Teniste uzun süren ve mücadele yoğunluğu yüksek olan maçlardan pek hoşlanmadığımı daha önce pek çok kez ifade etmiştim. Dün Carlos Alcaraz ile Jannik Sinner arasında oynanan Roland Garros finali de tam olarak böyle bir maça sahne oldu. Ne var ki dördüncü setin sonlarından itibaren yaşananlar bu finale tarihi bir nitelik kazandırdı.
Sinner, dördüncü sette 5-3'lük skor avantajına sahipken rakibinin servis kullandığı oyunda üst üste üç şampiyonluk puanından faydalanamadı. Daha sonrasında hem şampiyonluk için servis attığı oyunu hem de seti kaybeden İtalyan raket final setine de servisini kırdırarak başladı. Rüzgarı arkasına alan Alcaraz, son sette 5-4 öndeyken şampiyonluk için servis kullandı. Ancak bu defa da Sinner'den bir geri dönüş geldi. En nihayetinde bu epik maçın galibini 10 puan üzerinden oynanan tie-break belirledi ve kazanan taraf Alcaraz oldu.
Alcaraz ve Sinner, tenis tarihinin drama ve heyecan dozu en yüksek maçlarından birine imza attı. İki oyuncu, yabancıların deyimiyle tam bir "rollercoaster" gösterisi sundu. Daha önce böylesi bir çekişmeye yalnızca 2008 ve 2019 Wimbledon finallerinde tanıklık etmiştim.
Dünkü final bir kez daha gösterdi ki tenis, maç içinde iniş çıkışların fazlaca yaşandığı bir spor dalı. Dolayısıyla galibiyet veya mağlubiyet senaryoları üzerinden tenisçilere zihinsel güç tayin etmek son derece hatalı bir yaklaşım. Nitekim çelik gibi sinirlere sahip olan Sinner bile şekil A'da görüldüğü üzere avuçlarının içindeki bir maçı kaybedebiliyor.