9 Ağustos 2025

Roger Federer'in Eşsiz Tenis Stili

 Profesyonel tenis, 1990'ların sonu ve 2000'lerin başında büyük bir dönüşüm geçirdi. Söz konusu dönemde daimi servis-vole stili yavaş yavaş tedavülden kalkarken geri çizgi oyunu yeni norm hâline geliyordu. Roger Federer'in 1998 yılında tenis sahnesine çıkışı da işte böyle bir konjonktüre rastladı.

 Kariyerinin başlarında tipik bir servis-voleci olan Federer ilerleyen yıllarda oyun tarzını güncelledi. Servis-volecilerin sahip olduğu teknik becerileri milenyum tenisinin dinamikleriyle harmanladı ve ortaya seyrine doyum olmayan bir oyuncu çıktı.

 Federer, tenis literatüründeki istisnasız her tekniği büyük bir ustalıkla uyguluyordu. Tek el backhand kullanıyor oluşu, vuruşlarını çok rahat bir şekilde çeşitlendirmesini sağlıyordu. Ralli esnasında aniden kısa top veya slice'a dönebiliyordu ki bu şekilde rakiplerini hareketsiz bıraktığı çok puan vardır. Eski bir servis-voleci olarak file önündeki refleksleri ve dokunuşları da muazzamdı. Volenin her türlüsünü alabiliyordu. 

 Kortun her bölgesinden her vuruşu çıkarabilecek kapasiteye sahip olan Federer geri çizgiden bile voleyle puan kazanabilen bir tenisçiydi. Olağanüstü vuruş repertuvarı, zaman zaman şapkadan tavşan çıkarmasına da imkan tanıyordu. Meşhur bacak arası vuruşları bunun en sembolik örneğiydi. 

 En zor vuruşları bile kolaymış gibi gösteren Federer'in tenis topu ve raketle yapabileceklerinin sınırı yok gibiydi. Nitekim kendisi, 2015 Amerika Açık öncesinde tenis literatürüne SABR kısaltmasıyla geçen yeni bir return tekniği geliştirdi. Uzun adı "Sneaky Attack by Roger", yani Roger'ın sinsi atağı olan bu teknik servis kutusunun hemen gerisinde return yapmaya dayanıyordu.

 Martina Navratilova'nın da dediği gibi Federer'i en iyi seviyesindeyken izlemek usta bir piyanisti Mozart konçertosu çalarken dinlemeye benziyordu. Onun tenisi, işte bu kadar sanatsal ve estetikti.

 Spor, istatistiklerden ibaret bir olgu değildir. Federer, tenis tarihinin en başarılı oyuncusu olmayabilir ama bana göre en iyisidir. Çünkü o, kazanırken izleyenlere keyif vermiştir. Kendisinin başarıya giderken seçtiği yol, yaptığı her şeyi daha değerli kılmaktadır.

22 Temmuz 2025

Peng Shuai Olayı ve Çin'in Sefaleti

 Her şey, Çinli tenisçi Peng Shuai'ın 2 Kasım 2021 tarihinde Weibo hesabından yaptığı bir paylaşımla başladı. Çiftler klasmanının eski 1 numarası, söz konusu paylaşımında Çin'in eski başbakan yardımcılarından Zhang Gaoli ile yaşadığı gayrimeşru ilişki üzerine birtakım ifşalarda bulunuyordu. Batı basını, bu gelişmeyi haberleştirirken Shuai'ın Gaoli'yi cinsel saldırıyla suçladığını yazdı ama bu doğru değildi. Shuai, Gaoli ile ilişkiye girdiğini belirtse de bunun kendi rızasıyla gerçekleştiğini yazıyordu. Nitekim daha sonra verdiği demeçlerde yazdıklarının yanlış anlaşıldığını ve cinsel saldırıya uğramadığını söyleyecekti. Kendisi, esas olarak partnerinden gördüğü kötü muameleden şikayet ediyordu.

