22 Mart 2025

Sert Zeminde Oynanan Toprak Kort Turnuvası

 Indian Wells'e son birkaç yıldır olduğu gibi bu yıl da zemin tartışmaları damga vurdu. Turnuvada kullanılan zeminin yavaşlığından en çok şikayet eden isim olan Daniil Medvedev, yarı finalde Holger Rune'ye elendiği karşılaşmanın ardından Bolshe Tennis kanalına verdiği demeçte Indian Wells'i bir toprak kort turnuvası olarak nitelendirdi.

 Medvedev mübalağa etmiyor, bilakis somut bir gerçeği dile getiriyor. Nitekim bu yılki Indian Wells sırasında paylaşılan bir istatistik, turnuvada kullanılan kortlardan birinin hız endeksini 29.3 olarak gösteriyordu. Bu, söz konusu kortun hız bakımından toprak seviyesinde olduğu anlamına geliyor. Zaten topun yerden sektikten sonra ne kadar yavaşladığı maç yayınlarından bile fark ediliyordu.

 Zemin türlerinin tenisteki önemi, oyunun hızına olan etkisinden ileri gelir. Bilindiği üzere toprak kortlar yavaş, sert ve çim kortlar ise hızlıdır. Ancak sert kortların hızları suni bir şekilde toprak kortlarınkiyle eşitlendiğinde tenisteki zemin kavramının içi boşalmış oluyor. Tıpkı Indian Wells gibi sert zemin üzerinde oynanan toprak kort turnuvaları ortaya çıkıyor.

 Ortalama tenis izleyicileri, uzayan puanların oyun kalitesini ve seyir keyfini artırdığına yönelik son derece yanlış bir görüşe sahip. Dünya tenisini yönetenler de çoğunluğu oluşturan bu kitleyi tatmin edebilmek uğruna yıllar öncesinden itibaren kortların hızını düşürmeye başladı. Bu sayede tenisin daha popüler bir spor hâline geleceği düşünüldü. İşin ironik tarafıysa aynı yöneticilerin bir süredir maçların uzunluğundan şikayet etmesi.

 Son yıllarda tenis maçlarının sürelerinin kısaltılabilmesi adına oyunun ruhuna kasteden pek çok formül geliştirildi. Oysa bunun için çok daha akılcı bir yöntem var ki o da sert ve çim kortların hızlarını normale döndürmek. Bu, hem maç sürelerini önemli ölçüde kısaltacak hem de oynanan tenisin seyir zevkini artıracaktır.

6 Mart 2025

Rybakina Kendisine Yazık Ediyor

 

  Elena Rybakina'nın 2019'dan bu yana birlikte çalıştığı Stefano Vukov, son birkaç yıldır tenis dünyasında en çok tartışılan isimlerin başında geliyordu. Bunun nedeni, Hırvat antrenörün gerek maçlar gerekse de antrenmanlarda öğrencisiyle konuşurken kullandığı azarlayıcı üsluptu. Kendisinin zorbalığa varan davranışları o kadar büyük rahatsızlık yarattı ki en nihayetinde Kadınlar Tenis Birliği WTA konuyla ilgili soruşturma başlatmak zorunda kaldı. 

 Vukov hakkındaki soruşturmasını geçtiğimiz ay tamamlayan WTA, Hırvat antrenöre davranış kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle bir yıl men cezası verdi. New York Times gazetesine bağlı The Athletic adlı internet sitesinin ulaştığı soruşturma raporunda Vukov'un işlediği suçlar şu şekilde sıralandı:

  • Oyuncuya "Aptal", "Ben olmasam sen Rusya'da patates topluyor olurdun." şeklinde aşağılayıcı sözler sarf etmek
  • Oyuncuya psikolojik şiddet uygulamak
  • Oyuncuyu ağlatmak
  • Oyuncunun fiziksel limitlerini zorlayarak hastalanmasına sebebiyet vermek
  • Kendisiyle yollarını ayırmasının ardından oyuncuya taciz mesajları göndermek
  • Lisansı askıdayken oyuncuyla iletişim kurmak

 Bu hikayenin en ilginç tarafı, Rybakina'nın maruz kaldığı tüm kötülüklere rağmen daima antrenörünün arkasında durmasıydı. Rus asıllı Kazak tenisçi, basına verdiği demeçlerde Vukov'un kendisine asla kötü davranmadığını söylüyordu. 2024 Amerika Açık'tan hemen önce görevine son verdiği Hırvat çalıştırıcıyı öylesine sahipleniyordu ki bu yılın başında yeniden ekibine dahil etti. Üstelik bunu yaptığı sırada Goran Ivanisevic gibi dev bir antrenörle çalışıyordu.

