9 Haziran 2025

Keramet Tenisin Kendisinde

 Teniste uzun süren ve mücadele yoğunluğu yüksek olan maçlardan pek hoşlanmadığımı daha önce pek çok kez ifade etmiştim. Dün Carlos Alcaraz ile Jannik Sinner arasında oynanan Roland Garros finali de tam olarak böyle bir maça sahne oldu. Ne var ki dördüncü setin sonlarından itibaren yaşananlar bu finale tarihi bir nitelik kazandırdı.

 Sinner, dördüncü sette 5-3'lük skor avantajına sahipken rakibinin servis kullandığı oyunda üst üste üç şampiyonluk puanından faydalanamadı. Daha sonrasında hem şampiyonluk için servis attığı oyunu hem de seti kaybeden İtalyan raket final setine de servisini kırdırarak başladı. Rüzgarı arkasına alan Alcaraz, son sette 5-4 öndeyken şampiyonluk için servis kullandı. Ancak bu defa da Sinner'den bir geri dönüş geldi. En nihayetinde bu epik maçın galibini 10 puan üzerinden oynanan tie-break belirledi ve kazanan taraf Alcaraz oldu.

 Alcaraz ve Sinner, tenis tarihinin drama ve heyecan dozu en yüksek maçlarından birine imza attı. İki oyuncu, yabancıların deyimiyle tam bir "rollercoaster" gösterisi sundu. Daha önce böylesi bir çekişmeye yalnızca 2008 ve 2019 Wimbledon finallerinde tanıklık etmiştim.

 Dünkü final bir kez daha gösterdi ki tenis, maç içinde iniş çıkışların fazlaca yaşandığı bir spor dalı. Dolayısıyla galibiyet veya mağlubiyet senaryoları üzerinden tenisçilere zihinsel güç tayin etmek son derece hatalı bir yaklaşım. Nitekim çelik gibi sinirlere sahip olan Sinner bile şekil A'da görüldüğü üzere avuçlarının içindeki bir maçı kaybedebiliyor.

27 Mayıs 2025

Zverev'in Yıllardır Süren Bekleyişi

 Alexander Zverev, halihazırda Grand Slam kazanamamış en kariyerli tenisçilerden biri, belki de birincisi. ATP Dünya Turu Finalleri ve Olimpiyat Oyunları da dahil olmak üzere pek çok farklı seviyedeki turnuvada şampiyonluğu bulunan Alman raket Grand Slam'lerde ise bir türlü mutlu sona ulaşamadı. Tenis dünyası da son zamanlarda bu durumun nedenlerini sorguluyor.

 Zverev hakkında yapılan yorumların ekseriyeti, kendisinin Grand Slam kazanamamış olmasını zihinsel faktörlere bağlıyor. Bana göre ise esas problem, Alman tenisçinin yeterince agresif oynamaması ve risk almaktan kaçınması. Kahramanımızın bu zaafı, Jannik Sinner'e yenildiği son Avustralya Açık finalinde net bir şekilde ortaya çıkmıştı. Fakat benim Zverev'in pasifliğine dair sunacağım en büyük kanıt, 2022 Roland Garros'ta Rafael Nadal ile oynadığı yarı final maçı olacaktır.

 Söz konusu maçın ilk seti tie-break sonucunda Nadal'ın hanesine yazılırken tie-break'te 6-2 öne geçen Zverev üst üste dört set puanından faydalanamamıştı. İkinci sette de 5-3'lük skor avantajını koruyamayan Alman raket, bir puan esnasında ayak bileğini feci bir şekilde burkmuş ve mücadeleye devam edememişti. Velhasıl Zverev'in bir türlü fişi çekemediği maç, kendisi adına trajik bir şekilde sonuçlanmıştı. 

 Hayatta bazen risk almamak en büyük risktir. Gerektiği zamanlarda alınmayan riskler, Zverev örneğinde de görüldüğü üzere ağır sonuçlar doğurabiliyor. İsviçreli efsane Roger Federer de geçtiğimiz yılki Laver Kupası sırasında Zverev'i yorumlarken bu gerçeğe dikkat çekmişti:

 "Onu izlerken karar anlarında çok pasif ve defansif oynayan birini görüyorum. Oysa dünyanın en iyilerine karşı oynarken inisiyatif almalı ve hücum etmelisiniz. Kendisinin çok fazla eksiği yok. Ancak Grand Slam kazanmak için vuruşlarınıza güvenmeli ve daha ofansif oynamalısınız. Vücudunuzdaki her hücrenin bunun tek doğru yol olduğunu hissetmesi gerekiyor. Şampiyonluk, özellikle de ilk şampiyonluk size kendiliğinden gelmiyor."