 Patlak veren skandalın ardından Çinli yetkililerin devreye girmesi gecikmedi. İnternetin kontrolünü elinde bulunduran hükümet Shuai'ın paylaşımını dakikalar içinde kaldırdı. Takip eden günlerde Shuai'dan haber alınamayınca bütün dünya ayağa kalktı. İnsanlar, hep bir ağızdan "Peng Shuai nerede?" diye sormaya başladı. Zira Çin diktatörlükle yönetilen bir ülkeydi ve deneyimli tenisçinin başına her türlü musibet gelebilirdi.

 Meselenin dünya gündemine oturmasının ardından Shuai'ın güvende olduğuna dair emareler ortaya çıktı. Çin medyası, kahramanımızın yeni görüntülerini servis etti. Uluslararası Olimpiyat Komitesi de oyuncuyla iki kez görüntülü görüşme yaptığını duyurdu. Ne var ki bunların hiçbiri tatmin edici değildi. Shuai, ne yurt dışına çıkabiliyor ne de herkesin erişebileceği bir kanaldan sesini duyurabiliyordu. Kendisiyle ancak dolaylı yoldan temas kurulabiliyordu. Bunun üzerine Kadınlar Tenis Birliği WTA, 2022 sezonunda Çin'de düzenleyeceği bütün turnuvaları iptal etme kararı aldı. WTA'nın bu ambargosu, bir yıl sonra kaldırılmış olsa da spor kapitalizminin geldiği noktada takdire şayan bir hamleydi.

 Aradan geçen yıllarda konuyla ilgili yeni bir gelişme yaşanmadı. Ancak Shuai vakası, 2020'lerin dünyasında bir utanç vesikası olarak hafızalara kazındı.

 Soğuk Savaş'ın ardından Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyada kurduğu kapitalist-emperyalist hegemonyanın Çin tarafından tehdit ediliyor oluşu insanlık açısından son derece olumlu. Bununla birlikte Çin'i bir tür kurtarıcı melek gibi sunmak büyük bir akıl tutulması. Kendi tenisçisinin dünyayla iletişimini kesebilen bir ülkeden yeryüzüne huzur gelmez.

2 Temmuz 2025

Soğuk Savaş'ta Tenis: Navratilova'nın İlticası

  Dünya, ikinci büyük savaşın ardından Amerika Birleşik Devletleri'nin önderlik ettiği kapitalist Batı Bloku ve Sovyetler Birliği'nin güdümündeki sosyalist Doğu Bloku olmak üzere iki kutba ayrılmıştı. Bu ayrışmada Doğu Bloku'nda yer alan Çekoslovakya, tıpkı diğer müttefikleri gibi tam bir Sovyet uydusuydu.

 Sovyetler ile Çekoslovakya arasındaki bağımlılık ilişkisini anlayabilmek için 1968'deki Prag Baharı sürecini incelemek yeterli olacaktır. O yılın başında Çekoslovakya'da iktidara gelen Alexander Dubcek, daha özgür ve demokratik bir ülke yaratmak adına bazı reformlar yapmış ancak bunlar Sovyetler Birliği yönetimini fazlasıyla rahatsız etmişti. Dubcek'in liberalleşme hamlelerinin diğer Doğu Bloku ülkelerine yayılmasından korkan Sovyetler, en nihayetinde binlerce tankıyla Çekoslovakya'yı işgal etmiş ve Dubcek'i görevinden uzaklaştırmıştı.

 Çekoslovakya'ya Sovyetler tarafından dayatılan totaliter rejimin izleri ülkenin tenisinde de rahatlıkla görülebiliyordu. Örneğin Çekoslovak tenisçilerin yurt dışındaki turnuvalara katılmaları federasyon iznine tabiydi. Tenisçilerin hangi ülkelere gidecekleri, gittikleri ülkelerde ne kadar kalacakları ve nasıl davranacakları federasyon tarafından belirleniyordu. Yurt dışına çıkan tenisçilere rejime sadık görevliler eşlik ediyor, böylece kurallara uyulması sağlanıyordu.

