iki kere iki bu sefer dört etmez ümidiyle televizyonun karşısına geçersiniz. Son iki yıldır Maria Sharapova destekçilerinin Serena Williams ve Victoria Azarenka eşleşmelerindeki ruh hâli tam olarak bu. 

 Bugünkü Çin Açık finali, senaryosu itibarı ile bu sezonun başındaki Avustralya Açık ve Indian Wells finallerinin karbon kopyasıydı. Benzer oyun stillerine sahip iki raketin düellosundan daha formda olan Azarenka'nın zaferle çıkması, tenisi duyguyla değil de beyinle seyredenler için pek de şaşırtıcı olmasa gerek.

 Ne tesadüftür ki Sharapova, Azarenka'ya karşı sert zeminde elde ettiği son galibiyet üç yıl önce yine bu kortta gelmişti. Rus tenisçinin son sette mucizevi bir geri dönüşe imza attığı o mücadeleden sonra taraflar sekiz kez kozlarını paylaştı. Sert korttaki altı maçın tamamı Azarenka'nın hanesine yazılırken topraktaki iki maç Sharapova'nın oldu. 

 2010 Stanford: Azarenka 2-0 Sharapova: 6-4, 6-1
 2011 Miami: Azarenka 2-0 Sharapova: 6-1, 6-4
 2011 Roma: Sharapova d. Azarenka 4-6, 3-0 (Azarenka çekildi.)
 2012 Avustralya Açık: Azarenka 2-0 Sharapova: 6-3, 6-0
 2012 Indian Wells: Azarenka 2-0 Sharapova: 6-2, 6-3
 2012 Stuttgart: Sharapova 2-0 Azarenka: 6-1, 6-4
 2012 Amerika Açık: Azarenka 2-0 Sharapova: 3-6, 6-2, 6-4
 2012 Pekin: Azarenka 2-0 Sharapova: 6-3, 6-1

 Tablodan da görüleceği üzere Azarenka, bu yılki Amerika Açık yarı finali haricinde rakibine sert zeminde en fazla beş oyun şansı tanıdı. Buna karşılık Sharapova'nınsa rakibinin sakatlığı nedeniyle yarım bıraktığı Roma Açık randevusunu saymazsak doğru dürüst tek bir galibiyeti var. 

 Sharapova'nın gerek yukarıda bahsettiğimiz karnesi gerekse de bu sezonki tüm şampiyonluklarının toprak kort turnuvalarında gelmiş olması, favori zemininin 2008'de geçirdiği malum sakatlığın ardından değiştiğini gösteriyor. Toprak zeminde topun yerden sektikten sonra yavaşlaması, Rus tenisçinin riskli vuruşları daha iyi kontrol edebilmesini sağlıyor. Bir zamanlar kendisini buz üstündeki inek olarak gördüğü bu zemine artık daha farklı bir zihniyetle yaklaşan Sharapova, kariyerinin ikinci bölümünde bir toprak kort oyuncusu olma yolunda ilerliyor.

22 Temmuz 2012

Roger Federer Röportajı-2


 Birçok insan Novak Djokovic ile oynadığınız yarı final maçının bir erken final niteliğinde olduğunu ve o maçı kazanmanızın şampiyonluk kapısını ardına dek açacağını düşünüyordu. Bu fikre katılıyor musunuz? Sizce nasıl bir maç oldu?

 Üzerimizde çok büyük bir baskı vardı. Djokovic son şampiyon unvanını ve zirvedeki yerini korumak istiyordu, bense yeniden 1 numara olabilmek için önemli bir şansa sahiptim. Ek olarak daha önce hiç çimde karşılaşmamış olmamız mücadeleyi daha da özel kılıyordu. Kısacası her şey olağanüstüydü ve kusursuz bir oyun ortaya koymak imkansızdı. İlk iki sette maçın gerçek anlamda başladığını söyleyemeyiz. Zaten 55 dakikada iki seti tamamladık. Üçüncü sette o daha agresif oynamaya başladı ve maç oldukça enteresan bir havaya büründü. Dördüncü sette daha iyi oynadığımı gördüm ve momentum tamamıyla benim tarafıma geçmişti. İşte o an kazanabileceğimi anladım. Gerçekten büyük bir maçtı fakat bunu bir final olarak algılamadığımı belirtmeliyim. Zira Djokovic'i yendiğim takdirde aynı zorlukta başka bir mücadelenin finalde beni bekliyor olacağını biliyordum. Çok iyi servisler attığımı söyleyemem ama Djokovic de kendisinden görmeye alıştığımız return performansının uzağındaydı. Ona karşı oynadığım her maç çok önemli anlara sahne olmuştur. Amerika Açık yarı finalinde kendisine karşı kaybettiğim mücadele benim için büyük bir darbe oldu ve aslında bugünkü noktaya ulaşmamdaki başlangıç noktası da o maçtır. Djoko, o gün önemli puanlarda çok iyi oynadı ve bana yenilgiye rağmen yeniden savaşmam için büyük bir ilham verdi. Sporda en önemli şey, maç içerisindeki durumlara karşı gösterdiğiniz reaksiyonlardır. Eğer bu konuda iyiyseniz her zaman maça geri dönebilirsiniz.