 The Athletic'in haberinden öğrendiğimiz kadarıyla Rybakina'nın Vukov'a olan sadakatinin altında bir gönül birlikteliği yatıyormuş. Nitekim Vukov hakkındaki soruşturma raporunda da ikili arasında toksik bir ilişki olduğu yazıyor. Hâl böyleyken Rybakina'nın kendisine yazık ettiğini söyleyebiliriz. Umarız kendisi, başka bir nedenden ötürü Vukov'un esareti altında değildir.

18 Şubat 2025

Jannik Sinner Vakasının Son Tahlili

  Uluslararası Tenis Dürüstlük Ajansı ITIA, geçtiğimiz yıl idrarında yasaklı maddeye rastlanan Jannik Sinner'i herhangi bir men cezasına çarptırmamıştı. Dünya Antidoping Ajansı WADA ise bu karara Spor Tahkim Mahkemesi CAS nezdinde itirazda bulunmuş ve İtalyan tenisçi için bir ile iki yıl arasında bir ceza talep etmişti. Ancak kurum, geçtiğimiz günlerde Sinner ile uzlaşmaya vardığını ve CAS'taki davayı geri çektiğini duyurdu. Varılan uzlaşmaya göre Sinner üç ay kortlardan uzak kalacak. Cezası 4 Mayıs 2025 tarihinde bitecek olan dünya 1 numarası böylece hiçbir Grand Slam'i kaçırmayacak.

 Sinner'in performans arttırma teşebbüsünde bulunmadığı en başından beri ortadaydı. Zaten bir gramın milyarda birinden bile daha düşük bir madde miktarıyla doping yapılacağını düşünmek abesle iştigal olur. Belli ki söz konusu madde, kendisinin de söylediği gibi fizyoterapistinin yaptığı masaj neticesinde vücuduna girmiş. Nitekim WADA da resmi internet sitesinden yaptığı açıklamada Sinner'in masumiyetini kabul etti. Bununla birlikte İtalyan tenisçiye ekibindeki kişilerden sorumlu olduğu için cüzi bir ceza verildi.

 WADA, Sinner hakkındaki davayı CAS'a taşırken ciddi bir hata yaptı. Zira yasaklı maddeyi bulaşı yoluyla vücuduna almış bir sporcu için bir ile iki yıl arasında bir ceza talep etmek hiç akıl işi değildi. Bu talep, muhtemelen tenis kamuoyundan gelen baskıların ürünüydü ve çok büyük bir ihtimalle CAS tarafından reddedilecekti. WADA da bunun farkına varmış olmalı ki oyuncuyla uzlaşma yolunu seçti.

 CAS, Sinner ve WADA arasındaki dava için Nisan ayına duruşma vermişti. Taraflar uzlaşmamış olsaydı dava, uzun bir müddet daha sürecek ve Sinner'in başını ağrıtmaya devam edecekti. Hâl böyleyken üç aylık cezaya razı gelmek, İtalyan tenisçi açısından da gayet mantıklı bir karar.

 Sinner vakasıyla ilgili bugüne dek pek çok temelsiz yorum ve komplo teorisi okuduk. Sıradan insanların bu tip değerlendirmeler yapmaları normal. Ancak basın mensuplarının bilgi sahibi olmadıkları bir konuda fikir üretmeleri asla kabul edilebilir bir durum değil. Şayet mesleğiniz gazetecilikse olayları etkileşim şehvetine kapılmadan soğukkanlı bir şekilde ele almalısınız.

3 Şubat 2025

Break Point Neden Başarısız Oldu?

 Netflix, 2022 yılının başında tenisle ilgili bir belgesel projesine başladığını duyurdu. ATP, WTA ve dört Grand Slam turnuvasının iş birliğiyle hayata geçirilen projede yine bir Netflix yapımı olan ve izleyicilerden büyük ilgi gören Formula 1: Drive to Survive'ın prodüktörleriyle çalışıldı. Söz konusu yapımın tenis versiyonu olarak tasarlanan belgesel, tenisçilerin kort dışındaki hayatlarını konu alıyordu. Belgeselin küresel çapta tenise olan ilgiyi artırması umuluyordu.