 Bir tenisçinin Çekoslovakya'daki baskıcı rejim altında sahip olabileceği kariyerin sınırları vardı. Rejimin kurallarına uyarak Grand Slam kazanabilir veya dünya 1 numarası olabilirdiniz ama tenisin efsaneleri arasına asla giremezdiniz. Çünkü istediğiniz turnuvada oynama özgürlüğünüz yoktu. İşte bu durum, Martina Navratilova'nın Soğuk Savaş'ın gerilimli yıllarında Çekoslovakya'dan ABD'ye iltica etmesine neden oldu.

 Navratilova, 1975 Amerika Açık'ta Chris Evert'a elendiği yarı final maçı sonrası ABD'li yetkililere başvurarak siyasi sığınma talebinde bulundu ve geçici oturum izni aldı. 1981'de ABD vatandaşlığına geçen kahramanımız, kariyeri boyunca teklerde 18 Grand Slam şampiyonluğu elde etti ve adını tenisin efsaneleri arasına yazdırdı. Böyle bir ismi elinden kaçırarak büyük bir prestij kaybına uğrayan Çekoslovakya ise bir daha benzer bir hadiseyi yaşamamak için tenisçilere yönelik kurallarını gevşetti. Onların dünyayı serbestçe dolaşabilmelerine, yabancı ülkelerde ikamet edebilmelerine ve kazançlarının büyük kısmını ellerinde tutabilmelerine imkan tanıdı.

 Bir rejim, insanlara özgür ve adil bir düzen sunabildiği ölçüde başarılıdır. Profesyonel bir tenisçinin yurt dışına çıkışlarını kısıtlamak gibi akıl dışı uygulamalara başvuran rejimlerinse kalıcı olma şansı yoktur. Dolayısıyla Navratilova vakası, bize reel sosyalizmin niçin çöktüğünü de anlatıyor.

9 Haziran 2025

Keramet Tenisin Kendisinde

 Teniste uzun süren ve mücadele yoğunluğu yüksek olan maçlardan pek hoşlanmadığımı daha önce pek çok kez ifade etmiştim. Dün Carlos Alcaraz ile Jannik Sinner arasında oynanan Roland Garros finali de tam olarak böyle bir maça sahne oldu. Ne var ki dördüncü setin sonlarından itibaren yaşananlar bu finale tarihi bir nitelik kazandırdı.

 Sinner, dördüncü sette 5-3'lük skor avantajına sahipken rakibinin servis kullandığı oyunda üst üste üç şampiyonluk puanından faydalanamadı. Daha sonrasında hem şampiyonluk için servis attığı oyunu hem de seti kaybeden İtalyan raket final setine de servisini kırdırarak başladı. Rüzgarı arkasına alan Alcaraz, son sette 5-4 öndeyken şampiyonluk için servis kullandı. Ancak bu defa da Sinner'den bir geri dönüş geldi. En nihayetinde bu epik maçın galibini 10 puan üzerinden oynanan tie-break belirledi ve kazanan taraf Alcaraz oldu.

 Alcaraz ve Sinner, tenis tarihinin drama ve heyecan dozu en yüksek maçlarından birine imza attı. İki oyuncu, yabancıların deyimiyle tam bir "rollercoaster" gösterisi sundu. Daha önce böylesi bir çekişmeye yalnızca 2008 ve 2019 Wimbledon finallerinde tanıklık etmiştim.

 Dünkü final bir kez daha gösterdi ki tenis, maç içinde iniş çıkışların fazlaca yaşandığı bir spor dalı. Dolayısıyla galibiyet veya mağlubiyet senaryoları üzerinden tenisçilere zihinsel güç tayin etmek son derece hatalı bir yaklaşım. Nitekim çelik gibi sinirlere sahip olan Sinner bile şekil A'da görüldüğü üzere avuçlarının içindeki bir maçı kaybedebiliyor.