 Final maçında ise hem Murray'nin hem de benim üzerimde ciddi bir baskı vardı. Andy, bilhassa önemli puanlarda inanılmaz bir tenis oynadı. Çok agresif olmak zorundaydım. Kendime ikinci servislerin tamamına atak yapmam gerektiğini söyledim. Risk alma konusunda da son derece cesur davrandım ve bu da çok önemliydi. Kısacası iyi bir karar verdiğimi söyleyebiliriz.

 Son iki yılda sıklıkla eleştirildiniz. Bazı insanlar artık 1 numara olamayacağınızı ve Djokovic-Nadal ikilisiyle aranızda bir gömlek fark olduğunu düşünmeye başladı. Tersini ispatladığınız için gururlu olmalısınız.

 Bu noktada birçok memnuniyetten bahsedebilirim. Tüm çalışmalarınızın karşılığını er ya da geç alırsınız. Eleştiriler normal. Bu konuda söyleyebileceğim bir şey yok çünkü kariyeriniz devam ettiği müddetçe eleştiriler de olacaktır. Şimdi bu eleştiriler bitti. Ben her zaman oynamak ve daha iyi olmak isteyen biriyim. İnsanlar da bunu biliyor. Korta çıktığımda her zaman aynı zevki alıyorum ve zirvede mümkün olan en uzun süre kalabilmek için her şeyi yapıyorum. Medyada konuşulanları dinlemek önemlidir fakat bunlara tepki vermek gerekmiyor. Dolayısıyla bu, gurur duyduğum bir şey değil.

 En yakındaki turnuva Londra'da düzenlenecek olan Olimpiyat Oyunları ve maçlar, sizin defalarca şampiyonluk ipini göğüslediğiniz Wimbledon kortlarında oynanacak. Bu organizasyona nasıl hazırlandınız? Kazanma şansınızı nasıl görüyorsunuz? Motive olmak zor değil mi?

 Maçlar üç set üzerinden oynanacağı için Wimbledon'dan tamamıyla farklı bir turnuva olacak. Hızlı geçen bir süreci yaşayacağız ve üzerimizdeki baskı yine inanılmaz boyutlarda olacak. Dolayısıyla kazanma umudumun olabilmesi için son derece hazır olmak zorundayım. Wimbledon'ı düşünmemeniz ve kendinize olan güveninizi korumanız son derece önemli. Bir maç, iki kötü vuruş neticesinde el değiştirebilir. Aslında aynı durum tüm turnuvalar için geçerli fakat Olimpiyat'ta bu durumun yaratacağı sonuçlar çoğalacaktır. Kazanma şansım olduğunu düşünüyorum ve iyi oyunumu sürdürmeyi umuyorum. Podyumun zirvesinde yer almak tabii ki harika olur. Biz tenisçiler çok şanslıyız çünkü her yıl dört Grand Slam turnuvası oynuyoruz. Diğer branşlarda yer alan sporcularla karşılaştırdığımız zaman bu baskıya daha çok alışığız. Tenisin bir oyun olduğunu unutmamak gerekiyor. Birçok seyircinin önünde sürekli aynı rakiplerle oynuyor, aynı kafaları görüyorsunuz. Bunu kafanıza yerleştirdiğiniz zaman tenis oynamak her daim zevkli oluyor. Onun dışında Olimpiyat Oyunları gibi bir organizasyon için motivasyon kaybı yaşanacağına inanmıyorum. Zira bu, eşsiz bir fırsat. 