 Merakla beklenen belgesel, 13 Ocak 2023'te Break Point adıyla vizyona girdi. Break Point'in ilk sezonu beşer bölümlük iki parça hâlinde yayımlanırken ikinci ve son sezonu ise altı bölüm sürdü. 

 Dizi ve filmlerle aram pek yoktur. Bu yüzden Netflix'e de abone değilim. Ancak Break Point'i tenisle ilgili bir iş olduğu için merak edip izlemiştim. Henüz ikinci bölümünü bitiremeden kapattığım bu yapım, bana son derece sıkıcı ve magazinel gelmişti. Tenisi yakından takip edenlerin Break Point'ten öğrenebilecekleri hiçbir şey yoktu. Zaten belgesel de sıkı tenis takipçilerinden ziyade bu spora uzak olan insanları hedefliyordu. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve Break Point'in yayınına 2024 yılında reytinglerinin düşük olması sebebiyle son verildi.

 Break Point'i çekenler, bana göre en büyük hatayı yola çıkarken yaptılar. Söz gelimi Formula 1 belgeselinde kullandıkları konseptin teniste de tutacağını düşünmeleri çok büyük bir yanılgıydı. Çünkü bu iki sporun dinamikleri birbirinden çok farklı. 

 Formula 1, pistteki yarışın haricinde de çok fazla bileşeni olan sahip bir spor dalı. Takımlar arası ve takım içi çekişmeler, yarış esnasındaki diyaloglar, transferler ve polemikler size bu spora dair bolca hikaye sunabiliyor. Oysa tenis için aynı şeyi söylemek değil. Korttaki mücadelenin dışına çıktığınızda tenisi doğrudan ilgilendiren pek bir şey bulamazsınız. Nitekim Break Point'in benim izlediğim bölümlerinde de Nick Kyrgios ve Matteo Berrettini'nin kız arkadaşlarıyla olan münasebetleri anlatılıyordu.

 Her şeye rağmen 2022 ve 2023 tenis sezonları Break Point'e kullanışlı malzemeler sunmuştu. Novak Djokovic'in Avustralya'dan sınır dışı edilmesi, Ashleigh Barty, Serena Williams ve Roger Federer'in emeklilikleri, Simona Halep'in doping vakası, Alexander Zverev'in Roland Garros'taki trajik sakatlığı ve hakkında çıkan şiddet iddiaları gibi konular belgeselde pekala işlenebilirdi. Ne var ki Break Point, bu fırsatları değerlendiremedi ya da değerlendirmek istemedi. Belgeselin bir diğer önemli handikapı da Federer, Nadal, Djokovic ve Serena gibi efsanevi isimlere hiç yer vermemesiydi.

 Break Point'in başarısızlığı, tenisin sahne arkası tarzındaki belgeseller için uygun bir spor dalı olmadığını gösterdi. Hâl böyleyken ileride çekilecek tenis belgeselleri daha tematik yapımlar olmalı. Örneğin Monica Seles'in bıçaklanması veya 1999 Roland Garros tek kadınlar finali gibi tenisin geçmişinde yaşanan önemli olayları aydınlatan içerikler her kesimden seyircinin ilgisini çekecektir.

16 Ocak 2025

Aynı Kötülükleri Zeynep Sönmez'e De Yapmayın

 Milli tenisçi Zeynep Sönmez, ana tablodan katıldığı Avustralya Açık'a ilk turda veda etti. Ev sahibi ülkeden Talia Gibson ile kozlarını paylaşan temsilcimiz, rakibine 3-6, 7-6 ve 6-1'lik setlerle mağlup oldu.

 Zeynep sürekli winner kovalayan, ofansif bir tenisçi. Vuruş repertuvarında vole ve kısa top da var. Servisleri ise belki de 1.70'lik boyunun doğal sonucu olarak oyunundaki en büyük zaaf gibi görünüyor. Saatte ortalama 150-160 km hıza ulaşan servislerini genelde topspin veya slice şeklinde kullanıyor.