27 Mayıs 2025

Zverev'in Yıllardır Süren Bekleyişi

 Alexander Zverev, halihazırda Grand Slam kazanamamış en kariyerli tenisçilerden biri, belki de birincisi. ATP Dünya Turu Finalleri ve Olimpiyat Oyunları da dahil olmak üzere pek çok farklı seviyedeki turnuvada şampiyonluğu bulunan Alman raket Grand Slam'lerde ise bir türlü mutlu sona ulaşamadı. Tenis dünyası da son zamanlarda bu durumun nedenlerini sorguluyor.

 Zverev hakkında yapılan yorumların ekseriyeti, kendisinin Grand Slam kazanamamış olmasını zihinsel faktörlere bağlıyor. Bana göre ise esas problem, Alman tenisçinin yeterince agresif oynamaması ve risk almaktan kaçınması. Kahramanımızın bu zaafı, Jannik Sinner'e yenildiği son Avustralya Açık finalinde net bir şekilde ortaya çıkmıştı. Fakat benim Zverev'in pasifliğine dair sunacağım en büyük kanıt, 2022 Roland Garros'ta Rafael Nadal ile oynadığı yarı final maçı olacaktır.

 Söz konusu maçın ilk seti tie-break sonucunda Nadal'ın hanesine yazılırken tie-break'te 6-2 öne geçen Zverev üst üste dört set puanından faydalanamamıştı. İkinci sette de 5-3'lük skor avantajını koruyamayan Alman raket, bir puan esnasında ayak bileğini feci bir şekilde burkmuş ve mücadeleye devam edememişti. Velhasıl Zverev'in bir türlü fişi çekemediği maç, kendisi adına trajik bir şekilde sonuçlanmıştı. 

 Hayatta bazen risk almamak en büyük risktir. Gerektiği zamanlarda alınmayan riskler, Zverev örneğinde de görüldüğü üzere ağır sonuçlar doğurabiliyor. İsviçreli efsane Roger Federer de geçtiğimiz yılki Laver Kupası sırasında Zverev'i yorumlarken bu gerçeğe dikkat çekmişti:

 "Onu izlerken karar anlarında çok pasif ve defansif oynayan birini görüyorum. Oysa dünyanın en iyilerine karşı oynarken inisiyatif almalı ve hücum etmelisiniz. Kendisinin çok fazla eksiği yok. Ancak Grand Slam kazanmak için vuruşlarınıza güvenmeli ve daha ofansif oynamalısınız. Vücudunuzdaki her hücrenin bunun tek doğru yol olduğunu hissetmesi gerekiyor. Şampiyonluk, özellikle de ilk şampiyonluk size kendiliğinden gelmiyor."

 Tüm bunlara rağmen Zverev'in Grand Slam kazanma ihtimali hâlâ yüksek. Kendisi, dördüncü turdan öteye gidemediği Wimbledon haricindeki üç büyük turnuvada ciddi bir şansa sahip. Şayet oyununa risk katsayısı yüksek vuruşları entegre edebilirse en büyük hedefine daha kolay ulaşacaktır. Bu noktada bir antrenör desteği, 28 yaşındaki tenisçi için son derece faydalı olabilir.

17 Mayıs 2025

Agassi'nin İtirafları Bize Ne Anlatmıştı?

 Birleşik Amerikalı eski tenisçi Andre Agassi, kariyerinin bir döneminde uyuşturucu kullandığını ve yetkililere yalan söyleyerek ceza almaktan kurtulduğunu 2009 yılında yayımlanan Open adlı otobiyografisinde itiraf etmişti. Vaktiyle kamuoyunda büyük yankı uyandıran bu itiraflardan doğru sonuçlar çıkarabilmek için Agassi'nin kendi kitabındaki anlatımının iyi irdelenmesi gerekiyor.