 Tüm bunlara rağmen Zverev'in Grand Slam kazanma ihtimali hâlâ yüksek. Kendisi, dördüncü turdan öteye gidemediği Wimbledon haricindeki üç büyük turnuvada ciddi bir şansa sahip. Şayet oyununa risk katsayısı yüksek vuruşları entegre edebilirse en büyük hedefine daha kolay ulaşacaktır. Bu noktada bir antrenör desteği, 28 yaşındaki tenisçi için son derece faydalı olabilir.

17 Mayıs 2025

Agassi'nin İtirafları Bize Ne Anlatmıştı?

 Birleşik Amerikalı eski tenisçi Andre Agassi, kariyerinin bir döneminde uyuşturucu kullandığını ve yetkililere yalan söyleyerek ceza almaktan kurtulduğunu 2009 yılında yayımlanan Open adlı otobiyografisinde itiraf etmişti. Vaktiyle kamuoyunda büyük yankı uyandıran bu itiraflardan doğru sonuçlar çıkarabilmek için Agassi'nin kendi kitabındaki anlatımının iyi irdelenmesi gerekiyor.

 Agassi, uyuşturucuyla kariyerinde dibi gördüğü 1997 yılında tanışıyor. O yılın şubat ayında San Jose'de katıldığı ve yarı finalde elendiği turnuvanın hemen ardından Las Vegas'taki bekar evine geri dönen Agassi, kendisini kötü hissettiği bir sırada asistanının teşvikiyle metamfetamin olarak bilinen maddeyi kullanıyor. 

 Kitaptaki kronolojiye göre Agassi'nin dopingli çıktığı tarih, 1997'nin kasım ya da aralık ayına tekabül ediyor. Zira kahramanımız, pozitif test sonucunu ekim ayının sonunda Stuttgart'ta oynadığı turnuvadan birkaç hafta sonra öğrendiğini belirtiyor. Metamfetamini ilk kez şubat ayında kullandığını göz önünde bulundurursak Birleşik Amerikalı yıldızın söz konusu maddeyle olan ilişkisinin yaklaşık bir yıl sürdüğü sonucuna ulaşıyoruz. Nitekim kendisi de konuyla ilgili verdiği muhtelif röportajlarda metamfetamini bir yıl boyunca periyodik olarak kullandığını söylüyor.

 Pozitif test sonucu, Agassi'ye bir ATP yetkilisinden gelen telefonla tebliğ ediliyor. Kendisine idrarında eser miktarda metamfetamine rastlandığı, bu maddenin vücuduna nasıl girdiğini bir mektupla anlatması gerektiği ve eğer maddeyi bilerek kullandıysa disipline sevk edileceği bildiriliyor. Ayrıca metamfetaminin eğlence amaçlı uyuşturucular listesine girdiği ve üç aylık bir cezasının olduğu söyleniyor.

 Agassi, ATP'ye gönderdiği savunmasında metamfetaminin vücuduna uyuşturucu bağımlısı bir arkadaşının hazırladığı sodalardan yanlışlıkla içmesi sonucunda girdiğini yazıyor. Yetkililerden anlayış ve hoşgörü beklediğini belirten Birleşik Amerikalı, daha sonrasında ise konuyu avukatlarına havale ediyor. En nihayetinde kendisinin yalan beyanları bir şekilde kabul görüyor ve dosya kapanıyor.

 Hiç şüphesiz ki Agassi'nin itirafları büyük bir skandalı gözler önüne seriyor. Kendisinin geçmişte uyuşturucu kullanması ve doping cezasından kaçınmak için yalana başvurması hayranları için büyük birer hayal kırıklığı. Yine de bu durumun efsanevi raketin başarılarını şaibeli hâle getirdiğini söylemek pek doğru değil. Çünkü Agassi, metamfetamin kullandığı dönemde zaten dibe vuruyor ve sadece bir Challenger şampiyonluğu kazanabiliyor. Ayrıca o vakitler alması gereken üç aylık men cezasının daha sonra yapacağı ihtişamlı geri dönüşü engelleme ihtimali çok düşük.