 Zeynep'in Gibson ile oynadığı maç, gerek oyun stili gerekse de seviye itibarı ile birbirine denk iki tenisçinin mücadelesiydi. Oyuncumuz ilk seti daha fazla winner üreterek kazandı. Ancak ikinci setten itibaren bu alandaki üstünlük el değiştirince korttan boynu bükük ayrıldı.

 Aldığı yenilgi sonrası sosyal medyada Zeynep hakkında son derece haksız ve haddini aşan bazı eleştiriler okuduk. Oyuncumuzun Merida Açık'taki tarihi şampiyonluğunun ardından kanal kanal gezip tenisi boşladığı ve Hindistan'da özel turnuva oynayarak hata ettiği öne sürüldü.

 Evvela şunu hatırlatmak gerekir ki Zeynep'in Merida Açık zaferi Kasım ayında, yani WTA sezonunun sonunda geldi. WTA Turu oyuncuları, genellikle yılın bu döneminde dinlenmeye çekilir ve yeni sezon hazırlıklarına başlar. Nitekim Zeynep de aynı şeyi yaptı ve 2024 yılının devamında başka turnuvaya katılmadı. Bir tenisçiyi ölü sezon olarak adlandırılan bir dönemde resmi turnuva oynamamakla suçlamak cehaletten başka bir şey değil.

 Zeynep'in medyada daha sık görünmek istemesi ve Hindistan'da özel turnuva oynaması profesyonelliğinin bir gereğidir. Çünkü o da diğer tüm meslektaşları gibi mümkün olduğu kadar fazla para kazanarak geleceğini garanti altına almak istiyor. Bu doğrultuda reklam ve sponsorluk anlaşmaları ile yüksek para ödüllü özel turnuvaları değerlendirmesinden daha doğal bir şey olamaz. Kaldı ki kendisi, dünya sıralamasındaki konumu itibarı ile geçim kaygısını en çok hisseden ve dolayısıyla paraya en çok ihtiyaç duyan oyuncular arasında yer alıyor. 

 Günümüz tenisinde kort dışı faaliyetler lüks değil, zorunluluktur. Bunların bir tenisçiyi asıl işine konsantre olmaktan alıkoyması ise komik bir varsayımdan öteye geçmez. Zira hiçbir oyuncu, gününün tamamını tenise ayırmaz, ayıramaz.

 Demem o ki Zeynep'e akıl vermek ya da ondan hesap sormak hiçbirimizin haddine değil. Ayrıca kimsenin uçuk beklentilerle kendisini baskı altına almaya hakkı yok. Tenis bireysel bir spor ve Zeynep bu sporu bizim milli hislerimizi tatmin etmek için yapmıyor. Oyuncumuz şu ana kadarki başarılarıyla zaten ülke tarihine geçti. Bundan sonraki kariyeri de potansiyeliyle uyumlu olsun, yeter. Daha önce diğer tenisçilerimize yaptığınız kötülükleri bari Zeynep'e yapmayın.

5 Ocak 2025

Hıncal Uluç'un Evlere Şenlik Tenis Yorumları

 Hıncal Uluç dendiğinde akla ilk olarak Defne Joy Foster'ın ölümü üzerine kaleme aldığı insanlık dışı yazı geliyor. Ancak kendisinin tek günahı bu değildi. Acımasız bir medya baronu olarak gazetedeki köşesini operasyonel faaliyetler için kullanmaktan ve sevmediği kişileri hedef göstermekten asla çekinmezdi. Hâliyle kendisini kötü bilirdim. 

 Uluç spor yorumculuğunda ise bir internet trolünden halliceydi. Kıraathane üslubuyla yaptığı yorumlar son derece düzeysiz, yüzeysel, hamasi ve popülistti. Saplantı derecesinde bağlı olduğu bazı fikirleri vardı ve bunları sürekli tekrar ederdi. Nitekim kendisinin tenisle ilgili hemen her yazısının da aynı cümleler etrafında şekillendiğini görüyoruz. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:

 Günümüz tenisçileri korkak. Hiçbiri fileye çıkmıyor. Geri çizgiden topa vurmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bu yüzden uzun ve sıkıcı ralliler seyrediyoruz. Bu rallileri öven spikerler tenisi bilmiyor. Kazananlar winner vurarak değil, rakiplerinin basit hatalarıyla kazanıyor. Tenis bitmiş, tenis seyircisi de yozlaşmış. Eskiden basit hatayla alınan puanlar alkışlanmazdı, şimdiyse çılgınca alkışlanıyor.