 Agassi, uyuşturucuyla kariyerinde dibi gördüğü 1997 yılında tanışıyor. O yılın şubat ayında San Jose'de katıldığı ve yarı finalde elendiği turnuvanın hemen ardından Las Vegas'taki bekar evine geri dönen Agassi, kendisini kötü hissettiği bir sırada asistanının teşvikiyle metamfetamin olarak bilinen maddeyi kullanıyor. 

 Kitaptaki kronolojiye göre Agassi'nin dopingli çıktığı tarih, 1997'nin kasım ya da aralık ayına tekabül ediyor. Zira kahramanımız, pozitif test sonucunu ekim ayının sonunda Stuttgart'ta oynadığı turnuvadan birkaç hafta sonra öğrendiğini belirtiyor. Metamfetamini ilk kez şubat ayında kullandığını göz önünde bulundurursak Birleşik Amerikalı yıldızın söz konusu maddeyle olan ilişkisinin yaklaşık bir yıl sürdüğü sonucuna ulaşıyoruz. Nitekim kendisi de konuyla ilgili verdiği muhtelif röportajlarda metamfetamini bir yıl boyunca periyodik olarak kullandığını söylüyor.

 Pozitif test sonucu, Agassi'ye bir ATP yetkilisinden gelen telefonla tebliğ ediliyor. Kendisine idrarında eser miktarda metamfetamine rastlandığı, bu maddenin vücuduna nasıl girdiğini bir mektupla anlatması gerektiği ve eğer maddeyi bilerek kullandıysa disipline sevk edileceği bildiriliyor. Ayrıca metamfetaminin eğlence amaçlı uyuşturucular listesine girdiği ve üç aylık bir cezasının olduğu söyleniyor.

 Agassi, ATP'ye gönderdiği savunmasında metamfetaminin vücuduna uyuşturucu bağımlısı bir arkadaşının hazırladığı sodalardan yanlışlıkla içmesi sonucunda girdiğini yazıyor. Yetkililerden anlayış ve hoşgörü beklediğini belirten Birleşik Amerikalı, daha sonrasında ise konuyu avukatlarına havale ediyor. En nihayetinde kendisinin yalan beyanları bir şekilde kabul görüyor ve dosya kapanıyor.

 Hiç şüphesiz ki Agassi'nin itirafları büyük bir skandalı gözler önüne seriyor. Kendisinin geçmişte uyuşturucu kullanması ve doping cezasından kaçınmak için yalana başvurması hayranları için büyük birer hayal kırıklığı. Yine de bu durumun efsanevi raketin başarılarını şaibeli hâle getirdiğini söylemek pek doğru değil. Çünkü Agassi, metamfetamin kullandığı dönemde zaten dibe vuruyor ve sadece bir Challenger şampiyonluğu kazanabiliyor. Ayrıca o vakitler alması gereken üç aylık men cezasının daha sonra yapacağı ihtişamlı geri dönüşü engelleme ihtimali çok düşük.

 Madalyonun diğer yüzündeyse bir doping vakasının ATP tarafından hasıraltı edilişini görüyoruz. Bir yıl boyunca uyuşturucu kullanan bir tenisçinin sadece bir kez radara takılması da dopingle mücadelenin bir zamanlar ne kadar gevşek bir şekilde yürütüldüğünü gösteriyor. Hâl böyleyken Agassi'nin itiraflarının kendisinden çok tenisin itibarına zarar verdiği söylenebilir.

23 Nisan 2025

Djokovic'in Büyük Travması: Kosova Savaşı

 Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Josip Broz Tito tarafından kuruldu. Ülke, altı cumhuriyet ve iki özerk bölgeden oluşuyordu. Böylesine heterojen bir yapının uzun yıllar boyunca varlığını sürdürmesi büyük oranda Mareşal Tito'nun şahsi karizması sayesinde mümkün olabildi. Kendisi, Nazi işgalinden kurtardığı ülkeyi 1980 yılındaki vefatına dek yönetti. 