 Madalyonun diğer yüzündeyse bir doping vakasının ATP tarafından hasıraltı edilişini görüyoruz. Bir yıl boyunca uyuşturucu kullanan bir tenisçinin sadece bir kez radara takılması da dopingle mücadelenin bir zamanlar ne kadar gevşek bir şekilde yürütüldüğünü gösteriyor. Hâl böyleyken Agassi'nin itiraflarının kendisinden çok tenisin itibarına zarar verdiği söylenebilir.

23 Nisan 2025

Djokovic'in Büyük Travması: Kosova Savaşı

 Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Josip Broz Tito tarafından kuruldu. Ülke, altı cumhuriyet ve iki özerk bölgeden oluşuyordu. Böylesine heterojen bir yapının uzun yıllar boyunca varlığını sürdürmesi büyük oranda Mareşal Tito'nun şahsi karizması sayesinde mümkün olabildi. Kendisi, Nazi işgalinden kurtardığı ülkeyi 1980 yılındaki vefatına dek yönetti. 

 Tito döneminde halının altına süpürülen etnik çekişmeler kendisinin ölümüyle yeniden gün yüzüne çıktı. Ülkeyi oluşturan cumhuriyetlerde baş gösteren milliyetçi ve bağımsızlık yanlısı eğilimler 1990'lı yıllarda Yugoslavya'nın kanlı bir iç savaş sonucunda parçalanmasına yol açtı. Bu süreçte Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna Hersek bağımsız birer devlet oldu. Geriye kalan cumhuriyetlerden Sırbistan ve Karadağ ise varlıklarını Yugoslavya Federal Cumhuriyeti çatısı altında sürdürme kararı aldı. Sırplar tarafından özerklikleri kaldırılan Kosova ve Voyvodina da bu federasyona dahildi. Ne var ki Yugoslavya'nın mirasçılığına soyunan bu yeni devlet uzun ömürlü olmayacaktı.

 Kosova'daki nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve bağımsızlık talep eden Arnavutların Sırplar ile girdiği çatışmalar 1998 yılında savaşa dönüştü. Bir yıl sonra NATO, Sırpların güvenlik güçlerini Kosova'dan çekmeye yanaşmaması üzerine Yugoslavya'ya hava operasyonu başlattı. İşte tam 78 gün süren bu operasyon, o vakitler henüz 12 yaşında bir çocuk olan Novak Djokovic'in belleğinde silinmez izler bıraktı. Sırp tenisçi, bir gece evlerinin yakınında meydana gelen bir patlama sonrası yaşadığı korku dolu anları 2013 yılında yayımlanan "Serve to Win" adlı otobiyografisinde şu sözlerle anlatacaktı:

 "Merdivenden aşağı indik ve Belgrad'ın yanmamış sokaklarına çıktık. [...] Annem ve babam, kardeşlerimi kucaklarına alarak zifiri karanlık sokaklarda hızla ilerliyorlardı. Ben de hemen arkalarındaydım. Ayağımı bir şeye çarptım ve gölgelerin içinde sendeleyerek ilerledim. Ellerimi ve dizlerimi sürterek yüzüstü bir şekilde kaldırıma düştüm. Soğuk betonun üzerinde yatarken bir anda yalnız kalmıştım.

 Anne ve babama seslendim ama beni duyamıyorlardı. Onların giderek küçüldüğünü, sönükleştiğini ve karanlığın içinde kaybolduğunu gördüm. Ve sonra olan oldu. Arkamdan bir şeyin gökyüzünü yırttığını duydum. Sanki devasa bir kar küreği bulutlardan buzları kazıyordu. Hâlâ yerde yatıyordum ve dönüp evimize baktım.

 Üçgen şeklinde çelik gri bir F-117 bombardıman uçağı binamızın çatısından yükseliyordu. Büyük metal göbeğinin açılışını ve içinden düşen iki lazer güdümlü füzenin ailemi, arkadaşlarımı, mahallemi, kısacası bildiğim her şeyi hedef alışını dehşet içinde seyettim. Sonrasında olanları asla unutamayacaktım. Bugün bile yüksek sesten korkuyorum."