 Uluç, özetlemeye çalıştığımız görüşlerinden de anlaşılacağı üzere kafa olarak 2000'li yılların öncesinde kalmış tipik bir servis-vole hayranıydı. Bunda herhangi bir beis yok. Bilakis ben de servis-volecileri izlemeyi çok severim. Üstelik servis-volenin günümüz tenisinde daha sık kullanılması gerektiğini savunurum. Buna karşın bütün geri çizgi tenisçilerini defansif veya korkak olarak nitelemek akılalmaz bir cehalet örneği. Keşke birileri hücum tenisinin geri çizgiden de oynanabildiğini rahmetliye söyleseydi.

 Peki Uluç'un bütün görüşleri mi hatalı? Elbette hayır. Örneğin tenis seyircisinin yozlaştığına yönelik değerlendirmesi bir malumun ilamı. Öte yandan kendisinin uzun süren puanlar konusunda da ciddi bir haklılık payı bulunuyor. Bu tip puanlar, genellikle iki oyuncunun da riskli vuruşlardan kaçınmasının bir sonucudur ve kalitesiz tenise işaret eder. Ne var ki modern tenis, oyunun kalitesini puanların uzunluğuna endeksleyen büyük bir kitle yarattı. 

 Son tahlilde Uluç, tenis yorumlarken de bozuk saat gibiydi ve ara sıra doğruyu gösterirdi. O yüzden Roger Federer'i "koyunun olmadığı yerdeki Abdurrahman Çelebi"ye benzetmesi gibi bilumum saçmalıklarına gülüp geçmek gerekir. 

27 Aralık 2024

Capriati Skandalı ve Kadın Tenisine Getirdikleri

 Jennifer Capriati, 2004 yılında emekliye ayrıldığında üç kez Grand Slam şampiyonu ve eski dünya 1 numarasıydı. Ancak onun bu başarılar dışında tenis dünyasına bıraktığı önemli bir miras daha var.

 Henüz 13 yıl 11 aylıkken profesyonelliğe adımını atan Capriati, WTA Turu'na sansasyonel bir giriş yapmış ve katıldığı ilk üç turnuvanın ikisinde final oynamıştı. Kariyerinin ilk senesinde dünya sıralamasının ilk 10'una girmeyi başaran bu harika çocuk, CV'sine Roland Garros, Wimbledon ve Amerika Açık yarı finallerini eklediğinde 16 yaşını bile doldurmamıştı. 1992 Barselona Olimpiyatı'nda da altın madalyayı boynuna takan Birleşik Amerikalının ilerleyen yıllarda kadın tenisinin efsaneleri arasına girmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Ne var ki kahramanımızın düşüşü de yükselişi gibi ani oldu.

 Dirseğindeki sakatlık nedeniyle 1993 sezonunu Amerika Açık'taki ilk tur yenilgisinin ardından kapatan Capriati, aynı yılın son günlerindeyse utanç verici bir haberle gündeme geldi. Genç raket, alışveriş için girdiği bir mağazadan 15 dolar değerindeki bir yüzüğü çalmakla suçlanıyordu. Adı bir anda hırsıza çıkan başarılı tenisçi, olaydan birkaç hafta sonra yaptığı açıklamada lise eğitimini tamamlamak için tenise ara verdiğini duyurdu. Oysa gerçek sebep çok farklıydı ve kısa süre içinde ortaya çıkacaktı.

 1994'ün Mayıs ayında Florida'daki bir otel odasına giren polisler 18 yaşındaki Capriati'yi uyuşturucuyla yakaladı. Yaşanan bu büyük skandal, yıldız ismin zihinsel sağlığının yerinde olmadığını gösteriyordu. Nitekim kendisi de aylar sonra New York Times'a verdiği röportajda depresyona girdiğini ve intihar etmeyi düşündüğünü söyleyecekti. Erken gelen başarı ve şöhretin omuzlarına bindirdiği ağır yükü kaldıramamıştı. 

