23 Nisan 2025

Djokovic'in Büyük Travması: Kosova Savaşı

 Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Josip Broz Tito tarafından kuruldu. Ülke, altı cumhuriyet ve iki özerk bölgeden oluşuyordu. Böylesine heterojen bir yapının uzun yıllar boyunca varlığını sürdürmesi büyük oranda Mareşal Tito'nun şahsi karizması sayesinde mümkün olabildi. Kendisi, Nazi işgalinden kurtardığı ülkeyi 1980 yılındaki vefatına dek yönetti. 

 Tito döneminde halının altına süpürülen etnik çekişmeler kendisinin ölümüyle yeniden gün yüzüne çıktı. Ülkeyi oluşturan cumhuriyetlerde baş gösteren milliyetçi ve bağımsızlık yanlısı eğilimler 1990'lı yıllarda Yugoslavya'nın kanlı bir iç savaş sonucunda parçalanmasına yol açtı. Bu süreçte Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna Hersek bağımsız birer devlet oldu. Geriye kalan cumhuriyetlerden Sırbistan ve Karadağ ise varlıklarını Yugoslavya Federal Cumhuriyeti çatısı altında sürdürme kararı aldı. Sırplar tarafından özerklikleri kaldırılan Kosova ve Voyvodina da bu federasyona dahildi. Ne var ki Yugoslavya'nın mirasçılığına soyunan bu yeni devlet uzun ömürlü olmayacaktı.

 Kosova'daki nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve bağımsızlık talep eden Arnavutların Sırplar ile girdiği çatışmalar 1998 yılında savaşa dönüştü. Bir yıl sonra NATO, Sırpların güvenlik güçlerini Kosova'dan çekmeye yanaşmaması üzerine Yugoslavya'ya hava operasyonu başlattı. İşte tam 78 gün süren bu operasyon, o vakitler henüz 12 yaşında bir çocuk olan Novak Djokovic'in belleğinde silinmez izler bıraktı. Sırp tenisçi, bir gece evlerinin yakınında meydana gelen bir patlama sonrası yaşadığı korku dolu anları 2013 yılında yayımlanan "Serve to Win" adlı otobiyografisinde şu sözlerle anlatacaktı:

 "Merdivenden aşağı indik ve Belgrad'ın yanmamış sokaklarına çıktık. [...] Annem ve babam, kardeşlerimi kucaklarına alarak zifiri karanlık sokaklarda hızla ilerliyorlardı. Ben de hemen arkalarındaydım. Ayağımı bir şeye çarptım ve gölgelerin içinde sendeleyerek ilerledim. Ellerimi ve dizlerimi sürterek yüzüstü bir şekilde kaldırıma düştüm. Soğuk betonun üzerinde yatarken bir anda yalnız kalmıştım.

 Anne ve babama seslendim ama beni duyamıyorlardı. Onların giderek küçüldüğünü, sönükleştiğini ve karanlığın içinde kaybolduğunu gördüm. Ve sonra olan oldu. Arkamdan bir şeyin gökyüzünü yırttığını duydum. Sanki devasa bir kar küreği bulutlardan buzları kazıyordu. Hâlâ yerde yatıyordum ve dönüp evimize baktım.

 Üçgen şeklinde çelik gri bir F-117 bombardıman uçağı binamızın çatısından yükseliyordu. Büyük metal göbeğinin açılışını ve içinden düşen iki lazer güdümlü füzenin ailemi, arkadaşlarımı, mahallemi, kısacası bildiğim her şeyi hedef alışını dehşet içinde seyettim. Sonrasında olanları asla unutamayacaktım. Bugün bile yüksek sesten korkuyorum."

 Bugün bazı kimseler, Djokovic'in olağanüstü kariyeri ve zihinsel gücünü doğrudan doğruya Yugoslavya'daki iç savaş ortamına bağlıyor. Bu, son derece abartılı ve gülünç bir yaklaşım olsa da savaş koşullarının Djokovic'in kişiliği ve dünya görüşünü şekillendirdiği su götürmez bir gerçektir. Sırp tenisçinin çocukken şahit oldukları, onu hem daha erken olgunlaştırmış hem de milliyetçi ve Batı karşıtı bir siyasi pozisyona itmiştir.

5 Nisan 2025

Türk Tenisinin Çarpık Düzeni

 Malumunuz olduğu üzere Türkiye, bir süredir İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun bir sonraki genel seçimleri kazanma şüphesiyle tutuklanmasını konuşuyor. Kamuoyunda büyük bir infiale sebep olan bu gelişme sonrası spor dünyasından gelen cılız seslerden biri de milli tenisçi Zeynep Sönmez'e aitti. Ne var ki kendisinin X hesabından yayımladığı açıklama, suya sabuna dokunmayan cinstendi ve bu nedenle muhalif kesimlerin tepkisini çekti.

 Zeynep'in dokuz paragraflık yazısında meselenin özüne dair hiçbir yorum yapmadığını görüyoruz. Elbette kendi takdiridir ama böyle bir metindense hiçbir şey yazmaması bence daha doğru olurdu. Bununla birlikte insanların sosyal medyada yaptıkları veya yapmadıkları paylaşımlar üzerinden hedef gösterilmelerini kesinlikle yanlış buluyorum. Ne ahlaki ne de demokratik olan bu tavır, verilen haklı mücadeleyi baltalamaktan başka bir işe yaramıyor. Çünkü birilerini linç ettiğinizde onları kendi elinizle karşı tarafa itmiş oluyorsunuz.

 İnsanların düşüncelerini net bir şekilde ifade etmekten kaçınmalarının altında çoğu zaman ekonomik açıdan bağımsız olmamaları yatar. Bu durum, Varlık Fonu bünyesindeki Türk Hava Yolları'ndan ciddi bir sponsorluk desteği alan Zeynep için de geçerli. Zaten bu destek, kendisine geçtiğimiz yıl cumhurbaşkanının huzuruna çıkmasından sonra verilmişti.

 Oyuncumuzun içinde bulunduğu şartlar, Türkiye'nin spor düzenine dair çok şey anlatıyor. Federasyonları arpalık olarak kullanan AKP yönetimi, gelişme çağındaki sporculara gerekli desteği sağlamadığı gibi kendi imkanlarıyla bir yerlere gelenleri de sponsorlar aracılığıyla kendisine bağlıyor. Çünkü dertleri, ülke sporunu geliştirmek değil, spordan siyasi rant elde etmek. Bu çarpık düzene itiraz eden sporcular ise her türlü kötülüğe maruz kalabiliyor.

 Son tahlilde Zeynep'e öfke kusmanın ne ona ne de bize bir faydası var. Yapmamız gereken, federasyonların gerçek anlamda özerk olduğu ve kamucu spor politikalarının uygulandığı demokratik ve sosyal bir düzeni talep etmek.