 Bugün bazı kimseler, Djokovic'in olağanüstü kariyeri ve zihinsel gücünü doğrudan doğruya Yugoslavya'daki iç savaş ortamına bağlıyor. Bu, son derece abartılı ve gülünç bir yaklaşım olsa da savaş koşullarının Djokovic'in kişiliği ve dünya görüşünü şekillendirdiği su götürmez bir gerçektir. Sırp tenisçinin çocukken şahit oldukları, onu hem daha erken olgunlaştırmış hem de milliyetçi ve Batı karşıtı bir siyasi pozisyona itmiştir.

5 Nisan 2025

Türk Tenisinin Çarpık Düzeni

 Malumunuz olduğu üzere Türkiye, bir süredir İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun bir sonraki genel seçimleri kazanma şüphesiyle tutuklanmasını konuşuyor. Kamuoyunda büyük bir infiale sebep olan bu gelişme sonrası spor dünyasından gelen cılız seslerden biri de milli tenisçi Zeynep Sönmez'e aitti. Ne var ki kendisinin X hesabından yayımladığı açıklama, suya sabuna dokunmayan cinstendi ve bu nedenle muhalif kesimlerin tepkisini çekti.

 Zeynep'in dokuz paragraflık yazısında meselenin özüne dair hiçbir yorum yapmadığını görüyoruz. Elbette kendi takdiridir ama böyle bir metindense hiçbir şey yazmaması bence daha doğru olurdu. Bununla birlikte insanların sosyal medyada yaptıkları veya yapmadıkları paylaşımlar üzerinden hedef gösterilmelerini kesinlikle yanlış buluyorum. Ne ahlaki ne de demokratik olan bu tavır, verilen haklı mücadeleyi baltalamaktan başka bir işe yaramıyor. Çünkü birilerini linç ettiğinizde onları kendi elinizle karşı tarafa itmiş oluyorsunuz.

 İnsanların düşüncelerini net bir şekilde ifade etmekten kaçınmalarının altında çoğu zaman ekonomik açıdan bağımsız olmamaları yatar. Bu durum, Varlık Fonu bünyesindeki Türk Hava Yolları'ndan ciddi bir sponsorluk desteği alan Zeynep için de geçerli. Zaten bu destek, kendisine geçtiğimiz yıl cumhurbaşkanının huzuruna çıkmasından sonra verilmişti.

 Oyuncumuzun içinde bulunduğu şartlar, Türkiye'nin spor düzenine dair çok şey anlatıyor. Federasyonları arpalık olarak kullanan AKP yönetimi, gelişme çağındaki sporculara gerekli desteği sağlamadığı gibi kendi imkanlarıyla bir yerlere gelenleri de sponsorlar aracılığıyla kendisine bağlıyor. Çünkü dertleri, ülke sporunu geliştirmek değil, spordan siyasi rant elde etmek. Bu çarpık düzene itiraz eden sporcular ise her türlü kötülüğe maruz kalabiliyor.

 Son tahlilde Zeynep'e öfke kusmanın ne ona ne de bize bir faydası var. Yapmamız gereken, federasyonların gerçek anlamda özerk olduğu ve kamucu spor politikalarının uygulandığı demokratik ve sosyal bir düzeni talep etmek.

22 Mart 2025

Sert Zeminde Oynanan Toprak Kort Turnuvası

 Indian Wells'e son birkaç yıldır olduğu gibi bu yıl da zemin tartışmaları damga vurdu. Turnuvada kullanılan zeminin yavaşlığından en çok şikayet eden isim olan Daniil Medvedev, yarı finalde Holger Rune'ye elendiği karşılaşmanın ardından Bolshe Tennis kanalına verdiği demeçte Indian Wells'i bir toprak kort turnuvası olarak nitelendirdi.

 Medvedev mübalağa etmiyor, bilakis somut bir gerçeği dile getiriyor. Nitekim bu yılki Indian Wells sırasında paylaşılan bir istatistik, turnuvada kullanılan kortlardan birinin hız endeksini 29.3 olarak gösteriyordu. Bu, söz konusu kortun hız bakımından toprak seviyesinde olduğu anlamına geliyor. Zaten topun yerden sektikten sonra ne kadar yavaşladığı maç yayınlarından bile fark ediliyordu.

 Zemin türlerinin tenisteki önemi, oyunun hızına olan etkisinden ileri gelir. Bilindiği üzere toprak kortlar yavaş, sert ve çim kortlar ise hızlıdır. Ancak sert kortların hızları suni bir şekilde toprak kortlarınkiyle eşitlendiğinde tenisteki zemin kavramının içi boşalmış oluyor. Tıpkı Indian Wells gibi sert zemin üzerinde oynanan toprak kort turnuvaları ortaya çıkıyor.