 Bir süre madde bağımlılığı tedavisi gören Capriati, 1994'ten 1996'ya kadarki iki yıllık süreçte yalnızca bir maç oynayabildi ve dünya sıralamasının dışına çıktı. Onun bu ibretlik düşüşü, WTA yönetimini küçük yaşlarda profesyonel olan sporcularla ilgili bir dizi önlem almaya sevk etti. Kamuoyunda "Capriati Kuralı" adıyla bilinen ve 1995 yılında yürürlüğe giren kararlar, 14 yaşını doldurmayanlara profesyonelliği yasaklarken 18 yaşından küçüklere de turnuva kotası getirdi. Ayrıca 18 yaş ve altındaki oyuncular için bir eğitim programı hazırlandı.

 Yapılan son düzenlemelerle birlikte 15, 16 ve 17 yaşındaki kızlar, sırasıyla 10, 12 ve 16 WTA turnuvasına katılabiliyor. Ancak başarı ve eğitim programını tamamlama durumlarına göre maksimum beş turnuva daha oynayabiliyorlar. 14 yaşındakilerse ancak özel davet aldıkları takdirde WTA Turu'nda yarışabiliyor. Yakın dönemde bu kısıtlamalara tabi olan tenisçiler arasında Coco Gauff ve Mirra Andreeva gibi önemli isimler de bulunuyor.

14 Aralık 2024

Vurun Dopingliye!

 Maria Sharapova'nın pozitif çıkan doping testini kamuoyuna duyurmasının ardından nasıl çarmıha gerildiği hepinizin hafızasındadır. Tenisin tüm aktörleri, o dönemde Rus tenisçiye nefret kusmak için sıraya girmiş gibiydi. Hatta iş öyle bir noktaya varmıştı ki bir zamanlar uyuşturucu bağımlısı olan Jennifer Capriati bile hiç utanmadan Sharapova'ya dil uzatmıştı. 

 Belki Sharapova kadar büyük bir lince maruz kalmadılar ama Jannik Sinner ve Iga Swiatek de geçirdikleri doping süreci nedeniyle bir süredir eleştiri oklarının hedefinde. Hatırlayacağınız üzere bu iki isim, yasaklı maddenin vücutlarına bulaşı sonucu girmiş olmasından ötürü sembolik cezalara çarptırılmışlardı. Sinner'in men cezası almadan, Swiatek'inse yalnızca bir aylık uzaklaştırmayla paçayı kurtarması, tenis dünyasında bir çifte standart tartışmasının fitilini ateşledi. Daha önce yine doping nedeniyle kortlardan uzun süre ayrı kalan Simona Halep ve Tara Moore, meslektaşlarının kayrıldığını, kendilerininse mağdur edildiğini öne sürerek tenisin yönetim organlarına sitem ettiler.

 Öncelikle Halep ve Moore'un ciddi birer mağduriyet yaşadıkları doğru. Dava süreçlerinin çok uzamasından ötürü ikisi de dönmeleri gereken zamandan çok sonra kortlara dönebildi. Ancak bu iki vakayı Sinner ve Swiatek vakalarıyla bir tutmak mümkün değil. Zira hem Sinner hem de Swiatek, yasaklı maddenin kendilerine nasıl bulaştığını kısa süre içerisinde ve çok net bulgularla ispatladı. Oysa Halep ve Moore bunu yapamadı. Üstelik Halep, yasaklı madde kullanımının yanı sıra biyolojik pasaportundaki dengesizlikten de yargılandı. Dolayısıyla ortada herhangi bir kayırma ya da çifte standart yok. 

 Doping süreci geçiren meslektaşları hakkında atıp tutan veya onlar üzerinden prim yapmaya çalışan tenisçilerse son derece çiğ bir davranış sergiliyor. Bu kişilere her insanın hata yapabileceğini ve aynı şeyin yarın kendi başlarına da gelebileceğini hatırlatmak gerekiyor. Kaldı ki hiçbir hatanız olmasa bile elde olmayan sebeplerden ötürü de pekala dopingli çıkabilirsiniz. Ne var ki bazıları, salt menfaat odaklı bir yaklaşımla düşene bir tekme de kendileri vurmak istiyor. Tabii bunlar arasında Nick Kyrgios adında yarı zamanlı tenisçi, tam zamanlı sosyal medya trolü olan bir arkadaş da var. Ancak böylelerini ciddiye alıp konuşmak bile zül. 