20 Temmuz 2012

Roger Federer Röportajı-1



 Roger, Pete Sampras'ın en uzun süre 1 numarada kalma rekorunu da kırdın. Bu nasıl bir duygu?

 Bu, tabii ki çok özel bir duygu. Bu yüzden çok sevinçliyim. 1 numara olmak her zaman öncelikli hedefim olmuştur. Bu rekor, herhangi bir şeyi çok istediğiniz zaman çok sıkı çalışabileceğinizi ve hiçbir şeyin sizi durduramayacağını kanıtlıyor. Pete Sampras'ın bu muhteşem rekorunu kırmak inanılmaz. Hayranlarımdan birçok tebrik mesajı aldım ve bu da son derece önemli. Hepsine çok teşekkür etmek istiyorum çünkü onlar sayesinde kendimi aştım ve bugünkü kadar iyi oynuyorum. Son beş yıl içerisinde hayranlarımın sayıca artıyor olması da benim için önemliydi.

 Popülerliğiniz sürekli zirvede ve tırmanmaya da devam ediyor. Özel hayatınızı korumayı nasıl başarıyorsunuz?

 Ailenizle birlikteyken bazı insanların sizi gözetlemesi her zaman hoş bir şey değil. Benim için turnuvalar, antrenmanlar ve dinlenme dönemleri arasında büyük farklılıklar var. Zaman zaman kafanızı dağıtmak ve geriye çekilmek bu işte esastır. Hayranlarımın da bunu anladığını düşünüyorum. Popülerliğime rağmen özel hayatımı korumamın sırrı da burada. Bir hafta ara benim için çok iyi oldu. Açıkçası beş hafta olsaydı belki daha iyi olurdu ama Olimpiyat Oyunları ile başlayacak olan süreç için kendimi hazırlamam gerekiyor. Büyük zaferler elde ettiğimde bunu ailemle paylaşmayı isteyen birisiyim. Onları uzakta tutup kameraların karşısına yalnız da çıkabilirdim ama bu yönde bir düşüncem hiçbir zaman olmadı.

 Wimbledon'a çok iyi bir başlangıç yaptınız. İlk haftanın sonunda ise özellikle sırtınızdaki sakatlıktan ötürü bir form düşüklüğü yaşadınız. Turnuvayı kazanabileceğinizi ne zaman düşünmeye başladınız?

 Dürüst olmak gerekirse Julien Benneteau'ya karşı oynadığım maçta o anın bu an olabileceğini düşündüm. Çok yoğun, zorlu ve beş set süren bir mücadeleydi. Ağrıyla baş etmeyi başardım. Maçın bana sırtımdaki acıyı unutturacağını biliyordum. Xavier Malisse maçında da çok kötüydüm ve kendisinden özür dilemek istiyorum. Zira karşısında şikayet eden biriyle oynaması onun için kolay olmamıştır diye düşünüyorum. Fakat kendimi orada durduramazdım çünkü Wimbledon çok prestijli bir turnuva. Maçlar ilerledikçe kendimi daha iyi hissetmeye başladım ve hem yarı final hem de finalde en iyi tenisimi oynamayı başardım. Zor anlarda özellikle servisime konsantre olmaya çalıştım.

21 Haziran 2012

Roland Garros vs. Wimbledon


 Roland Garros Paris'tir, Wimbledon Londra.
 Roland Garros BNP Paribas'tır, Wimbledon HSBC.
 Roland Garros Gustavo Kuerten'dir, Wimbledon Pete Sampras.
 Roland Garros Eyfel Kulesi'dir, Wimbledon Londra Köprüsü.
 Roland Garros kızıldır, Wimbledon yeşil.
 Roland Garros modadır, Wimbledon gelenek.
 Roland Garros Nadal'dır, Wimbledon Federer.
 Roland Garros Longine'dir, Wimbledon Rolex.
 Roland Garros Paris metrosudur, Wimbledon Londra otobüsü.
 Roland Garros passing-shot'tır, Wimbledon servis-vole.
 Roland Garros Babolat'tır, Wimbledon Slazenger.
 Roland Garros fötr şapkadır, Wimbledon takım elbise.
 Roland Garros Barcelona'dır, Wimbledon Real Madrid.