 Tito döneminde halının altına süpürülen etnik çekişmeler kendisinin ölümüyle yeniden gün yüzüne çıktı. Ülkeyi oluşturan cumhuriyetlerde baş gösteren milliyetçi ve bağımsızlık yanlısı eğilimler 1990'lı yıllarda Yugoslavya'nın kanlı bir iç savaş sonucunda parçalanmasına yol açtı. Bu süreçte Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna Hersek bağımsız birer devlet oldu. Geriye kalan cumhuriyetlerden Sırbistan ve Karadağ ise varlıklarını Yugoslavya Federal Cumhuriyeti çatısı altında sürdürme kararı aldı. Sırplar tarafından özerklikleri kaldırılan Kosova ve Voyvodina da bu federasyona dahildi. Ne var ki Yugoslavya'nın mirasçılığına soyunan bu yeni devlet uzun ömürlü olmayacaktı.

 Kosova'daki nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve bağımsızlık talep eden Arnavutların Sırplar ile girdiği çatışmalar 1998 yılında savaşa dönüştü. Bir yıl sonra NATO, Sırpların güvenlik güçlerini Kosova'dan çekmeye yanaşmaması üzerine Yugoslavya'ya hava operasyonu başlattı. İşte tam 78 gün süren bu operasyon, o vakitler henüz 12 yaşında bir çocuk olan Novak Djokovic'in belleğinde silinmez izler bıraktı. Sırp tenisçi, bir gece evlerinin yakınında meydana gelen bir patlama sonrası yaşadığı korku dolu anları 2013 yılında yayımlanan "Serve to Win" adlı otobiyografisinde şu sözlerle anlatacaktı:

 "Merdivenden aşağı indik ve Belgrad'ın yanmamış sokaklarına çıktık. [...] Annem ve babam, kardeşlerimi kucaklarına alarak zifiri karanlık sokaklarda hızla ilerliyorlardı. Ben de hemen arkalarındaydım. Ayağımı bir şeye çarptım ve gölgelerin içinde sendeleyerek ilerledim. Ellerimi ve dizlerimi sürterek yüzüstü bir şekilde kaldırıma düştüm. Soğuk betonun üzerinde yatarken bir anda yalnız kalmıştım.

 Anne ve babama seslendim ama beni duyamıyorlardı. Onların giderek küçüldüğünü, sönükleştiğini ve karanlığın içinde kaybolduğunu gördüm. Ve sonra olan oldu. Arkamdan bir şeyin gökyüzünü yırttığını duydum. Sanki devasa bir kar küreği bulutlardan buzları kazıyordu. Hâlâ yerde yatıyordum ve dönüp evimize baktım.

 Üçgen şeklinde çelik gri bir F-117 bombardıman uçağı binamızın çatısından yükseliyordu. Büyük metal göbeğinin açılışını ve içinden düşen iki lazer güdümlü füzenin ailemi, arkadaşlarımı, mahallemi, kısacası bildiğim her şeyi hedef alışını dehşet içinde seyettim. Sonrasında olanları asla unutamayacaktım. Bugün bile yüksek sesten korkuyorum."

 Bugün bazı kimseler, Djokovic'in olağanüstü kariyeri ve zihinsel gücünü doğrudan doğruya Yugoslavya'daki iç savaş ortamına bağlıyor. Bu, son derece abartılı ve gülünç bir yaklaşım olsa da savaş koşullarının Djokovic'in kişiliği ve dünya görüşünü şekillendirdiği su götürmez bir gerçektir. Sırp tenisçinin çocukken şahit oldukları, onu hem daha erken olgunlaştırmış hem de milliyetçi ve Batı karşıtı bir siyasi pozisyona itmiştir.