7 Aralık 2024

Mansour Bahrami 6-0 Molla Rejimi

 Mansour Bahrami, internette viral olan videoları sayesinde tenisle hiç ilgilenmeyenlerin bile tanıdığı bir kişi. Tenis topu ve raketle yaptığı cambazlıklarla kortların neşe kaynağı olan bu adamın hayat hikayesi ise hem trajik hem de ilham verici.

 1956'da İran'da dünyaya gelen Bahrami, tenisle babasının bahçıvanlık yaptığı bir spor kulübünde tanıştı. Kulüp yönetimi, o yıllarda yalnızca zenginlere özgü bir spor olan tenisi onun gibi yoksul çocuklarının oynamasına müsaade etmiyordu. Bunun yerine zenginlerin maçlarında top toplayıcılık yapan minik Mansour, bir yandan da eline geçirdiği tava, faraş ve benzeri aletlerle boş bir yüzme havuzunda toplara vuruyordu. İlk raketine 12 yaşındayken kavuşan bu fakir ama yetenekli çocuk, bundan bir yıl sonra da İran Tenis Federasyonu tarafından fark ediliyor ve tam teşekküllü bir tenisçiye dönüşüyordu.

 Bahrami'nin 1970'li yıllarda başlayan ve son derece mütevazı olan profesyonel tenis kariyeri ise İran'da gerçekleşen İslam Devrimi'nin ardından bitme noktasına geldi. Bu noktada devrimin öncesi ve sonrasında yaşananları ana hatlarıyla anlatmakta fayda var.

 Devrimden evvel monarşiyle yönetilen İran'ın başında Pehlevi Hanedanı'ndan Şah Muhammed Rıza bulunuyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkeyi işgal eden Müttefik Devletler tarafından babasının yerine tahta çıkarılan bu adam tam bir Batı kuklasıydı. Hükümdarlığı döneminde yaşanan en önemli olaylardan biri, İran petrollerini millileştiren Başbakan Muhammed Musaddık'ın Ajax Operasyonu adı verilen, İngiliz-Amerikan yapımı bir darbe sonucu devrilmesiydi. Darbeden evvel Musaddık'ı başbakanlıktan almayı deneyen Şah, bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca yurt dışına kaçmış, darbeden sonra ise yeniden tahta geçerek tüm yetkileri eline almıştı. Kendisinin emperyalizm iş birlikçiliği işte bu kadar korkunç bir boyuttaydı.

 Şah'ın baskıcı yönetimi ve derinleşen ekonomik sorunlar, 70'lerin sonunda kendisine yönelik kitlesel protestoların giderek tırmanmasına sebep oldu. En nihayetinde yolun sonuna geldiğini anlayan Şah, ülkesinden 16 Ocak 1979'da temelli ayrıldı. Sürgünde bulunduğu Fransa'dan İran'daki İslamcı muhalefeti yöneten Ayetullah Humeyni ise 1 Şubat 1979'da vatanına geri döndü ve aynı yıl İran İslam Cumhuriyeti'ni ilan etti. Yeni kurulan insanlık düşmanı molla rejimi, Batı kültürüne ait olduğunu düşündüğü her şeyi yasakladı. Bunlar arasında pek tabii ki tenis de vardı.

 Devrimle biten süreç, Bahrami'yi zorlu bir ikilemde bıraktı: Ya ülkesini terk edecek ya da raketini asacaktı. Her şeye rağmen İran'da kalmayı tercih eden Bahrami, 1978'den 1981'e kadar hiçbir profesyonel turnuvaya katılamadı ve zamanını tavla oynayarak geçirdi. 1980'de yasakların bir nebze hafifletilmesi sayesinde başkent Tahran'da özel bir tenis turnuvası düzenlendi. Şampiyonluk ödülü ise Atina'ya uçuş biletiydi. Turnuvayı kazanan Bahrami, aldığı bileti kız arkadaşına hediye etmek istedi. Ancak o, bunu reddetti ve kendisine tenis kariyerini sürdürebilmesi için Fransa'ya gitmesini tavsiye etti. Dış işlerinde çalışan bir arkadaşının yardımıyla biletini değiştiren İranlı raket, Fransa'nın Nice şehrine uçtu ve hayatının en çileli dönemine geçiş yaptı.

