20 Kasım 2018

İstanbul Cup Kaderine Terk Edilemez


 ATP'nin geçtiğimiz günlerde açıkladığı 2019 takviminde İstanbul Açık'a yer vermediğini gördük. Takvimi açıp turnuvanın dört yıldır düzenlendiği zaman aralığına baktığımızda İstanbul Açık yerine TBD (to be determined), yani "Daha sonra belirlenecek." ifadesiyle karşılaşıyoruz. Bu da söz konusu tarihlerde oynanacak turnuvanın henüz kesinlik kazanmadığı anlamına geliyor. Ancak İstanbul Açık'a ait tüm sosyal medya hesaplarının kapatılması turnuvanın ATP Turu'ndan çıkarıldığına işaret ediyor. 

 Doğrusunu söylemek gerekirse İstanbul Açık'ın hazin sonu hiç şaşırtıcı değil. Zira turnuva, Roger Federer'in geldiği ilk yıl dışında bomboş tribünler önünde oynandı. Buna bir de yakın zamanda yaşanan kur şoku eklenince turnuvayı finanse etmek iyice güçleşti.

 İstanbul Açık'ın tarihe karışması, bizleri İstanbul Cup'ın geleceği adına endişelendiriyor. Çünkü iki turnuvanın da lisansı aynı şirketin elinde. Eğer bir gün İstanbul Cup da kepenk indirirse ülke tenisi ciddi bir darbe yemiş olur.

 WTA Championships'e ev sahipliği yaptığımız üç yıl (2011-2013) dışında hiçbir kesintiye uğramadan düzenlenen İstanbul Cup Türk tenisi için büyük bir önem arz ediyor Şimdiye dek Anastasia Myskina, Elena Dementieva, Maria Sharapova, Venus Williams, Agnieszka Radwanska ve Caroline Wozniacki gibi pek çok yıldızı ağırlayan bu turnuvanın kadın tenisinde son yıllarda yakaladığımız ivmeye büyük bir katkısı oldu. Üstelik WTA Turu'ndaki ilk tekler şampiyonluğumuz bu turnuvada geldi.

 Diyeceğim odur ki İstanbul Cup gibi büyük bir değerin kesinlikle kaderine terk edilmemesi gerekir. Gerekiyorsa devlet, bu turnuvayı yaşatmak için devreye girmelidir.

5 Kasım 2018

Rafael Nadal ile Tenisin Distopyası


 Rafael Nadal, Türkiye tarihinin ihraç edilen ilk dergisi olan Socrates'in Almanya edisyonuna verdiği röportajda dünya tenisinin geleceği adına birtakım önerilerde bulunmuş. İspanyol tenisçinin hayalindeki tenis, kendi stili göz önüne alındığı vakit hiç şaşırtıcı olması da eleştirilmeyi sonuna kadar hak ediyor.

 Nadal'ın "Tenis, fiziksel güçle değil, kafayla oynanmalı." şeklindeki yorumu ilk anda kulağa hoş geliyor. Ne var ki kendisi, sözlerinin devamında teniste uzun puanların teşvik edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Buradan anlıyoruz ki İspanyol raket, fiziksel güç ifadesiyle oyuncuların atletik özelliklerini değil, vuruş hızlarını kastediyor. Dolayısıyla tenisin fiziksel güce dayalı bir spora evrilmesinden ziyade agresif oyun tarzına karşı çıkıyor.

 Kahramanımız, "İkinci servislerin kaldırılması iyi bir fikir olabilir." diyerek tenisi kökünden değiştirecek bir öneri sunuyor. Servis kullanmanın avantajını yok ederek tenisi bir anlamda voleybola çevirecek olan bu değişimle neyin arzulandığı çok açık: Oyuncuların hata yapma korkusuyla hızlı ve riskli servisler kullanmaktan kaçınmaları ve bu sayede return yapmanın daha kolay hâle gelmesi.

 Tenisin nasıl oynanması gerektiği konusunda Nadal gibi düşünenler, iyi servis atmak dışında hiçbir özelliği olmayan oyuncular ve servis-volecilerin tenisi öldürdüğünü savunuyor. Ivo Karlovic gibi ace makinelerini izlemenin kimseye keyif vermediği bir gerçek. Ancak servis-voleciler için aynı şeyi söylemek cahilce olur. Zira servis-vole, teknik beceri gerektiren ve son derece estetik olan bir oyun tarzıdır.

 Velhasıl Nadal'ın ideal tenisinde risk, agresif oyun ve winner gibi bu sporu güzelleştiren unsurların hiçbirine yer yok. Toprak kortların kralı, defansif oyun ve uzun rallilerin geçer akçe olduğu zihinsel bir boğuşmayı hayal ediyor. Bu da tenis adına tam bir distopya.