 Ortalama tenis izleyicileri, uzayan puanların oyun kalitesini ve seyir keyfini artırdığına yönelik son derece yanlış bir görüşe sahip. Dünya tenisini yönetenler de çoğunluğu oluşturan bu kitleyi tatmin edebilmek uğruna yıllar öncesinden itibaren kortların hızını düşürmeye başladı. Bu sayede tenisin daha popüler bir spor hâline geleceği düşünüldü. İşin ironik tarafıysa aynı yöneticilerin bir süredir maçların uzunluğundan şikayet etmesi.

 Son yıllarda tenis maçlarının sürelerinin kısaltılabilmesi adına oyunun ruhuna kasteden pek çok formül geliştirildi. Oysa bunun için çok daha akılcı bir yöntem var ki o da sert ve çim kortların hızlarını normale döndürmek. Bu, hem maç sürelerini önemli ölçüde kısaltacak hem de oynanan tenisin seyir zevkini artıracaktır.

6 Mart 2025

Rybakina Kendisine Yazık Ediyor

 

  Elena Rybakina'nın 2019'dan bu yana birlikte çalıştığı Stefano Vukov, son birkaç yıldır tenis dünyasında en çok tartışılan isimlerin başında geliyordu. Bunun nedeni, Hırvat antrenörün gerek maçlar gerekse de antrenmanlarda öğrencisiyle konuşurken kullandığı azarlayıcı üsluptu. Kendisinin zorbalığa varan davranışları o kadar büyük rahatsızlık yarattı ki en nihayetinde Kadınlar Tenis Birliği WTA konuyla ilgili soruşturma başlatmak zorunda kaldı. 

 Vukov hakkındaki soruşturmasını geçtiğimiz ay tamamlayan WTA, Hırvat antrenöre davranış kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle bir yıl men cezası verdi. New York Times gazetesine bağlı The Athletic adlı internet sitesinin ulaştığı soruşturma raporunda Vukov'un işlediği suçlar şu şekilde sıralandı:

  • Oyuncuya "Aptal", "Ben olmasam sen Rusya'da patates topluyor olurdun." şeklinde aşağılayıcı sözler sarf etmek
  • Oyuncuya psikolojik şiddet uygulamak
  • Oyuncuyu ağlatmak
  • Oyuncunun fiziksel limitlerini zorlayarak hastalanmasına sebebiyet vermek
  • Kendisiyle yollarını ayırmasının ardından oyuncuya taciz mesajları göndermek
  • Lisansı askıdayken oyuncuyla iletişim kurmak

 Bu hikayenin en ilginç tarafı, Rybakina'nın maruz kaldığı tüm kötülüklere rağmen daima antrenörünün arkasında durmasıydı. Rus asıllı Kazak tenisçi, basına verdiği demeçlerde Vukov'un kendisine asla kötü davranmadığını söylüyordu. 2024 Amerika Açık'tan hemen önce görevine son verdiği Hırvat çalıştırıcıyı öylesine sahipleniyordu ki bu yılın başında yeniden ekibine dahil etti. Üstelik bunu yaptığı sırada Goran Ivanisevic gibi dev bir antrenörle çalışıyordu.

 The Athletic'in haberinden öğrendiğimiz kadarıyla Rybakina'nın Vukov'a olan sadakatinin altında bir gönül birlikteliği yatıyormuş. Nitekim Vukov hakkındaki soruşturma raporunda da ikili arasında toksik bir ilişki olduğu yazıyor. Hâl böyleyken Rybakina'nın kendisine yazık ettiğini söyleyebiliriz. Umarız kendisi, başka bir nedenden ötürü Vukov'un esareti altında değildir.

18 Şubat 2025

Jannik Sinner Vakasının Son Tahlili

  Uluslararası Tenis Dürüstlük Ajansı ITIA, geçtiğimiz yıl idrarında yasaklı maddeye rastlanan Jannik Sinner'i herhangi bir men cezasına çarptırmamıştı. Dünya Antidoping Ajansı WADA ise bu karara Spor Tahkim Mahkemesi CAS nezdinde itirazda bulunmuş ve İtalyan tenisçi için bir ile iki yıl arasında bir ceza talep etmişti. Ancak kurum, geçtiğimiz günlerde Sinner ile uzlaşmaya vardığını ve CAS'taki davayı geri çektiğini duyurdu. Varılan uzlaşmaya göre Sinner üç ay kortlardan uzak kalacak. Cezası 4 Mayıs 2025 tarihinde bitecek olan dünya 1 numarası böylece hiçbir Grand Slam'i kaçırmayacak.