5 Nisan 2025

Türk Tenisinin Çarpık Düzeni

 Malumunuz olduğu üzere Türkiye, bir süredir İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun bir sonraki genel seçimleri kazanma şüphesiyle tutuklanmasını konuşuyor. Kamuoyunda büyük bir infiale sebep olan bu gelişme sonrası spor dünyasından gelen cılız seslerden biri de milli tenisçi Zeynep Sönmez'e aitti. Ne var ki kendisinin X hesabından yayımladığı açıklama, suya sabuna dokunmayan cinstendi ve bu nedenle muhalif kesimlerin tepkisini çekti.

 Zeynep'in dokuz paragraflık yazısında meselenin özüne dair hiçbir yorum yapmadığını görüyoruz. Elbette kendi takdiridir ama böyle bir metindense hiçbir şey yazmaması bence daha doğru olurdu. Bununla birlikte insanların sosyal medyada yaptıkları veya yapmadıkları paylaşımlar üzerinden hedef gösterilmelerini kesinlikle yanlış buluyorum. Ne ahlaki ne de demokratik olan bu tavır, verilen haklı mücadeleyi baltalamaktan başka bir işe yaramıyor. Çünkü birilerini linç ettiğinizde onları kendi elinizle karşı tarafa itmiş oluyorsunuz.

 İnsanların düşüncelerini net bir şekilde ifade etmekten kaçınmalarının altında çoğu zaman ekonomik açıdan bağımsız olmamaları yatar. Bu durum, Varlık Fonu bünyesindeki Türk Hava Yolları'ndan ciddi bir sponsorluk desteği alan Zeynep için de geçerli. Zaten bu destek, kendisine geçtiğimiz yıl cumhurbaşkanının huzuruna çıkmasından sonra verilmişti.

 Oyuncumuzun içinde bulunduğu şartlar, Türkiye'nin spor düzenine dair çok şey anlatıyor. Federasyonları arpalık olarak kullanan AKP yönetimi, gelişme çağındaki sporculara gerekli desteği sağlamadığı gibi kendi imkanlarıyla bir yerlere gelenleri de sponsorlar aracılığıyla kendisine bağlıyor. Çünkü dertleri, ülke sporunu geliştirmek değil, spordan siyasi rant elde etmek. Bu çarpık düzene itiraz eden sporcular ise her türlü kötülüğe maruz kalabiliyor.

 Son tahlilde Zeynep'e öfke kusmanın ne ona ne de bize bir faydası var. Yapmamız gereken, federasyonların gerçek anlamda özerk olduğu ve kamucu spor politikalarının uygulandığı demokratik ve sosyal bir düzeni talep etmek.

22 Mart 2025

Sert Zeminde Oynanan Toprak Kort Turnuvası

 Indian Wells'e son birkaç yıldır olduğu gibi bu yıl da zemin tartışmaları damga vurdu. Turnuvada kullanılan zeminin yavaşlığından en çok şikayet eden isim olan Daniil Medvedev, yarı finalde Holger Rune'ye elendiği karşılaşmanın ardından Bolshe Tennis kanalına verdiği demeçte Indian Wells'i bir toprak kort turnuvası olarak nitelendirdi.

 Medvedev mübalağa etmiyor, bilakis somut bir gerçeği dile getiriyor. Nitekim bu yılki Indian Wells sırasında paylaşılan bir istatistik, turnuvada kullanılan kortlardan birinin hız endeksini 29.3 olarak gösteriyordu. Bu, söz konusu kortun hız bakımından toprak seviyesinde olduğu anlamına geliyor. Zaten topun yerden sektikten sonra ne kadar yavaşladığı maç yayınlarından bile fark ediliyordu.

 Zemin türlerinin tenisteki önemi, oyunun hızına olan etkisinden ileri gelir. Bilindiği üzere toprak kortlar yavaş, sert ve çim kortlar ise hızlıdır. Ancak sert kortların hızları suni bir şekilde toprak kortlarınkiyle eşitlendiğinde tenisteki zemin kavramının içi boşalmış oluyor. Tıpkı Indian Wells gibi sert zemin üzerinde oynanan toprak kort turnuvaları ortaya çıkıyor.