 Fransa'ya gittikten sonra cebindeki tüm parayı kumarda kaybeden Bahrami, kalacak yeri de olmadığı için sokaklarda uyumak zorunda kaldı. Vize süresinin dolmasının ardından kaçak statüsüne düşmüştü ve ne zaman polis görse yolunu değiştiriyordu. 1981 yılındaki Roland Garros ise onun için bir dönüm noktası oldu. Wild card ile katıldığı turnuvada üç eleme turunu geçtikten sonra ana tablodaki ilk tur maçını da kazanmayı başardı. Basının büyük ilgisini çeken bu başarı, vizesinin yenilenmesini sağladı. 1986'dan itibaren Fransa dışına çıkmasına da izin verilen kahramanımız, 30 yaşındayken yeniden tam zamanlı bir ATP oyuncusu oldu. Roland Garros'ta çiftler finali oynayarak kariyerinin en büyük başarısına imza attığı 1989 yılında Fransa'dan vatandaşlık aldı.

 Hikayenin geri kalan kısmını hepinizin malumu. Akrobatik vuruşları ve sempatik karakteriyle pek çok gösteri maçına davet edilen Bahrami, yıllar içinde tenis dünyasının en büyük şovmenine dönüştü. Hayatında hiç tenis dersi almamış olan bu adam, tenisi kazanmak için değil, insanları eğlendirmek için oynadı ve oynamaya devam ediyor.

24 Kasım 2024

Şafak Hanım Geldi Ama Dertler Bitmedi

 Bilgin Gökberk üstadımızın sıklıkla söylediği gibi AKP'nin yeni Türkiye'sinde seçim yok, "seçin" var. Bunun bir örneğini de yakın zamanda Türkiye Tenis Federasyonu'nda gördük. İktidarın desteğini arkasına alan Şafak Müderrisgil, tek aday olarak girdiği başkanlık seçiminin ardından Türk tenisinin yeni patronu oldu. Yani iktidar Şafak Hanım'ı seçin dedi, genel kurul da seçti. 

 Seçimden evvel son derece iddialı bir şekilde adaylıklarını duyuran Esat Tanık ve İsmail Geliç, tıpkı iktidar tarafından üstü çizilen bir önceki başkan Cengiz Durmuş gibi ilerleyen süreçte yarıştan çekildi. Bu da gösteriyor ki Türkiye, artık spor federasyonları düzeyinde bile demokrasinin d'sinin olmadığı bir ülke hâline geldi.

 Devrik başkan Cengiz Bey, dokuz yılı aşkın görev süresi boyunca Türk tenisinin tüm paydaşlarına illallah ettirmişti. Milli sporcular da dahil olmak üzere kendisinden şikayet eden herkese kin güden kahramanımız, koltuğunu koruyabilmek adına aklınıza gelebilecek her yola başvurdu. Tenis kulüplerine oy karşılığında organizasyon yağdırdı, federasyonun sosyal medya hesaplarını kişisel reklamı için kullandı ve sürekli medyada boy gösterdi. Fakat hiçbiri kaçınılmaz sonu engelleyemedi. Talimatla oturduğu makamdan talimatla ayrıldı.

 Şafak Hanım, muhtemelen Cengiz Bey kadar kötü bir yönetim sergilemeyecektir. Kendisinin gelişi, tenis camiasına bir nebze de olsa nefes aldıracaktır. Ancak çiçeği burnunda başkandan ülke tenisini ihya etmesini beklemek hayalcilik olur. 

 Türkiye'deki mevcut güç ilişkileri içerisinde herhangi bir spor federasyonunun görevini layıkıyla yerine getirebilmesi mümkün değil. Çünkü federasyonları arpalık olarak kullanma anlayışı, şu anki iktidar döneminde şahikasına ermiş vaziyette. Hâl böyleyken Şafak Hanım'ın göbekten bağlı olduğu iktidarın izni olmadan tek bir adım atma şansı yok. Zaten kendisinin de böyle bir niyeti olduğunu düşünmüyorum. Her federasyon başkanı gibi o da Türk sporuna hizmetten çok şahsi ikbalinin peşinde.

 Son tahlilde federasyonlar aracılığıyla yandaş besleyen zihniyet yok olmadığı müddetçe Türk sporu bir milim ileri gidemez. Ahmet gider, Mehmet gelir fakat günün sonunda değişen hiçbir şey olmaz.