 Sinner'in performans arttırma teşebbüsünde bulunmadığı en başından beri ortadaydı. Zaten bir gramın milyarda birinden bile daha düşük bir madde miktarıyla doping yapılacağını düşünmek abesle iştigal olur. Belli ki söz konusu madde, kendisinin de söylediği gibi fizyoterapistinin yaptığı masaj neticesinde vücuduna girmiş. Nitekim WADA da resmi internet sitesinden yaptığı açıklamada Sinner'in masumiyetini kabul etti. Bununla birlikte İtalyan tenisçiye ekibindeki kişilerden sorumlu olduğu için cüzi bir ceza verildi.

 WADA, Sinner hakkındaki davayı CAS'a taşırken ciddi bir hata yaptı. Zira yasaklı maddeyi bulaşı yoluyla vücuduna almış bir sporcu için bir ile iki yıl arasında bir ceza talep etmek hiç akıl işi değildi. Bu talep, muhtemelen tenis kamuoyundan gelen baskıların ürünüydü ve çok büyük bir ihtimalle CAS tarafından reddedilecekti. WADA da bunun farkına varmış olmalı ki oyuncuyla uzlaşma yolunu seçti.

 CAS, Sinner ve WADA arasındaki dava için Nisan ayına duruşma vermişti. Taraflar uzlaşmamış olsaydı dava, uzun bir müddet daha sürecek ve Sinner'in başını ağrıtmaya devam edecekti. Hâl böyleyken üç aylık cezaya razı gelmek, İtalyan tenisçi açısından da gayet mantıklı bir karar.

 Sinner vakasıyla ilgili bugüne dek pek çok temelsiz yorum ve komplo teorisi okuduk. Sıradan insanların bu tip değerlendirmeler yapmaları normal. Ancak basın mensuplarının bilgi sahibi olmadıkları bir konuda fikir üretmeleri asla kabul edilebilir bir durum değil. Şayet mesleğiniz gazetecilikse olayları etkileşim şehvetine kapılmadan soğukkanlı bir şekilde ele almalısınız.

3 Şubat 2025

Break Point Neden Başarısız Oldu?

 Netflix, 2022 yılının başında tenisle ilgili bir belgesel projesine başladığını duyurdu. ATP, WTA ve dört Grand Slam turnuvasının iş birliğiyle hayata geçirilen projede yine bir Netflix yapımı olan ve izleyicilerden büyük ilgi gören Formula 1: Drive to Survive'ın prodüktörleriyle çalışıldı. Söz konusu yapımın tenis versiyonu olarak tasarlanan belgesel, tenisçilerin kort dışındaki hayatlarını konu alıyordu. Belgeselin küresel çapta tenise olan ilgiyi artırması umuluyordu.

 Merakla beklenen belgesel, 13 Ocak 2023'te Break Point adıyla vizyona girdi. Break Point'in ilk sezonu beşer bölümlük iki parça hâlinde yayımlanırken ikinci ve son sezonu ise altı bölüm sürdü. 

 Dizi ve filmlerle aram pek yoktur. Bu yüzden Netflix'e de abone değilim. Ancak Break Point'i tenisle ilgili bir iş olduğu için merak edip izlemiştim. Henüz ikinci bölümünü bitiremeden kapattığım bu yapım, bana son derece sıkıcı ve magazinel gelmişti. Tenisi yakından takip edenlerin Break Point'ten öğrenebilecekleri hiçbir şey yoktu. Zaten belgesel de sıkı tenis takipçilerinden ziyade bu spora uzak olan insanları hedefliyordu. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve Break Point'in yayınına 2024 yılında reytinglerinin düşük olması sebebiyle son verildi.

 Break Point'i çekenler, bana göre en büyük hatayı yola çıkarken yaptılar. Söz gelimi Formula 1 belgeselinde kullandıkları konseptin teniste de tutacağını düşünmeleri çok büyük bir yanılgıydı. Çünkü bu iki sporun dinamikleri birbirinden çok farklı. 