 Ortalama tenis izleyicileri, uzayan puanların oyun kalitesini ve seyir keyfini artırdığına yönelik son derece yanlış bir görüşe sahip. Dünya tenisini yönetenler de çoğunluğu oluşturan bu kitleyi tatmin edebilmek uğruna yıllar öncesinden itibaren kortların hızını düşürmeye başladı. Bu sayede tenisin daha popüler bir spor hâline geleceği düşünüldü. İşin ironik tarafıysa aynı yöneticilerin bir süredir maçların uzunluğundan şikayet etmesi.

 Son yıllarda tenis maçlarının sürelerinin kısaltılabilmesi adına oyunun ruhuna kasteden pek çok formül geliştirildi. Oysa bunun için çok daha akılcı bir yöntem var ki o da sert ve çim kortların hızlarını normale döndürmek. Bu, hem maç sürelerini önemli ölçüde kısaltacak hem de oynanan tenisin seyir zevkini artıracaktır.

6 Mart 2025

Rybakina Kendisine Yazık Ediyor

 

  Elena Rybakina'nın 2019'dan bu yana birlikte çalıştığı Stefano Vukov, son birkaç yıldır tenis dünyasında en çok tartışılan isimlerin başında geliyordu. Bunun nedeni, Hırvat antrenörün gerek maçlar gerekse de antrenmanlarda öğrencisiyle konuşurken kullandığı azarlayıcı üsluptu. Kendisinin zorbalığa varan davranışları o kadar büyük rahatsızlık yarattı ki en nihayetinde Kadınlar Tenis Birliği WTA konuyla ilgili soruşturma başlatmak zorunda kaldı. 

 Vukov hakkındaki soruşturmasını geçtiğimiz ay tamamlayan WTA, Hırvat antrenöre davranış kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle bir yıl men cezası verdi. New York Times gazetesine bağlı The Athletic adlı internet sitesinin ulaştığı soruşturma raporunda Vukov'un işlediği suçlar şu şekilde sıralandı:

  • Oyuncuya "Aptal", "Ben olmasam sen Rusya'da patates topluyor olurdun." şeklinde aşağılayıcı sözler sarf etmek
  • Oyuncuya psikolojik şiddet uygulamak
  • Oyuncuyu ağlatmak
  • Oyuncunun fiziksel limitlerini zorlayarak hastalanmasına sebebiyet vermek
  • Kendisiyle yollarını ayırmasının ardından oyuncuya taciz mesajları göndermek
  • Lisansı askıdayken oyuncuyla iletişim kurmak

 Bu hikayenin en ilginç tarafı, Rybakina'nın maruz kaldığı tüm kötülüklere rağmen daima antrenörünün arkasında durmasıydı. Rus asıllı Kazak tenisçi, basına verdiği demeçlerde Vukov'un kendisine asla kötü davranmadığını söylüyordu. 2024 Amerika Açık'tan hemen önce görevine son verdiği Hırvat çalıştırıcıyı öylesine sahipleniyordu ki bu yılın başında yeniden ekibine dahil etti. Üstelik bunu yaptığı sırada Goran Ivanisevic gibi dev bir antrenörle çalışıyordu.

 The Athletic'in haberinden öğrendiğimiz kadarıyla Rybakina'nın Vukov'a olan sadakatinin altında bir gönül birlikteliği yatıyormuş. Nitekim Vukov hakkındaki soruşturma raporunda da ikili arasında toksik bir ilişki olduğu yazıyor. Hâl böyleyken Rybakina'nın kendisine yazık ettiğini söyleyebiliriz. Umarız kendisi, başka bir nedenden ötürü Vukov'un esareti altında değildir.