 Formula 1, pistteki yarışın haricinde de çok fazla bileşeni olan sahip bir spor dalı. Takımlar arası ve takım içi çekişmeler, yarış esnasındaki diyaloglar, transferler ve polemikler size bu spora dair bolca hikaye sunabiliyor. Oysa tenis için aynı şeyi söylemek değil. Korttaki mücadelenin dışına çıktığınızda tenisi doğrudan ilgilendiren pek bir şey bulamazsınız. Nitekim Break Point'in benim izlediğim bölümlerinde de Nick Kyrgios ve Matteo Berrettini'nin kız arkadaşlarıyla olan münasebetleri anlatılıyordu.

 Her şeye rağmen 2022 ve 2023 tenis sezonları Break Point'e kullanışlı malzemeler sunmuştu. Novak Djokovic'in Avustralya'dan sınır dışı edilmesi, Ashleigh Barty, Serena Williams ve Roger Federer'in emeklilikleri, Simona Halep'in doping vakası, Alexander Zverev'in Roland Garros'taki trajik sakatlığı ve hakkında çıkan şiddet iddiaları gibi konular belgeselde pekala işlenebilirdi. Ne var ki Break Point, bu fırsatları değerlendiremedi ya da değerlendirmek istemedi. Belgeselin bir diğer önemli handikapı da Federer, Nadal, Djokovic ve Serena gibi efsanevi isimlere hiç yer vermemesiydi.

 Break Point'in başarısızlığı, tenisin sahne arkası tarzındaki belgeseller için uygun bir spor dalı olmadığını gösterdi. Hâl böyleyken ileride çekilecek tenis belgeselleri daha tematik yapımlar olmalı. Örneğin Monica Seles'in bıçaklanması veya 1999 Roland Garros tek kadınlar finali gibi tenisin geçmişinde yaşanan önemli olayları aydınlatan içerikler her kesimden seyircinin ilgisini çekecektir.

16 Ocak 2025

Aynı Kötülükleri Zeynep Sönmez'e De Yapmayın

 Milli tenisçi Zeynep Sönmez, ana tablodan katıldığı Avustralya Açık'a ilk turda veda etti. Ev sahibi ülkeden Talia Gibson ile kozlarını paylaşan temsilcimiz, rakibine 3-6, 7-6 ve 6-1'lik setlerle mağlup oldu.

 Zeynep sürekli winner kovalayan, ofansif bir tenisçi. Vuruş repertuvarında vole ve kısa top da var. Servisleri ise belki de 1.70'lik boyunun doğal sonucu olarak oyunundaki en büyük zaaf gibi görünüyor. Saatte ortalama 150-160 km hıza ulaşan servislerini genelde topspin veya slice şeklinde kullanıyor.

 Zeynep'in Gibson ile oynadığı maç, gerek oyun stili gerekse de seviye itibarı ile birbirine denk iki tenisçinin mücadelesiydi. Oyuncumuz ilk seti daha fazla winner üreterek kazandı. Ancak ikinci setten itibaren bu alandaki üstünlük el değiştirince korttan boynu bükük ayrıldı.

 Aldığı yenilgi sonrası sosyal medyada Zeynep hakkında son derece haksız ve haddini aşan bazı eleştiriler okuduk. Oyuncumuzun Merida Açık'taki tarihi şampiyonluğunun ardından kanal kanal gezip tenisi boşladığı ve Hindistan'da özel turnuva oynayarak hata ettiği öne sürüldü.

 Evvela şunu hatırlatmak gerekir ki Zeynep'in Merida Açık zaferi Kasım ayında, yani WTA sezonunun sonunda geldi. WTA Turu oyuncuları, genellikle yılın bu döneminde dinlenmeye çekilir ve yeni sezon hazırlıklarına başlar. Nitekim Zeynep de aynı şeyi yaptı ve 2024 yılının devamında başka turnuvaya katılmadı. Bir tenisçiyi ölü sezon olarak adlandırılan bir dönemde resmi turnuva oynamamakla suçlamak cehaletten başka bir şey değil.

 Zeynep'in medyada daha sık görünmek istemesi ve Hindistan'da özel turnuva oynaması profesyonelliğinin bir gereğidir. Çünkü o da diğer tüm meslektaşları gibi mümkün olduğu kadar fazla para kazanarak geleceğini garanti altına almak istiyor. Bu doğrultuda reklam ve sponsorluk anlaşmaları ile yüksek para ödüllü özel turnuvaları değerlendirmesinden daha doğal bir şey olamaz. Kaldı ki kendisi, dünya sıralamasındaki konumu itibarı ile geçim kaygısını en çok hisseden ve dolayısıyla paraya en çok ihtiyaç duyan oyuncular arasında yer alıyor. 

 Günümüz tenisinde kort dışı faaliyetler lüks değil, zorunluluktur. Bunların bir tenisçiyi asıl işine konsantre olmaktan alıkoyması ise komik bir varsayımdan öteye geçmez. Zira hiçbir oyuncu, gününün tamamını tenise ayırmaz, ayıramaz.

 Demem o ki Zeynep'e akıl vermek ya da ondan hesap sormak hiçbirimizin haddine değil. Ayrıca kimsenin uçuk beklentilerle kendisini baskı altına almaya hakkı yok. Tenis bireysel bir spor ve Zeynep bu sporu bizim milli hislerimizi tatmin etmek için yapmıyor. Oyuncumuz şu ana kadarki başarılarıyla zaten ülke tarihine geçti. Bundan sonraki kariyeri de potansiyeliyle uyumlu olsun, yeter. Daha önce diğer tenisçilerimize yaptığınız kötülükleri bari Zeynep'e yapmayın.

5 Ocak 2025

Hıncal Uluç'un Evlere Şenlik Tenis Yorumları

 Hıncal Uluç dendiğinde akla ilk olarak Defne Joy Foster'ın ölümü üzerine kaleme aldığı insanlık dışı yazı geliyor. Ancak kendisinin tek günahı bu değildi. Acımasız bir medya baronu olarak gazetedeki köşesini operasyonel faaliyetler için kullanmaktan ve sevmediği kişileri hedef göstermekten asla çekinmezdi. Hâliyle kendisini kötü bilirdim. 

 Uluç spor yorumculuğunda ise bir internet trolünden halliceydi. Kıraathane üslubuyla yaptığı yorumlar son derece düzeysiz, yüzeysel, hamasi ve popülistti. Saplantı derecesinde bağlı olduğu bazı fikirleri vardı ve bunları sürekli tekrar ederdi. Nitekim kendisinin tenisle ilgili hemen her yazısının da aynı cümleler etrafında şekillendiğini görüyoruz. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:

 Günümüz tenisçileri korkak. Hiçbiri fileye çıkmıyor. Geri çizgiden topa vurmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bu yüzden uzun ve sıkıcı ralliler seyrediyoruz. Bu rallileri öven spikerler tenisi bilmiyor. Kazananlar winner vurarak değil, rakiplerinin basit hatalarıyla kazanıyor. Tenis bitmiş, tenis seyircisi de yozlaşmış. Eskiden basit hatayla alınan puanlar alkışlanmazdı, şimdiyse çılgınca alkışlanıyor.

 Uluç, özetlemeye çalıştığımız görüşlerinden de anlaşılacağı üzere kafa olarak 2000'li yılların öncesinde kalmış tipik bir servis-vole hayranıydı. Bunda herhangi bir beis yok. Bilakis ben de servis-volecileri izlemeyi çok severim. Üstelik servis-volenin günümüz tenisinde daha sık kullanılması gerektiğini savunurum. Buna karşın bütün geri çizgi tenisçilerini defansif veya korkak olarak nitelemek akılalmaz bir cehalet örneği. Keşke birileri hücum tenisinin geri çizgiden de oynanabildiğini rahmetliye söyleseydi.

 Peki Uluç'un bütün görüşleri mi hatalı? Elbette hayır. Örneğin tenis seyircisinin yozlaştığına yönelik değerlendirmesi bir malumun ilamı. Öte yandan kendisinin uzun süren puanlar konusunda da ciddi bir haklılık payı bulunuyor. Bu tip puanlar, genellikle iki oyuncunun da riskli vuruşlardan kaçınmasının bir sonucudur ve kalitesiz tenise işaret eder. Ne var ki modern tenis, oyunun kalitesini puanların uzunluğuna endeksleyen büyük bir kitle yarattı. 

 Son tahlilde Uluç, tenis yorumlarken de bozuk saat gibiydi ve ara sıra doğruyu gösterirdi. O yüzden Roger Federer'i "koyunun olmadığı yerdeki Abdurrahman Çelebi"ye benzetmesi gibi bilumum saçmalıklarına gülüp geçmek gerekir.